Bu Blogda Ara

03 Haziran 2015

Çin Mektupları 29 - Geleneksel Çin Tıbbı


Geleneksel Çin Tıbbı (GÇT), Çin’e gelmeden önce de sıklıkla duyduğum bir kavramdı. Tayland’da ve Vietnam’da yaşarken; kronik bel ağrısı, baş ağrısı, çocuk sahibi olamama, kolay hasta olma gibi nedenlerden dolayı GÇT’ye başvuran arkadaşlarım/akrabalarım olmuştu. Çin’de yaşamaya başladıktan sonra GÇT hakkında, özellikle Çinli öğrencilerimle, gerek ders içinde gerekse de ders dışında birkaç sohbetimiz oldu. Bir istatistik öğretmeni olarak öğrencilere bilimsel olanla bilimsel olmayan arasındaki farkı açık ve net bir şekilde öğretmeyi temel görevlerimden birisi sayarım. Yalnız; kolay olacağını sandığım bu iş, öğrencilerin beni Çin’i anlamamakla ve GÇT’yi bilmemekle suçlamaları neticesinde bir hayli uzun sürdü. Sonuçta, ikna olmayan öğrencilerimin sayısı azımsanmayacak kadar olsa da kalıcı bir yarar sağladığımı düşünüyorum. Ayrıca; on yedi – on sekiz yaşlarındaki gençlerin, kısmen bilim felsefesini ve epistemolojiyi de ilgilendiren konuları çabucak kavramasını beklemek hayalperestlik olurdu. Öyle ki, GÇT’nin bilimsel olduğunu kanıtlayın deyince bir öğrencim “Okulun yanında sekiz katlı GÇT hastanesi var, hocam. Yetmez mi?” demişti. Ben de cevaben; “Sekiz katlı bir hastane GÇT’nin bilimsel olduğunu kanıtlayabiliyorsa, kiliseler de Tanrı’nın varlığını kanıtlar.” demiştim. Gülmüş ve geçmiştik. Şimdi konuyu kaleme alıp, ciddi bir çözümlemeden geçirme zamanı.

Öncelikle yazının içeriğinden söz edeyim. Ben ne tıp konusunda ne de GÇT konusunda uzmanım. Dolayısıyla eleştirilerim GÇT’nin pratik oluşuna ya da işe yarayıp yaramadığına dair olmayacak. Hatta yazım, işin Çin kısmıyla değil geleneksel kısmıyla ilgili olacak. Yani aynı eleştiri Geleneksel Brezilya Tıbbı, Geleneksel Türkiye Tıbbı ve benzerleri için de geçerli olacak.  Daha çok bilimsellik, geçerlilik ve tutarlılık noktalarından konuyu ele alıp; GÇT’nin neden bilimsel olmadığı üzerine kafa yoracağım. Bunu yaparken doğal olarak, her ne kadar felsefi terimlerden kaçınmaya çalışsam da, bazı teknik konulara ucundan köşesinden değineceğim. Umarım çok sıkıcı bir yazı olmaz.

GÇT’nin bilimsel olup olmadığını anlamamız için öncelikle gözlem ve deney arasındaki farkı anlamamız gerekir.

Gözlem Nedir?  Sonuçları nelerdir?

Gözlem bir popülasyondan (population of interest) rastgele seçilen bir ya da birden fazla örneklemden (random sample) elde edilen verilerin analiziyle yapılan araştırmadır. Bir örnekle izah edeyim. Diyelim ki elma yemenin diş sağlığı üzerindeki etkisi üzerine bir araştırma yapıyorum. Bunun için herhangi bir popülasyondan 1000 kişilik rastgele bir örneklem seçiyorum ve bu 1000 kişiye iki soru yöneltiyorum.

1.       Haftada en az bir elma yiyor musunuz?
2.       Ağzınızdaki çürük diş var mı?

Soruları evet/hayır şeklinde yanıtlanabilecek formatta yazdım ki kategorik değişkenlerle çalışabilelim. Doğrudan sayıları da sorabilirdik ama o zaman analiz biraz daha çetrefilli olurdu. Bu yazı istatistik öğretme amacı gütmediği için elimden geldiğince örneği basit tutuyorum.

Diyelim ki örneklemimizdeki 1000 kişi bu iki soruya samimiyetle yanıt verdi (Kendi-bildirim (self-report), meyilli bir sonuca neden olacaktır. Şimdilik bunu ihmal edelim.) ve biz sorunsuz bir şekilde verileri topladık. Aşağıdaki tabloyu da bu iki sorudan yola çıkarak doldurduk.


En Az Bir Elma yiyor
Hiç Elma yemiyor
Toplam
En Az Bir Çürüğü var
50
400
450
Hiç Çürüğü yok
150
400
550
Toplam
200
800
1000

Bu tablodan çıkarılacak ilk sonuç aşağıdaki gibi özetlenebilir. Oranlar arasındaki fark yüksek ve örneklemin büyüklüğü yeterli olduğu için herhangi bir istatistiksel test (Çay-kare testi uygun olandır) yapmaya da gerek yoktur.

Elma yiyenlerin çürüğü olma oranı: 50/200 = %25
Elma yemeyenlerin çürüğü olma oranı: 400 / 800 = %50

Peki, bu oranlardan yola çıkarak aşağıdaki sonuçlardan hangilerine varabiliriz?

a.       Bir insanın haftada en az bir elma yiyip yememesi değişkeniyle o insanın ağzındaki çürük diş olup olmama değişkeni “bağımsız değildir.”

b.      Haftada en az bir elma yiyen insanların ağzında en az bir çürük dişi olma olasılığı, haftada en az bir elma yemeyenlerin ağzında en az bir çürük diş olma olasılığının yarısı kadardır.

c.       Haftada en az bir elma yemek ağızdaki çürük diş olma olasılığını düşürür.  

Yanıtı hemen vereyim. İlk iki sonuçta sorun yoktur. Zaten bunlar gözlemin doğrudan getirisidirler. İstatistiksel olarak kanıtlanabilirler. Yalnız ilk sonuçta (a) “bağlıdır” demek yerine “bağımsız değildir” ifadesini bilinçli olarak kullandığımı söyleyeyim. Bağımsız değildir derken, örnekte sözü edilen iki değişkenin dışında başka değişkenlerin rollerinin mümkün olabileceğine gönderme yapıyorum.

Bağımlı – bağımsız değil ayrımına bir örnek daha vereyim. Yaz aylarında dondurma satışları artar, yaz aylarında boğularak ölenlerin sayısı da artar. Buradan yola çıkarak dondurma tüketiminin boğularak ölümlere neden olduğunu söyleyebilir miyiz? Tabii ki söyleyemeyiz. Her ikisini de aynı yönde etkileyen üçüncü bir değişken vardır. O da yaz aylarının getirdiği hararettir. İnsanlar sıcaktan bunaldıkları için dondurma yerler ve yine aynı sıcaktan bunaldıkları için denize girerler. İki değişkeni de aynı yönde etkileyen sıcaklık boğulma oranlarıyla doğrudan ilişkilendirilebilir. Dolayısıyla dondurma satışlarıyla boğularak ölme sayıları birbirine bağlı değildir (Biri diğerinden dolayı gerçekleşmez) ama aynı zamanda birbirinden bağımsız da değildir Teknik bir izah verecek olursam; iki değişkenin kovaryansı sıfır ya da sıfıra yakın değildir demem gerekir.

Üçüncü sonuç (c), bir çeşit neden-sonuç ilişkisini önermektedir. Haftada en az bir elma yersen daha az çürük dişin olur ifadesi elma yemenin dişlerin çürümesini engellediğini iddia eder. Böyle bir sonucun yanlış olmasının iki nedeni vardır.

Birincisi, yukarıda izah ettiğim ve benim mızıkçı değişken (confounding variable) diye adlandırdığım değişkenlerin etkisidir. Aslında ele alabileceğimiz her değişkeni etkileyen sonsuz sayıda değişken vardır. Bu sonsuz sayıda değişkenin büyük bir çoğunluğunun etkisi ihmal edilebilecek kadar az olduğu için bu etkileri önemsemeyiz. Etkileri yüksek olanlar da uzun erimdeki eşit (uniform) dağılımla sonuç üzerindeki kuvvetlerini birbirleriyle iptal ederler. Örneğin; elmanın dışında, bir insanın yaşının, cinsiyetinin, ırkının çürük diş sayısına etkisi olabilir. Yalnız, uzun erimde bu etkiler her iki gruba eşit şekilde dağılıyorsa bu değişkenleri mızıkçı olarak adlandıramayız. İstatistikte bu değişkenlere harici değişkenler (extraneous variables) denir.  Harici değişkenlerin güzelliği, rastgele seçilen büyük örneklemlerde, etkilerinin birbirini yok etmeleridir. Örneğin, eğer bin kişilik bir örneklemim varsa ve rastgele bir seçim yapmışsam; örneklem içinde yaklaşık olarak beş yüz erkek ve beş yüz kadın olacaktır. Eğer bu oran, elma yiyenler ve yemeyenler gruplarına da yansıyorsa sorun yok demektir. Yani elma yiyenlerin de yarısı erkekse, bu harici değişken mızıkçı değişkene dönüşmez.

Unutmamak gerekir ki her harici değişken, potansiyel bir mızıkçıdır. Harici değişkenin mızıkçı olması için grup üyeliğiyle ilişkisi olması gerekir. Örneğin, haftada en az bir elma yiyenler sağlıklarına daha düşkün insanlar olabilirler. Sağlığına daha düşkün bir insan da doğal olarak dişlerine daha iyi bakıyor olabilir. Bu durumda haftada en az bir elma yiyen kişi zaten dişlerinin durumundan kaygı duyuyordur ve dişlerine iyi bakıyordur. Bu durumda, elde ettiğimiz sayısal değerlerdeki farkın gerekçesini neye bağlayacağız?  Elma yedikleri için mi dişleri daha sağlıklı? Belki de genel sağlıklarına daha çok dikkat ettikleri için hem haftada en az bir elma yiyorlar hem de dişlerini düzenli olarak fırçalıyorlar. Mızıkçı değişken bizim gerçek nedeni görmemizin önünü keser. Çürük diş oranındaki farkın nedenini belirlememizi, suyu bulandırarak ya da mızıkçılık yaparak engeller. Tıpkı, artan sıcaklıkların dondurma tüketimiyle boğulma sayılarının arasındaki ilişkiyi bulandırması gibi.

Gözlem konusunu burada kapatıp deney konusuna geçeyim. Ardından aralarındaki farklara değineceğim.

Deney Nedir? Sonuçları Nelerdir?

Aynı araştırmayı şimdi bir de deney yaparak gerçekleştirelim. 1000 kişilik rastgele seçilmiş bir örneklemimiz olsun. Bu örneklemi yine rastgele bir seçimle beş yüzer kişilik iki gruba bölelim. Bu rastgele seçim yazı tura atarak ya da tek ve çift sayılara ayrılarak yapılabilir. Önemli olan rastgeleliğin (random assignment) sağlanmasıdır. Birinci gruba tedavi grubu (treatment group) diyelim, ikinci gruba da kontrol grubu (control group). Tedavi grubundakilere bir yıl boyunca haftada bir elma yemelerini ve düzenli olarak günde iki kere dişlerini fırçalamalarını söyleyelim. Bunu kontrol edecek bir mekanizmamız da olmalı. Bu yüzden bu beş yüz kişiye haftada en az bir elma gönderelim ve diş fırçası/macunu masraflarını karşılayalım. Kontrol grubundaki beş yüz kişiye de bir yıl boyunca asla elma yememelerini söyleyelim. Yemeyeceklerine dair sözleşme imzalatalım. Bu gruptakilerin de dişlerini düzenli olarak günde iki kere fırçalayacaklarından emin olalım, onların bir yıllık diş fırçası/macunu masrafını da karşılayalım. Araştırmaya başlamadan önce örneklemimizdeki bin kişinin ağız sağlıklarını kontrol edelim ve çürük diş sayılarını ve çürük derecelerini kaydedelim. Bir yıl boyunca yoğun bir çalışmayla araştırmamıza katılan denekleri takip edelim, kendilerine söylenenleri yaptıklarından emin olalım. Bir yılın sonunda her iki grubun ağız sağlığını bir kere daha tetkik edip bir yıl boyunca meydana gelen değişimleri gruplar arasında karşılaştıralım, gerekli istatistiksel testi uygulayalım ve sonuçların kayda değer (significant) olup olmadığına bakalım.

Dikkat edecek olursak deneyde, gözlemde olmayan bazı kavramlardan söz ettim. Öncelikle, deneyin gerçekleşmesi için kontrol altında bir ortam hazırladım. Normalde laboratuvarda yapılması gereken deneyi, saylar büyük ve gereken süre geniş olduğu için laboratuvar dışına aldım. Harici değişkenlerin etkilerini sıfırlamak için denekleri gruplara rastgele seçimle (random assignment of subjects to the treatments) gönderdim. Böylece cinsiyet, yaş, ırk gibi harici değişkenleri iki gruba eşit bir şekilde dağıtmış oldum. Potansiyel bir mızıkçı değişken olan deneklerin ağız sağlığına verdikleri önemi, herkesi günde iki kere diş fırçalamaya zorlayarak, tüm denekler için sabitledim (direct control). Böylece, bu değişken mızıkçılık yapamayacak ve sonuca ulaştığımızda kafamızı karıştırmayacaktır.

Diyelim ki bu deneyin sonunda da şöyle bir tabloyla karşılaştık.


Haftada Bir Elma yiyor
Hiç Elma yemiyor
Toplam
Ağız sağlığı daha da kötüye gitti.
50
400
450
Ağız sağlığı iyileşti ya da aynı kaldı
150
400
550
Toplam
200
800
1000

Sayıları değiştirmedim. Dolayısıyla az önceki gözlem örneğinin altına yazdığım üç sonucu buraya da kopyalayabiliriz. Yalnız bu sefer, sadece “a” ve “b”nin geçerliliğini değil, “c”nin geçerliliğini de savunabiliriz. Eğer deneyi bilimsel standartlara uyarak yapmış, deneklerin davranışlarını kontrol altında tutmuşsak; neden-sonuç ilişkisi üzerinde çıkarımlar yapma hakkımız vardır. Bir yıl boyunca haftada bir elma yiyen bir insanın ağız sağlığının, bir yıl boyunca hiç elma yemeyen insanın ağız sağlığından daha iyi olacağını söylemek değil yaptığımız. Elma yemek ağız sağlığına faydalıdır gibi doğrudan neden-sonuç ilişkisini açığa çıkaran sentetik (Kant’ın kullandığı anlamda) ve neden-sonuçsal bir bilimsel önerme.

Gözlemden çıkarılacak sonuçla deneyden çıkarılacak sonuç neden farklıdır?

Aslında yukarıda uzun uzun anlattım ama bir kere daha özetleyeyim. Gözlemler kontrollü ortamlarda yapılmadığı için, harici değişkenlerin mızıkçı değişkenlere dönüşmesini engelleyemezler. Böylece, ortaya çıkan sonucun bizim üzerinde araştırma yaptığımız değişkenden dolayı mı yoksa o anda farkına bile varmadığımız başka bir değişkenden dolayı mı gerçekleştiğini bilemeyiz. Örneğin, ben küçükken ne zaman hasta olsam annem bana nane limon kaynatırdı. Ben nane limonları içer, bir haftada iyileşirdim. Büyüyünce öğrendim ki beni iyileştiren şey nane-limonun moleküler düzeydeki sihri değilmiş. Onun yaptığını su da yaparmış. Sonuçta grip olan vücut su ve enerji kaybeder. Suyu geri almak için bol bol sıvı gıda tüketmek, enerjiyi depolamak için de bol bol dinlenmek gerekir. Ne terlemenin, ne nane-limon içmenin doğrudan bir faydası var gribi iyi etmeye. Bu değişkenlerin içinde mızıkçı birer değişken olarak duran dinlenme süresi ve sıvı gıda tüketimidir iyileşmeyi hızlandıran değişkenler. Bu demek değil ki nane-limon kaynatmayalım, yorganın altına girip terlemeyelim. Hobi olarak bunları yine yapabiliriz ya da anneyi mutlu etmek için. Tıpkı, acı olduğu için ilacını içmeyen çocuğa ilacını tatlı bir içeceğe karıştırarak vermek gibidir bu iş. Annen dediği için yaparsın bazı şeyleri. Arada iyi şeyler de olur. İyi olmayanlar da arada kaynar gider. 

Bu farkı niye anlattım. Çünkü birilerine soruyorum “GÇT hakkında ne düşünüyorsun?”. Verilen yanıt genelde şöyle oluyor: “Adamlar binlerce yıldır bu ilaçlarla tedavi olmuşlar. Doğru olmasa bunca yıldır kullanılıyor olmazlardı.” İşte bu savunmanın geçersiz olduğunu açıklamak için yazdım yukarıdaki ayrımı. Binlerce yıldır yapılan şey eğer gözlemden ibaretse, neden-sonuç ilişkisi kuramayız. Şunu diyebiliriz: Elma yiyen insanlarda diş çürüğü daha az görülür. Bu cümle yanlış değildir, ama bilimsel olarak çok da bir işe yaramaz.  Tıpkı dondurma satışları artınca denizlerde boğulma oranları da artıyor demek gibi doğru ama gereksizdir. Yanlış olmamasının nedeni, elma yiyen insanların aynı zamanda genel sağlıklarına dikkat ettikleri gerçeğini göz ardı etmiyor oluşudur. Bilimsel olmamasının nedeni, somut bir neden-sonuç ilişkisi kuramıyor oluşudur. Oysa, iyi bir deneyin sonucunda neden-sonuç ilişkisi kurulursa, bunun üzerine yeni araştırmalar, yeni açılımlar gerçekleştirilebilir. Böylece bilgi gelişir, sınanır, daha çok gelişir, tekrar sınanır. Bilimsel bilginin ortaya çıkışı konusunda pek çok görüş vardır ama belli bir paradigmanın (Kuhn’un tanımladığı) içerisindeki bilginin gelişmesi ve ilerleyişi üzerinde modern bilim aşağı yukarı hemfikirdir.

Geleneksel Çin Tıbbı Neden Bilimsel Değildir?

Bunun en geçerli nedeni GÇT’nin deneye değil de gözleme dayanıyor olmasıdır. Bilgi, ister yüz yıllık ister bin yıllık olsun, sonuç değişmeyecektir. Deneye dayanmadığı sürece bilimsel olamaz, doğruluğu kanıtlanamaz. İşe yarayabilir, yaramayabilir de! Bunlar ayrı konulardır. Salt gözlem, gerçek nedeni mızıkçı nedenden ayıramadığı için bilimsel bir bilgi doğuramaz. Zaten GÇT’nin genel ilkelerine bakan bir bilim insanı birkaç okumadan sonra kararını verir. Hiçbir kanıtı olmayan, kaynağı belirsiz bir “qi” kavramı üzerine kuruludur koca sistem. “Qi” akmak ister, akacağı yollar (meridyenler) bellidir falan filan… Onurlu bir bilim insanı için bu ifadeler safsatadan başka bir şey değildir. İşin içinde para, ticaret ve benzeri başka hesaplar varsa o zaman zaten bilim insanı ortadan kaybolur. Zaten bugün GÇT’ye gösterilen rağbetin temelinde biraz da bu vardır. 


 Geleneksel Çin Tıbbı Bilimsel Deneylerle Kanıtlanırsa Ne Olur?

Tıp olur. Aslında sorunun yanıtı bu kadar basittir. GÇT’de kullanılan bir ilacı laboratuvarda sınayın, gerekli işlemlerden geçirin ve sonuçları hakemli bir dergide yayınlayın. Diğer bilim insanlarının konularda görüşünü alın, farklı okulların onayını ve desteğini sağlayın. Bunları yaptıktan sonra sonuçlarınız güvenilir ve bilimseldir diyebiliriz. Eğer tüm bu süreçten sonra GÇT’de kullanılan ilaç hastayı iyi ettiği kanıtlanırsa; bırakın artık o ilaç GÇT’nin değil tıp biliminin bir ürünü olsun. Nasıl ki bugün bir Alman, ürettiği ilaca Alman ilacı demiyor, nasıl ki bir Kenyalı keşfettiği ve deneylerle faydalı olduğunu kanıtladığı bir ilaca Kenya ilacı demiyor; Çinliler de bilimsel yöntemlerle sınayıp, doğruluğuna karar verdikleri bir ilaç için Çin ilacı demeyi bırakmalıdırlar. Bilim insanlığın ortak ürünüdür, gelişimi sırasında her milletten insanın az çok katkısı olmuştur. Çinliler de bilime katkıda bulunabilecek milletlerden birisidir ve bilimin yöntemlerine sadık kaldıkları sürece üretecekleri bilgi birikimi, bilime mâl edilecektir.  


Demek istediğim şey şu. GÇT işe yaramaz demiyorum, işe yarıyor olması bir anlam ifade etmiyor, yani uzun erimde bilimsel bilgi değildir diyorum. Bilimsel olarak laboratuvara sokulan, denenen ve sonuçta doğru olduğu anlaşılan kısımları varsa o kısımlara kısaca tıp denmelidir. Sonuç olarak modern tıp dediğimiz bilgi birikimi de gökten zembille inmedi. Modern bilimin hemen her safhasında, gelenekten gelen bir beslenme olmuştur. Simyanın modern kimyanın atası olması gibi, muhakkak ki modern tıp da kocakarı ilaçlarından, geleneksel formüllerden nasibini almıştır. İşe yarayanları geliştirmiş, işe yaramayanları elemiştir. Bu elemeden geçirdikten sonra bilim olma özelliğine kavuşmuştur. GÇT’nin ya da benzeri geleneksel tıp modellerinin sorunu da bu elemeyi gerçekleştirecek bilimsel bir yöntemden yoksun olmalarıdır.

Geleneksel Çin Tıbbı Neden Bu Kadar Çok Tartışılıyor?

GÇT’nin günümüzde bu kadar çok tartışılmasının, bana göre üç ana nedeni var.

1.  Birincisi geride bırakmaya çalıştığımız post-modern dönem. Malumdur ki postmodernizm, modernizme tepki olarak doğdu ve güya modernizmin sığ kaldığı alanları dolduracak, insanlığa yeni bir soluk getirecekti. Kendilerine postmodern diye tanımlayan düşünürler, kültürel görecelilik (cultural relativism) adına –Bir de utanmadan Einstein’ın görecelilik kuramına, kuantum mekaniğine gönderme yaparlar. Kafalarının almadığı konularda saçma sapan göndermeler, benzetmeler yapıp, sosyal konularda ahkâm keserler.- bilgiler arasındaki hiyerarşik düzeni yerle bir etmek için çok uğraştılar. Postmodernistlere göre bilimsel bilgi de tıpkı büyü gibi, fal gibi bir bilgidir, ne fazlası vardır ne eksiği. İnsan üretimi olduğu sürece bilimsel bilgi de görecelidir ve gerçeği değil de gerçeği algılamaya çalışan bireyin düşünce yapısını yansıtır. Meta-anlatıların devri kapanmıştır, hiçbir anlatı gerçeği tümüyle kavrayamaz.


Tabii, böylesi cesur bir ön kabulle başlayınca durmak kolay olmaz. Özellikle edebiyatta ve sanatta güzel açılımlara yol açabilecek olan postmodern akım, çabucak şarlatanların eline düştü. “Bilimsel bilgi de herhangi bir bilgidir. Ne doğrudur ne de yanlıştır diyebiliriz.” gibi özünden sapan noktalara ulaştı. İşte bu noktadan sonra da geleneğe dönüş fikri ortaya çıktı. Modern dışı yaşamlar da mümkündür tezinden yola çıkarak her şeyin geleneksel olanına doğru bir akıncı ruhu gelişti. “Modern ilaçlar zararlıdır, bitkisel olanlar daha faydalı.” gibi aslı astarı olmayan bilgiler, bilimsel bilgilerle yarışır oldu. Bunun sonucunda, kendilerini bir yüz yıl önce bilim karşısında mağlup gören fikirler ayağa kalkıp direnmeye başladırlar.

Bu yüzden; dinle, maneviyatla (spirituality) ilgili yazılar yayınlayan dergilerin/gazetelerin aynı zamanda geleneksel ilaçlarla yoğun bir şekilde ilgilenmesi kimseyi şaşırtmamalı. Çünkü; nasıl ki dinsel bilgi bilimsel olarak doğrulanamadığı için bilim karşısında bir alternatif sunuyor, geleneksel tıp dedikleri şey de modern tıbba karşı bir alternatif olduğu için, sırf bilim-dışı bilgilerin varlığına destek olması amacıyla pohpohlanıyor. Kısaca verilmek istenen mesaj şu: Bakın her şey bilim değildir. Başka türlü bilgi de mümkündür. Nasıl ki alternatif tıp hastayı iyileştirebiliyor, aynı şekilde dinsel bilgi de insana ihtiyacı olan mutluluğu ve huzuru verebilir. Dikkat edilirse, geleneksel olanı modern olan karşısında eşdeğer görenlerin büyük bir kısmı dindar ya da tutucu kimselerdir. Çünkü bu şekilde bilim dışı görüşlerine de bedavadan destek bulmuş olurlar.

2.  Çin’in ekonomik bir güç olarak dünya sahnesinde yerini alması. Postmodern akımın verdiği gazla hızla büyüyen Çin ekonomisi birleşince, GÇT’nin sıklıkla konuşulur olması kaçınılmaz hale geldi. Çin, tarihten gelen bilgi birikimini batıya karşı bir alternatif olarak sunmak istiyor. Bunun için de GÇT’yi destekliyor, bu konuda özellikle İngilizce yayın yapan medyada programlar hazırlıyor, makaleler yayınlıyor. GÇT’nin diğer geleneksel tıplardan özünde bir farkı yoktur. Çin’in çok büyük bir nüfusa sahip olması ve dünyada her geçen gün biraz daha sözü dinlenen bir ülke olması, GÇT’nin yayılmasını da etkiliyor. Yarın bir gün Hindistan da Çin gibi ekonomik olarak güçlenirse, Geleneksek Hindistan Tıbbını (GHT) konuşmamamız için ortada bir neden yok.

3. Çinli göçmen doktorların özellikle gelişmiş batılı ülkelerde yaygın bir biçimde GÇT yöntemlerini uygulayabiliyor olmaları. Gerçi son yıllarda, özellikle ABD’de bu konuda ciddi denetimler getirildi ve pek çok GÇT ilacı zararlı olması nedeniyle yasaklandı. Yine de yasadışı yöntemlerle pek çok ilaç gelişmiş ülkelere götürülüyor ve bu ülkelerde yaşayan Çinli göçmenlere satılıyor. Sonuç olarak büyük paraların döndüğü ciddi bir sektör GÇT.  

Geleneksel Çin Tıbbının Modern Tıp Karşısındaki Savunusu

GÇT’ye kuşkuyla yaklaşan bir insana yapılan ilk savunulardan birisi GÇT’nin bütüncül olduğu (Batı tıbbı gibi analitik değil), yumuşak olduğu (Battı tıbbı gibi saldırgan değil) ve uzun vadede sağlığı koruduğu (Batı tıbbı gibi hastalıkları iyi etmeye yönelik değil) gibi paradigma farklılığını öne süren bir yaklaşımdır. Ben bu üç noktayı da anlamsız bulanlardanım. Örneğin, ne demektir bütüncül? İnsan bedeni bir bütündür. Eeee, sonra? Buradan nereye varabilirsin? Basit bir gerçeği ifade etmiş olmaktan başka bir anlamı yoktur bu ifadenin. Zaten, GÇT’nin insan bedeni hakkındaki sıcak – soğuk gibi ayrımları hiçbir bilimselliğe sığmayan çözümlemelerdir ve lafazanlığın ötesinde bir yeri yoktur. Ne demektir insan bedeninin hayati enerjisi olan “qi”? Ne demektir bu “qi”nin akıp gittiği “jingluo” (kanal)? Ayrıca, bugünkü modern tıbbın insanların sağlığını koruma konusundaki çabasını görmezden gelebilir miyiz? Yağlı yemeyin, tuzlu ve şekerli yemeyin, spor yapın, stresten uzak durun, temiz hava alın, yürüyüşü ihmal etmeyin, uzun süre oturmayın diyen modern tıp değil mi? Eğer modern tıp bu anlayışı GÇT’den aldıysa amenna. GÇT’nin modern tıbba büyük bir katkısı olmuştur.



Özet

Birkaç cümle ile özetleyeyim. GÇT, bilimsel olmayan kabuller üzere kurulmuş ve yine bilimsel olmayan yöntemlerle gelişmiş, deneye değil de geleneksel gözleme dayanan bir bilgi birikimidir. Bilimsel olarak bir değeri yoktur. Bu yararlı olmadığı anlamına gelmez ama aynı zamanda zararlı olmadığını da garantilemez. GÇT’nin günümüzden sıklıkla konuşulmasının ticari, ekonomik ve sosyal nedenleri; GÇT’nin işe yararlılığının çok önündedir.

Aşağıya sevdiğim bir videoyu ekliyorum. Videoda postmodern kavramlar, komik bir dille ve güzel bir animasyonla eleştiriliyor. Videonun bir yerinde alternatif tıptan da söz ediliyor. Alternatif tıp için "Ya doğruluğu kanıtlanmamıştır ya da yanlışlığı kanıtlanmıştır. Doğruluğu kanıtlanmış olana ne denir niliyor musun? Tıp" deyişi benim de sıklıkla kullandığım bir ifadedir.