Başladı medyamız şehit muhabbetlerine.
Katıksız, ön eksiz şehit diyemedikleri için “maden şehidi” lafını bulmuşlar.
Bizde hep böyledir bu işler. Yoksul öldü mü şehit olur. “Vela tekulu limen
yüktelu fisebilillah-i emvat. Bel ehyaün velakin la teş'urun*” olur.
Zengin öldü mü adaletin dibine vururuz, mahkemeler kurulur, hâkimler
kalem kırarlar kürsülerinde. Fakirin mahkemesi öteki dünyada kurulacaktır
denir. O beklentiyle devam eder devran. Ne kadar artı değer varsa cennete havale
edilir. İşçi üzerinden kazanılan paraların ölümünden sonra altından saraylara,
baldan ırmaklara dönüşeceğine inandırılır. Oysa o paralarla yapılan saraylar
Maslak’ın merkezinde tanesi birer milyon dolara satılmaktadır. Sömüren
sömürdüğüyle kalır, semirir. Sömürülen acılarıyla kalır, kaybolur gider.
Madende ölen kardeşlerimize şehit diyerek göz
boyamaya, kalanların yüreklerine su serpmeye çalışıyor herhalde yandaş medya.
Yok ölenler tebdil-i mekan etmiş, yok bu hayat bir meydan-ı imtihanmış, yok
cennette kendilerini bekleyen saraylara yerleşeceklermiş… Değil efendim, değil. Makyaj yapmaya,
cilalamaya, parlatmaya hiç gerek yok. O kardeşlerimiz karanlık odalarda,
ailelerinden ve sevdiklerinden kilometrelerce aşağıda, simsiyah dumanın
gittikçe daralttığı dehlizlerde can verdiler. Hayal etmesi zor gelebilir,
düşünmesi rahatsızlık verebilir. Holywood filmlerini izlerken rahatsızlık
duymuyoruz ama! Bu onun gerçek hali işte. Devam etmek istemiyorsan seçim senin,
dur burada, okuma artık ama ben süsleyecek değilim ölümü iktidar yalakaları gazeteler gibi.
Ölüm ne tatlıdır ne acı biz yaşayanlar için çünkü
uzaktır bize. Ölümün öncesi ise hep acıdır, hep yürek yıkıcıdır. Bizleri
korkutan da ölmeden az önce hissettiklerimizdir. Bu yüzden çabuk ölmek, uykuda
ölmek arzu duyulanlar arasındadır. Yandaş medya istediği kadar süslesin ölümleri,
istediği kadar unutturmaya kalkışsın acılar içinde yalnız başına hayatını
yitiren işçileri. Onların soğuk bedenleri birer birer çekildikçe kara topraktan,
anlayacağız yerin altında yaşanmış olan dramı. Bir patlama önce; ardından
kaçışmalar, koşuşturmalar. Sığınacak bir yere arama. Nereye gidersin yerin
altında, nereye? Kazıp da öteki taraftan çıkacak değilsin ya! Azalan oksijenle
ağır ağır gelir ölüm, birer birer verirler ruhlarını. Azrail adam kayırmaz
orada. Yapışır boğazına zavallı işçinin, düşünmez bu adamın bir karısı, iki
bebesi var diye. Düşünmez bu adam, kızının gelin olduğu günü görecektir, oğlunu
askere gönderecektir. Düşünmez ve alır canı. Çünkü Azrail’i madene davet edenle
o madene “Birinci sınıfsınız, aferin. Böyle devam edin.” övgüsünü düzen aynı hükümettir.
Güvenliğin olmadığı, insan hayatının ucuzladığı, adamsendeciliğin hükmettiği
yerde, Azrail belirmez de kim belirir başka?
Bu yüzden kanmamak lazım maden şehitleri
lafına. Devlet ölümünden sorumlu olmadığına şehitlik makamını uygun görmez.
Bahane üretememenin, çıkış yolu bulamamanın sonucudur şehit maskesi. Hükümet
Soma’da göçük altında kaldığı için yandaş medyası yardıma koşmaktadır
ellerindeki son kalkanla. Anadolu insanın yumuşak yanıdır şehadet çünkü.
Hepsinin zihninde İstanbul’un surlarına Türk’ün bayrağını dikmiş, göğsündeki üç
okla ayakta durma savaşı veren Ulubatlı Hasan imgesi vardır.
Hep birlikte izliyoruz faciayı. İzledikçe
görüyoruz. Dünkü yazımda kazayı siyasete alet etmeyelim mesajı vermiştim ama
şimdi çok farklı düşünüyorum. Hükümetin her geçen saniye biraz daha küstahlaşan
üslubu olayın siyasetten başka bir şey olmadığını anlatıyor bana. Başbakanın
yaptığı açıklamayı dinleyip de “Yuh yani! Bunu da mı dediniz?” diye haykırmayan
bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı var mıdır? Ne demek 19. yüzyıl Fransa’sında
da oluyor? Ne demek bu mesleğin doğasında var? Neden bir tane bile hükümet
görevlisi istifa etmiş değil? Neden bir tane bile yetkili gözaltına alınmış değil? Bu kadar mı yüzsüzsünüz? Bu kadar mı
yapıştınız koltuğunuza? Bu kadar mı tatlı şanınız şöhretiniz? Şöyle bir dünyaya
bakın, bu büyüklükte bir faciadan sonra ne yapmış devletin tepesindekiler, bir görün, karşılaştırın kendinizi.
Yok ama! Başını önüne eğip, hayatını kaybeden
işçiler adına üzülmek; maden işletmecileri adına özür dilemek, bir kere olsun
halkı anlamak yakışmaz bizim hükümetimize. Onlar ülkenin efendileridirler,
hükmedenler olarak asla özür dilemezler, asla halkın karşısında ezilmezler.
Başları bulutların üzerinde gezmek, insanlara Babil Kulesi mesafesinden bakmak
varken, neden insinler bizim gibi sefillerin seviyesine? Protesto etmek isteyen
halkı biber gazıyla durdurabilecektir ne de olsa. Soma’nın karşısına TOMA’yı
dikebilecektir. Halkıyla görüşmeye giden başbakanı askerden ve polisten örülmüş
bir duvar koruyacaktır. Hatta ve hatta başbakanın müşaviri, İngiltere’de
doktora yapmış o zeki delikanlı, yerde yuvarlanan ve iki asker tarafından
tutulan vatandaşı tekmeleme hakkını kendisinde bulacaktır.
Bu paragrafın üstündeki ve altındaki fotoğraflara iyi bakın derim ben. İyi
bakın ve tanıyın buradaki oyuncuları. Hakkını arayan ve hesap soran HALK
yerlerde sürünüyor. Nerede diyor benim yitip giden canlarım, abim, kardeşim,
babam, amcam, oğlum? Nerede maaşımızdan kesilen vergilerle keyiflerine keyif
katan ama özelleştirdikleri madenleri doğru dürüst tetkik etmeyen kurumlar? Kâr
hırsı için, giderleri kısacağım diye işçinin sadece emeğini değil, iliğini
sömüren maden işletmecisi? Nerede bizleri zorla AKP mitinglerine götüren,
gitmeyiz dersek maaşımızdan kesen amirler? Yerlerde sürünen bir HALK yıllardan
beri var bu ülkede. Sonra o halka tekme atan başbakan müşaviri. HÜKÜMETi temsil
eden yüce insan, İngiltere’de almış eğitimini, attığı tekmeden belli. Sen misin
hakkını arayan diyor, sen misin hükümete hesap soran, sen misin benim gıcır
gıcır boyanmış ayakkabılarıma toz konduran? Hükümet ile halk arasında her
zamanki gibi GÜVENLİK GÜÇLERİ var. Hep muktedirin yanında, hep onun emrinde.
Tekme savuranı engellemek yerine, yerde yatanı tutuyorlar. Daha iyi dayak yesin
diye belli ki, daha iyi tatsın hükümetin vereceği dersi. Taksim’de nasıl
sıkıyorsak tazyikli suyu, Kızılay’da nasıl atıyorsak gaz bombalarını, Gezi’de
nasıl yakıyorsak çadırları; burada da aynısını yaparız. Biz halkın değil;
zenginin, güçlünün, patronun koruyucusuyuz. Bir de resimde görünmeyen YARGI
var. Onlar resme bakarlar, iç çekerler. Dövülen tanıdık mı diye soruştururlar önce.
Bakarlar ne Pensilvanya’yla ilişkisi var elemanın ne de büyük bir şirketle. Bırakırlar
kendi haline, dava falan açmazlar. Zamanında palalıyı nasıl saldılarsa bu İngiltere diplomalı müşaviri de salarlar meydana.
Bazen diyorum, keşke hepimiz sussak bir
anlığına. Sussak ve zamanından çok önce susan işçi kardeşlerimizin yanında yer
alsak. Sadece onların yanında, birilerinin karşısında olmadan. Diyorum ama
bunun gerçekleşemeyeceğini fark etmem uzun sürmüyor. Çünkü kendilerini emek
düşmanı ilan etmiş bir zümre var karşımızda ve ipler onların elinde. Biz
istemesek de yüzümüze karanlık bir gölge gibi düşüyorlar. Onların bitmeyen kâr
hırsları, taşeronlara peşkeş çekilen işçi güvenliği, dünyanın her yerinde
imzalanmış ama bizim ülkemizde imzalanmamış maden işletmeleri protollleri. Her
fırsatta dünyanın en iyi yirmi
ekonomisinden birisi olduğumuzu iddia eden başbakan korktuğu için halkın
arasına karışamayınca aynı şeyi söyleyebiliyor mu? Dünyanın hangi büyük
ekonomisinde önlenebilir bir kazadan dolayı üç yüz insan ölüyor? Hatta bundan
daha önemlisi, dünyanın neresinde böylesi büyük bir acıdan sonra bir tek Allah’ın
kulu istifa etmiyor.
Güney Kore’de batan feribottan sonra başbakan istifa
etmişti. Çocukları geziye gönderen okulun müdürü ne yaptı biliyor musunuz? “Acılı
anne babaların yüzlerine bakamam, onlarla nasıl yüzleşirim” dedi ve evinin
yakınındaki bir ağaca astı kendisini. Kimseye intihar et, kendini parala
demiyoruz. Yüzünü eğ, sesini kes ve istifanı ver diyoruz. Göreceksiniz, fatura
yine işçilere kesilecek. Tek bir yetkili işinden olmayacak. Tek bir hükümet
yetkilisi istifa etmeyecek. Türkiye halkı bir kere daha teslim edecek “maden
şehitlerini” kara toprağa. Bir sonraki kazaya kadar da hatırlanmayacak Soma.
Hatırlatanların karşısına TOMA dikilecek, hatırlatanlar ateist, komünist, vatan
haini ilan edilecek. Bizler, yani geride kalanlar, cennette de Türkiye adında bir ülke olmaması için dua edeceğiz boyuna.
AA - 15 Mayıs 2014
* Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin, zira onlar diridirler ama siz hissedemezsiniz.(Bakara 154)
Bunları daha önce de konuştuk.İnsanlara matematik, fizik, felsefe, sanat eğitimi verirseniz bunlar sormaya ve sorgulamaya başlayacaklar.O zaman ne olacak oralarda oturup ahkam kesemeyeceksiniz.O zaman ne yapalım daha fazla imam hatip okulu açalım ve bunlar rahmetlilerin arkasından sadece dua etsinler ve Allah'ın takdiri buymuş desinler.Daha başka biz ne yapabiliriz ki?
YanıtlaSilEE
Boşuna ağzınızı yormayın, suçlu bulundu, Çin malı gaz maskeleri:)Derhal Çinden her türlü ithalat yasaklansın ve sorun çözülsün:)Aklıma yine bir Çin özlü sözü geldi, adam ahmaksa ama ahmak olduğunun farkında değilse ondan derhal uzak dur, der.Biz de Çin e mi kaçsak ne yapsak acaba?
YanıtlaSil