Bu Blogda Ara

07 Ekim 2019

LEKE


                                                               
“Hedeflerini küçük seçersen çabuk yorulursun.”

Gözlerini hafifçe araladı Wang Chao. Kirpiklerinin ucunda biriken su damlası, yanından geçmekte olan dedeyle torununu hem bulanık hem de olduklarından daha şişman gösteriyordu. Buzlu camın arkasındaki iki hayalet süzülerek kendisine doğru geliyordu adeta, birleşip sonra yine ayrılan iki boz bulut rüzgârın etkisiyle yuvarlanarak ilerliyordu kaldırımda. Gözlerini birkaç kere kırpıp, yanağından aşağıya terini akıtınca fark edebildi pembe yanaklı çocuğun burnunu çeke çeke ağladığını. Çocuğun yutkunurken şişip inen boğazına baktı, elinin arkasıyla gözyaşlarını silişine, hırıltıyla yükselip alçalan göğsüne... Baston yutmuş gibi dik bir halde yanında yürüyen kösele suratlı dede ise istifini bozmadan devam ediyordu azarlarına.

“Sen o çocuklarla bir misin, kendini onlarla niye eşit görüyorsun, niye değerli vaktini israf ediyorsun oyunla eğlenceyle? En iyi liseye göndereceğiz biz seni, en iyi hocalar bula…”

Dedenin sesi kaldırımın oynak parkeleri üzerinde hızla ilerleyen bir e-bisikletin çıkardığı takırtıya mağlup oldu. Wang Chao, bir yandan köşeyi dönüp kaybolan dedeyle toruna bakarken, bir yandan da yanlış pozisyonda uyuduğu için tutulan belini sol eliyle destekleyerek hafiften doğruldu. Kaç saattir uyuyordu acaba? Neden kimse uyandırmamıştı onu? Bunca zaman hiç sipariş gelmemiş miydi? Ağrıyan boynuna inat kafasını çevirip diğer kuryelere baktı.  Binanın gölgesinin vurduğu köşedeki karton kutuların üzerine kendisini atmış olanlar, kalın bir bezi yere serip üzerine yan yan yatanlar, az ilerideki üst geçidin direğine sırtını verip sızanlar, sırt üstü yatıp çıplak göğsünün üzerinde birleştirdiği ellerinin altında en değerli hazinesi olan cep telefonunu saklayanlar, kâğıt toplayıcılarının üçtekerlerinin arkasına cenin pozisyonunda kıvrılanlar… Temiz ve yumuşak bir zemin bulamayanlar da Wang Chao gibi e-bisikletin üzerine yayılırlar, düşmemek için de bir ahtapot gibi sarılırlardı gidonlara ve pedallara. Hemen herkes buradaydı, demek hiç sipariş gelmemişti gözünü kapattığından beri. Böyle olur genelde öğleden sonraları. Öğlen yemeği sıralarında yaz yağmuru gibi kısa süreli ama şiddetli bir fırtına yaşanır, durmaksızın koştururlar sağa sola, iki saniye durup soluklanamazlar. Sonrasında geniş bir boşluk bekler onları, Çanco’nun, eylül ayı başlamış olmasına rağmen, sıcağının en çok hissedildiği zaman dilimidir bu. Havanın kesif bir jel haline bürünüp yürümeyi adeta su altı dalışına dönüştürdüğü, gölgenin en çok kıymetlendiği ve beyinlerin sıcaktan mayışıp fonksiyonlarını en aza indirdiği bir zaman dilimi. Akşama doğru başlar yine koşuşturma, kent hareketlenir, ışıklar ve sesler yattıkları ikindi uykusundan uyanırlar. İşte bu vakit, motokuryeler için günün ikinci av mevsimidir.  Çürük bir yemişin üzerine konup kalkan sinekler gibi vızıldarlar hava iyice kararana, hatta kimi zaman gece yarısına, eğer yorulmadılarsa da sabaha kadar.

Az önce Wang Chao’nun yanından geçip giden dedeyle torun geri dönmüşler, şimdi ters yöne doğru yürüyorlardı. Çocuğun elinde bir dondurma vardı bu sefer, kızarmış minik gözlerinden ve ıslak burnundan ağlamaya karşı direnmeye devam ettiği ve bunu beceremediği anlaşılıyordu. Yine de bakışlarından bir dinginlik, soğumuş külleri andıran tatmin olmuş bir uysallık okunuyordu. Ateş rengi dilini ağzına hiç sokmaksızın dondurmanın etrafında gezdiriyor, bir su yılanı gibi kıvıra kıvıra dondurmanın üstündeki tüm renkleri dudaklarının etrafına saça saça mideye indiriyordu. Dede ise arzu etmediği bir sessizliğe mahkûm edilmiş olmanın verdiği mahcubiyet haliyle, bir gözü torununda diğeri tuzaklarla dolu bir tatbikat sahasını andıran kaldırımın kırık dökük parkelerinde, kendi kendine mırıldanarak yürüyordu.

*** Devamı yayımlanacak kitapta...