Bu Blogda Ara

07 Nisan 2010

Göçperest

Günlerdir yaklaşan sınavlarımdan dolayı sayfamı güncelleyemedim. Bugün nette gezinirken eski bir şiirime rastladım. Havuz dergisinde çıkmıştı yıllar önce. Yaşadığım unutulmasın diye buraya da koyuyorum o şiiri...

Sınavlardan sonra yazmaya eski sıklığımla devam edeceğim...

Ali ---


GÖÇPEREST

-Tüm göçperestlere, ama en çok ACS'ye-

İlk söz:

Denize atılan şişe
geri gelmemek gerektir
hedefe ulaşamasa bile
umudun ve isyanın sesidir.

Bakmalar:

Duydum ki gidiyormuşsun
Sen de bırakıyormuşsun İstanbul’u
öyleyse dostum
madem gidiyorsun
ve benden çok daha iyi biliyorsun
lekesiz bir güneş gölgelenince
kalbe düşen sır
çözülmüş bir yaşamaksa eğer
ardına bakmamak düşer bizlere.

Ben:

Gözlerinde yıldızlarla bakarsın sen hayata
saçların hakaretler karşısında direngendir
intizamsız bir ordudur yüreğin
biliyorum benim yerim ayrıdır orada.

Tereddüt:

Yaşamayı bir düşe benzettin de
ben güvercini oluverdim o düşün
sen künde üstüne künde
sakın bir daha düşünme
düşünmek
tereddüt etmektir
senin ifadenle
“diken çiğnemektir.”

Evde:

İşte annenin eli öpüyor dudaklarını
kardeşinin yanakları
ölüm rengi bir beyaz dolaşıyor odanın içerisinde
sen hiç tasa etme
kolay unuturlar
ölüm bu kadar zor görünse bile.

İstasyona giderken:

Etraf kalabalık ama yalnızsın
hem de hiç olmadığı kadar
her şeyi bir defa daha görmeli
bir defa daha dokunmalısın
tekerlekler tarihini çiğniyor
biliyorum göçperesti yaşamak
yazmaktan çok daha zor
elinde bir şiir var
uzaklardan bir destan
nasıl bildim ama
değil mi ki doğudan?

Hayal:

Bilirim sen trenle gitmezsin
uçağı tercih edersin hız çağında
ama ne yapayım
romantik olamıyor hava alanları kafamda
müsaade et seni trenle göndereyim
bir hayalini kurayım şu akşam sofrasında
şu güneşin en güzel olduğu zamanda
şimdi istasyonda elinde küçük bir valiz
içinde sen
içinde ben
içinde küçük dünyamız
belki doğudan gelen mektuplar da orada
bir kaç ak çamaşırın yanında büzülmüş ak bir kitap
martı renkli bir soluk alıyorsun içine
ayakların demir tozlarına bulanmış yürüyemiyorsun
treni görünce ellerin doluyor gözlerinden önce
gidiyorsun sen de yakıyorsun gemileri
dönmeyeceksin
çünkü yanmışsın ezelden beri
Yusuf’u rüyada göreni kim durdurabilir
Zeliha olsam ne yazar
kırılgan bir bakış neyi engelleyebilir
şimdi trene binerken
Boğazın serinliği teninin arkasında kalacak
son vagona gireceksin en yakın yer İstanbul’a
yolculuk bir kırlangıç sürüsüyle yarışacak
yol ise ant içiyor son defa taşımaya
sen gidiyorsun
ben burada
sen batıda
ben doğuda
ışıktan bir ses kulağında belirirse eğer
derse ki
reva mi doğurgan davamızın ardına gizlemek aşkımızı
reva mı mührün soğuk dalgasında yitirmek anımızı
unutma
müsvedde bir kâğıttan başka nedir ki uzaklıklar
işte hepsi o kadar!

Rüya :

Mavi saçlı bir çocuktun sen rüyamda
bir kamyon hırıltısıyla getirirdin güneşi her sabah
denizin hıçkırıklarını duydum sen arkanı dönünce
o mısır yediğimiz Beşiktaş sahili
ağlıyordu sen dönmeyeceğini söyleyince.

Gerçek:

Allahsızın duvarına çarpan çıplak sine
kirli bir itiraf sararsa etrafını
zayıf ama dosttan zayıf ama
mektuplar bulanmıyorsa inanç boyasına
sen anlarsın vahamet-i ruhiyemi
anlar ve ağlarsın bilirim
seversin beni köylünün toprağa hasreti gibi
aynada gerçeği ararken buldumsa seni
öyle bırakacağım
seni ham şiirin mayasına bulayacağım
hakperestim öyleyse
sonsözüm es olmalı ilk sözüme.

Son söz :

Denize atılan şişe
geri gelmemek gerektir
hedefe ulaşamasa bile
aşkın ve şiirin sesidir.

2001