Bu Blogda Ara

27 Nisan 2022

23 yıl sonra aynı yerde...

İlk öykümü Eylül 1999'da yazmıştım. Gölcük Depreminden sonra birkaç günlüğüne arama kurtarma çalışmalarına katılmış, gördüğüm korkunç manzaradan bir hayli etkilenmiştim. Nedense yıkılan binaların altında sahibini arayan bir köpeği seçmiştim konu olarak. Ferit Edgü'nün "Kentin Üzerinde Dayanılmaz Bir Koku" öyküsünden etkilenmiştim sanırım. Büyük bir olasılıkla şimdi elime alsam ilk paragrafını okuyup, "Bu da ne böyle, ne kadar kötü yazılmış bir metin" deyip bir kenara atacağım bir öyküydü. Sonra nasıl olduysa bu öykü bir dergide yayımlandı. Birkaç arkadaşım -fakültede asistan olan uzun boylu düz saçlı kız da dahil :)- öyküyü okuyup beğendiklerini söylediler. O öykü de dergi de kayboldular sonraları ama bendeki yazma arzusu kaybolmadı. 23 yıldır yazıyorum. Kimi zaman ara vererek, kimi zaman inatla ve sıkı disiplinle. Tayland'da, Vietnam'da, Türkiye'de ve Çin'de hep gördüklerimi kaleme almaya çalıştım, kafamı kurcalayan soruları karakterlerle ve olaylarla harmanlayıp yazdım, kendi kendime dedim ki "Bir gün okuyacaklar..."

Ama olmadı, 23 yıldır yazıyorum ama 23 tane okurum olduğunu sanmıyorum. Hiçbir kitabımın benim aldıklarımı saymazsak 23 tane sattığını da sanmıyorum. Hep yazdım ama hiç okunmadım. Birkaç dostum bana olan hürmetlerinden ya da nezaketlerinden dolayı kitabı alıp okuduklarında mutlu oldum, internette tanımadığım bir blog yazarı kitaplarımdan birisi hakkında iki üç cümle yazınca sevindim, hiç tanımadığım birisi bana mesaj gönderip kitaplar hakkında birkaç kelam edince neşeden yerimde duramaz hale geldim. Maalesef bütün bunlar yetmiyor bir yazarı var etmeye. En son Sait Faik Hikâye Armağanı'na başvurmuştum. Bu ikinci başvurum oldu. Daha önce "Puslu Kentin Mavisi"yle başvurmuştum, şimdi "Bir Avuç Hayat"la. Oradan umutluydum. Hiç yoktan kısa listeye girerim diyordum. Yok, o bile olmadı. Eskiden okunmadığım için seçtiğim konuları bahane ederdim. Kim ne yapsın Tayland'daki rahiplerin, İsan'ın bir köyünde son günlerini yaşayan bir köpeğin, Vietnam'daki "xe om" sürücülerinin, Çin'deki temizlikçi kadınların öykülerini. Öyle ya, Türkiye'nin yeteri kadar sorunu var, bir de Doğu Asya'nın dertleriyle mi ilgilensin millet? Kim niye okusun adını bile telafuz edemediği bir kentte yaşayan insanların aşklarını, umutlarını, korkularını... Oysa aynı konular Fransız, İngiliz hatta Japon ya da Brazilyalı yazarlar tarafından işlenince okunuyordu. Belki de sorun seçtiğim konularda değildi. Ben kötü bir yazardım ve kötü bir yazar olarak da asla edebiyat kapısını tutan muhafızların ilgisini çekemeyecek, o kapıdan içeriye giremiyecektim. Ne doğru yöntemi biliyordum ne de bu yöntemi uygulamaya koyacak imkânlara sahiptim. Türkçe yazıyorum ama konum Türkiye değil. Türk insanının davasına ortak olamıyorum, onlara destek çıkamıyorum, ezilenlerin ya da sesini duyuramayanların sesi olamıyorum. Ne siyasi yazabiliyorum ne de toplumsal. Yaşadığım toplum benim yazdıklarımı dil farklılığı nedeniyle okuyamıyor. Ben de İngilizce yazmamak konusunda ısrar ediyorum*. Yıllarca bunu dedim kendime, Türkçeye hizmet edeceğim dedim. Ama Türkçe bana hiç geri dönüş yapmadı. İstediğim kadar işlediğim konuların evrensel bir takım değerler üzerinden ilerlediğini iddia edeyim, istediğim kadar kendimi kandırayım, gerçekleri değiştirmem imkânsız. 

Bugünlerde yazmayı bırakmayı düşünüyorum. Yeter bu kadar. 23 yıl: 8 yayımlanmış kitap, 2 özbasımla yayımlanmış e-kitap, 1 bitmiş ama henüz yayımlanmamış roman ve bir bitmemiş roman...Kendime yeni bir uğraş bulmalıyım, bahçecilik ya da bisikletle dünya turu falan. İkisine de çok uzağım şu anda, ama hayal etmesi bile güzel.Yazmanın geride bırakacağı boşluğu dolduracak bir meşgaleyi bulmak zor olacaktır. Belki de hiçbir şey yapmam, bol bol okurum, düşünürüm, kimsenin okumayacağı bir deftere notlar alırım. Öğretmenlik yeteri kadar zamanımı alıyor zaten. Yaz tatillerinde de bahçeyle, sebze meyve yetiştirmekle uğraşırım. Yaşlanıyoruz, beş yıl sonra elliyi devirmiş olacağım. Yazma konusunda bunca yıl ısrar etttim, en sonunda pes ediyorum. Gerçi, bu tip şeyler öyle "Bıraktım" demekle olmuyor. Eksikliği huzursuz ediyor, belli ediyor kendisini. Bu yaz iki ay boyunca Çin'de ne yapacağım mesela? Mecburen yazacağım bir şeyler. Basit bir günce belki, Çin üzerine kısa denemeler, Shenzhen üzerine gözlemler. O da belki... Hayat güzel; dağlara çıkarım, denize girerim, bisiklet sürerim, benim gibi memleketine gidemeyen arkadaşlarla buluşup kafayı bulurum... 

Neyse, zaman gösterecek. Şimdilik tüm hissiyatım yazıyla arama duvarlar örme yönünde. Hayatımda çok ciddi bir deprem olmazsa da bu duvarların yıkılacağını sanmıyorum. 

Bu giriyi sabah balkonda yazdım. Aşağıda Tai-Chi yapan amcalar var, site içerisinde koşan gençler, köpeklerini gezdirenler, çöpü atmaya çıkmış pijamalı teyzeler... Kuşlar cıvıldıyor, havada bahar var. Sıcak ve bunaltıcı bir günün en güzel saatleri bunlar. Şimdi duş alıp okula gitme zamanı. Vaktim olursa gün içinde tekrar okur, gerekli düzeltileri yaparım. Gerçi okula bir girdim mi başımı kaşıyacak vaktim bile olmuyor. Yine de umut, her şeye rağmen umut... 

Sağlıcakla,

* Belki Türkçe yazmayı tümüyle bırakıp, öykülerimi İngilizce yazmalıyım. Bunları çevirtmek ve yayımlatmak çok daha kolay olacaktır... (Bak nasıl da bırakmak istemiyorsun yazmayı!!!)