Bu Blogda Ara

28 Şubat 2012

Yazıklar Olsun!


Bu ne biçim bir ölüleri anma yürüyüşüdür, Allah aşkına?. Bu nasıl bir nefrettir ki masum insanların kanlarından, cansız bedenlerinden, artık çıkmayan nefeslerinden nemalanarak yolları, kaldırımları doldurur; bu nasıl bir anlayıştır ki ölülerin üzerinden ırkçılık, mezhepçilik oyunları yürütür, bu nasıl bir zihniyettir ki "sizin soykırım iddialarınıza biz böyle yanıt veriririz" cesareti cahilliklerinin üzerini, külün ateşi örtmesi gibi örtmüştür, bu nasıl bir ahmaklıktır ki intikam alma düşüncesini ölülerin ruhlarına saygısızlık noktasına vardırmakta en ufak bir rahatsızlık duymamaktadır. Gördükçe utanıyorum, duydukça yerin dibine giriyorum. "Hepimiz Ermeniyiz, hepimiz Hrantız" diyenler demokrasi ve adalet arayışındaki, faşizme yol vermek istemeyen insanlardı. Amaç "Hepimiz insanız, adımız Hrant da olsa, soyumuz Ermeni de olsa" demekti. Peki ya yukarıdaki sloganın ne gibi bir evrensel mesajı var, Ermeni asıllı vatandaşlara ilerki zamanlarda korku dolu günler yaşatmaktan, onlara en avami şekilde hakaret etmekten başka?

Hocalı'da hayatını yitiren masum insanlara buradan bir kere daha Allah'tan rahmet diliyorum. Yalnız, onların acısını anma adına sokağa dökülen bu güruh için söyleyecek söz bulamıyorum. Belki biraz daha ileri gitmelerine izin verilse, 6-7 Eylül olaylarının benzerini yaşatacaklardı bize. İçlerindeki bakanlardan, sivil toplum örgütü liderlerinden çekinmişlerdir.

Yazıklar olsun!!!


26 Şubat 2012

Dindar Bir Nesil Arzulamamak İçin Gerekçeler

Başbakanın dindar bir nesil yetiştirmek konusundaki sözleri uzun süre yankılandı medyamızın bir ucu hapishanelere diğer ucu meydanlara uzanan duvarlarında. Kimileri eleştirdi başbakanı bu söyleminden dolayı, kimileri tebrik etti. Eleştirenlere başbakanın verdiği yanıt da tarihe geçecek cinstendi. Dindar olmasınlar da serseri ya da tinerci mi olsunlar? Gençlerimizin serseri olmasını istemeyeceğimize göre onları dindar yapmalıyız mantıksal çıkarsaması bir süre havada asılı kaldı ve sonra da kayboldu. Ne de olsa birileri alttan alta, sıza sıza bu işi yapacak gücü elinde bulunduruyordu. Kim ne derse desin, dindar bir nesil gelecekti, gelmeliydi. İki kere iki dört edercesine bir zaruretti bu.

Bütün bu curcunada başbakanın dindar bir nesil arzulamasındaki temel gerekçesini nasıl algılamalıyız sorusu pek sorulmadı ya da soruldu da ben kaçırdım! Neden bilimsel düşünen ya da sorgulayan bir nesil arzulamak yerine dindar bir nesil istiyordu başbakan? Yirmibirinci yüzyılın dünyasında düşünen, eleştiren, değiştiren bireylere ihtiyaç kalmıyor muydu? Yoksa önüne konan her şeyi şuursuzca tüketmeye, dünyadaki en ciddi sorunları bile ergen vurdumduymazlığı ile geçiştirmeye, futbolu siyasetin önüne koymaya alışmış, eli azıcık para gördüğü için Avrupa’ya meydan okumaya, ders vermeye çalışan bir nesilin iktidar tarafındakilere vereceği bilinmeyen bir yararı mı vardı? Sanmıyorum!

Öncelikle dindarlıkla özgür düşünce arasındaki kapanmaz uçurumdan bahsetmek gerekir sanırım. Düşünen insan dindar olamaz demiyorum. Zaten böyle bir şey desem üniversitelerin, mahkemelerin, dev şirketlerin başlarındaki pek çok inançlı insan beni çabucak yalanlayacaklardır. Ama dindar bir insanın özgürce düşünemeyeceğini, düşüncelerinde sınırlamalara gitmek zorunda kalacağı kuşku götürmez bir gerçektir. Çünkü din imanı, bilim ise kuşkuyu gerektirir. Kur’an, Bakara süresinin daha en başında “La raybe fi hi…” derken kuşkuyu öldürme yoluna gitmiştir. İmanı inşa etmek için kuşku terk edilmelidir. Bundan daha doğal ne olabilir? Bir bardaktaki su ve hava gibidir kuşku ve iman. Su (kuşku) girdiği anda hava (iman) dışarı çıkar. Su çıktığı anda da içeriye hava dolar.

Kuşku ve biraz delilik olmadan bilim zaten hiç mümkün değildir. Çılgın olmalıdır bilim adamı, ucunda en ufak bir ışık bile görmediği mağaraya dalmalı, aylarca, belki de yıllarca sezgilerinin öngördüğü ışığı aramalıdır. Bilimin ilerlemesinin doğasında vardır bu çılgınlık, bu karşı konulmaz heves. Özellikle genç yaşlarda, damarlarda akan kanın çığırtkanlığında bulunur bu herkese ve her şeye meydan okuma hırsı, dünyayı karşına alabilme cesareti, hayatı baştan sona yeniden anlamlandırma cüreti.

Dindar bir nesilden beklenen ise bunun tersidir. Denileni yapan, kitaba uyan, sesini çıkarmayan, haksızlıklar karşısında hakkını aramayı öteki tarafa bırakan, sömürüler karşısında mülkiyetin kutsallığı ile susturulan bir nesilden bahsediyoruz. Ahlakın kurallarını dinden aldığı için dini ahlaktan üstün gören bir nesil nasıl bir amaca hizmet edecektir? Hadi başbakan, dindar derken ahlaklı demek istemişti. Bunu belki de sonraki eklemelerinden çıkarsayabiliriz.

Bu durumda dindar insanın ahlaklı olması gerektiği sonucuna varırız ki yapılan araştırmalar durumun hiç de böyle olmadığını gösteriyor. Sanılanın tam tersine dinsiz (dindar olmayan da diyebiliriz) toplumlarda suç oranının azlığı ve insanların birbirlerine daha saygılı davrandıkları uzun zamandır gözlemlenen bir gerçek. Çünkü insanlar ahlaklı olmak için kendi kurallarını kendileri belirliyorlar, karşılıklı saygı ve sevgiyi her şeyin önüne koyuyorlar. Köhneleşmiş gelenekleri, insana zarar veren binyıllık kuralları akıldışı oldukları için reddediyorlar. İnsanı merkeze koyup, onun etrafında toplumu ve kurallarını üretiyorlar. Mükemmel bir toplum olma yolunda belki alınacak çok yol var ama sonuçta insanın mutluluğunu her kuralın esası yapan bir toplumun, insanı iktidara itaat etmesi gereken bir kul olarak gören bir toplumdan daha ileride olduğunu rahatlıkla kabul edebiliriz.

Bizde ne oluyor? Gün geçmiyor ki haberlerde görmeyelim kızkardeşini ya da karısını yol ortasında bıçaklayan erkekleri, on iki yaşındaki kızı elli yaşındaki adama satmaya çalışan aileleri, din kardeşliği adıyla kurdukları fonlarla milyonlarca doları ceplerine indiren dolandırıcıları. İnsanı iyi ya da kötü yapan din değildir. Yalnız din insanı kanıtı olmaksızın inanmaya zorladığı için, kısa sürede ve kolaylıkla, insan üzerinde büyük bir güce sahip olur. İşte bu güç sayesinde yine kanıtı olmaksızın insan cinayet işleyebilir, başkalarının mutluluğuna toplum adına bozabilir, huzuru ve toplumsal düzeni insanların üzerlerinde hemfikir olmadıkları kurallara dayanarak yerlebir edebilir.

İşte bu yüzden dini değil de bilimi ve matematiği teşvik etmeliyiz toplumda. Kanıtsız, gözlemsiz, deneysiz ortaya atılan iddialara inanmamak ve bu iddiaların sonucunda yanlış yollarda sürüklenmemek için bilimsel düşünceyi yaymalı, gençlere matematiği ve matematiksel çözümsel düşünde tarzını aşılamalıyız. Yoksa her yazılana inanan, her duyduğuna kulak verip ona göre hareket etmek isteyen insan bizi sadece geri götürür, geçmişte götürmüştür, gelecekte de götürecektir.

Böyle bir insan modeli iktidarın işine geliyor görünse bile uzun erimde dünyanın başdöndürücü hızını yakalayamayacağı için iktidarın başına da bela olur. Üretmeyen ama tüketen, düşünmeyen ama düşünülmüşleri tekrar eden, ahlakı elbisenin boyunda ya da bolluğunda arayan, din ile bilimi uzlaştırmaya çalışarak, bilimi dinin boyundurluğuna vermek isteyen, özgür düşünceyi ve kuşkuyu değil de sorgulamaksızın inanmayı fazilet sayan bir nesili istememekte haklı değil miyiz?

Dindar bir nesil değil, özgür düşünen, düşündüğünü ifade edebilen, bilime ve matematiğe saygılı, öğrenme hırsıyla yanıp tutuşan, sanata ve kültüre meraklı, ahlakı her şeyin üstünde gören ve ahlakın bağlayıcılığını hayatına düstur edinen bir nesil istiyoruz. Kısacası; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir nesil istiyoruz.
* Bu yazıyı yarım saat içinde, ders çalışmaya ara verdiğim bir zamanda yazdım. Biraz dağınık oldu, vermek istediğim mesajı tam veremedim gibi. Neyse, zaten uzun zamandır bir şey yazamıyordum. Bu belki ısınma olur benim için.

Saygılar,

a.