FELSEFESİZLEŞTİREMEDİKLERİMİZDEN
MİSİNİZ?
Yeni eğitim
yasası ile ülkemizde çok şeyin değişeceğini düşünenlerdenim. Her geçen gün
biraz daha uzaklaşıyoruz aklın ve bilimin yolundan, bağırıp direndikçe
üzerimize daha çok çamur döküyorlar sanki, içine saplandığımız bataklık daha
bir çekiyor bizi bilinmez merkezine doğru. Oysa tarihin evrimi içerisinde
aksini görmemiz, tersi yönde ilerlememiz gerekirdi. Masallardan ve mesnetsiz
hikayelerden kaçıp bilimin deneyle test edilebilen, yeri geldiğinde yanlışlanıp
çöpe atılabilen kuramlarına ulaşmamız gerekirdi tarihin bu aydınlanmış devrinde.
Bu kötüye doğru gidişimizin altındaki önemli nedenlerden birisi –pekçok siyasi
ve tarihsel nedenin yanında- olarak, felsefe eğitimine yeteri kadar önem
vermememiz sayılabilir.
Felsefe, sözcüğün
anlamına bakacak olursak, bilgelik sevgisi demektir. İşi etimolojiye yönlendirip,
kafaları karıştırmaya gerek yok. Felsefenin en büyük amacı insana sorgulamayı
öğretmesidir, kanıtı olmayan bir iddiayı kabul etmemeyi, iç tutarlılığın
olmadığı bir sistemi ciddiye almamayı önerir felsefe. Her şeyi sorgulamayı,
hiçbir şeyi söyleyenden ya da söylendiği ortamdan dolayı kabul etmemeyi öğretir.
Gerçeğin ancak araştırmak, düşünmek, tartışmak ve uzlaşmakla kurulabilen –bulunulan
demiyorum- bir amaç olduğunu gösterir bize. Felsefede durmak yoktur, tatmin olmak
yoktur, şana şöhrete tamah etmek, paraya tapmak yoktur, onun bunun peşinden
gitmek yoktur. Herkes insandır, herkes eşit derecede yanlıştır. İnsanın tek
hocası ve rehberi gerçektir ve gerçek “yolda olmanın” ta kendisidir.
Felsefeyi böyle
tanımlayınca ne derece tehlikeli bir silahtan bahsettiğim anlaşılmıştır
sanırım. Tanımlara sığmayan, insanı sürekli yenileyen, asla yalnız bırakmayan
bir dinamikten bahsediyorum. Böyle bir dinamik sanatı da bilimi de
renklendirir, böyle bir hareketlilik eğitimi de siyaseti de canlandırır, yola
getirir. Felsefe eğitiminden nasibini alamayanlar ucuz muhabbetlerin, lakayt
eğlencelerin, klişe yapıtların, gündelik tatminiyetlerin kıskacından kurtulamazlar.
Felsefe insanı hurafelerden ve bağnazlıklardan kurtarır, hayatta asıl önemli
olana yönlendirir: Araştırmaya, yaratmaya, yaşamın anlamını aramayı –ya da
bulmuşluk taslamayı- bırakıp yaşama anlam katmaya davet eder insanı...
İnsanımıza
felsefe deyince akıllarına hemen “Düşünüyorum, öyleyse varım.” gibisinden
matraklıklar gelir. Felsefeciler ya saçı sakalı birbirine karışmış çılgın
adamlardır ya da “Niye benim ben?” diye düşünmekten aklını oynatmış delilerdir.
Felsefecilere güvenmez bizim halkımız, sözünü dinlemez, kaâle almaz. Çünkü
felsefesi kuşkucudur, halkın yüzyıllardır sormaya üşendiği ya da yanıtından
korktuğu soruları bir çırpıda sorar, takmaz yıkacağı kumdan kalelerin altında
kalacak hurafeleri ve onların üzerinde adını duyuran sözde ulakları. Bizde
böyledir ama dünyanın başka yerlerinde hiç de öyle değildir.
Mesela, dünyanın
dört bir yanında eğitim veren binlerce uluslararası lisenin IB müfredatında
okutulan bir derstir “Bilgi Kuramı”. Bilginin kaynağını, tutarlılığını,
geçerliliğini sorgular öğrenciler bu derste. Akılcılığın karşısına deneyciliği
koyarlar, Descartes’ın karşısına Locke’u çıkarırlar, Hume’u, Kant’ı, Bergson’u
tartışırlar. Yeni doğan bir bebeğin “idea innate”yle mi yoksa “tabula rasa”yla
mı doğduğunu sorgularlar. Sonra bu tartışmaların ışığında siyasi kararları,
dinsel inanışları, bilimsel kuramları, tarihsel gelişimleri masaya yatırırlar. Şuna
inan, buna inan değildir amaç. Anlamaktır insanı tüm derinliğiyle, sığ
göründüğü zamanlarda bile aslında derin olduğunu, bu derinliğin bulanıklığa
kurban edildiğini baştan kabul ederek.
Bilimle bilim
olanı ayırmak için, sanatla sanat olmayanı ayırmak için gereklidir felsefe. Bilimsel
bilgiyi diğer tür bilgilerden farklı kılan nedir? Kanıtı olmayan bir bilgiye
inanmak neden tehlikelidir? Bilimin teknik olarak asla yanıt veremeyeceği
sorular var mıdır? Yanıtı olmayan soru sorulmaya değer mi? İnsan etik bir
varlık olarak toplumun neresinde yer
alır? Sorular çoğaltılır, yanıtlar daha bir çoğaltılır. Bilimle ve matematikle
uğraşanlar eğer felsefeye sırtlarını dönerlerse asla tam anlamıyla özgür
düşünceli bireyler olamazlar.
Çünkü felsefe
eğitiminin vereceğini maalesef içinden felsefesi çıkarılmış bilim ve matematik
dersleri veremez. Verdiğini sananlar aldanıyorlardır. Bunu anlamanız için
etrafınızdaki doktorların, mühendislerin, öğretmenlerin gündelik hayatlarına
bakmanız yeterli. Verdiği ilaçlar fayda etmeyince hastayı üfürükçü hocaya
gönderen doktorların, falcılardan medet uman mühendislerin yaşadığı bir ülkedir
Türkiye. Şaşılacak ne var bunda! Bilim tek başına insana sorgulamayı öğretmez.
Özellikle günümüzün her geçen gün biraz daha amacından saptırılan, uluslararası
şirketlerin elinde oyuncak halini alan bilim bunu hiç yapamaz. Neden mi?
Eskiden tüm bilimlere felsefe denirdi çünkü
amaç hangi açıdan olura olsun insanı ve doğayı anlamaktı. Oysa günümüzde bilimler
ve kolları o kadar gelişti ki felsefe bilimlerin çok altında kaldığı için
unutuldu gitti. Bu yüzden de tüm bilimler hayatı kolaylaştırmaya yarayan
pragmatik “soru çözme” kıvamına büründüler. Matematik mi öğreniyorsunuz, o
zaman, harcamaları enaza indirip, geliri ençoka çıkar bakalım! Kâr edelim. Fizik
mi öğreniyorsun, yap bir köprü, yap bir baraj! Kimya mı çalışıyorsun, yap bir
alet sürtünmeyi sıfıra indiren... Sayı nedir?, Nereden gelmiştir?, İnsan zihni
sayıyı ve saymayı nasıl keşfetmiştir?, Madde nedir?, Maddesizlik nedir?, Anlam
ve dil ne kadar birbirine bağlıdır?, Düşünce ve dil birbirleriyle nedensel
olarak mı yoksa zamansal olarak mı ilişkilidir? Tüm bildiklerimiz hakkındaki
bilgimizin kaynağı nedir?
Bu gibi “gereksiz”
sorularla sakın ilgilenme, bırak onları karanlık odalarında pipo içip, simsiyah
kahvelerini acı suratlarına inatla içen felsefeciler düşünsün. Sen sana verilen
soruları çöz, para getirecek projeleri idare et, mühendis de olsan doktor da
olsan öğretmen de olsan, derine inme, faydasız sorularla uğraşma, hele yanıtı
olmayan sorulara hiç ama hiç bulaşma...
Uzun sözün
kısası, keşke ilkokullarda yaratıcı düşünme ve sorunlara farklı yaklaşabilme dersi
verebilsek seçmeli olarak. Çocuklar düşünmeyi ve sorgulamayı öğrense erken
yaşlarda. “Düşünce Tarihi”ni öğretelim ortaokullarda. Thales’den Aristo’ya,
İbn-i Rüşd’den Newton’a, düşüncenin evrimini, insan zihninin o başdöndürücü
serüvenini öğrensin çocuklar. Liselere “Bilgi Kuramı” dersi verelim.
Duydukları, gördükleri ve hatta söyledikleri her cümleyi sorgulasınlar,
kaynağını araştırsınlar, tutarlılık ve geçerlilik süzgecinden geçirsinler. Bilimi
bilim olmayandan ayırsınlar. Çünkü inanın bana, ne matematik ne fizik ne de
biyoloji verebilir felsefenin vereceğini. Tarih en büyük şahidimdir. Felsefesizleşenler
uzun vadede tarih sahnesinden silinenlerdir.
İşte dünyaya
demokrasiyi öğreten Yunan, işte insanlığa en kapsamlı hukuku sunan Roma, işte ortaçağda
matematikte ve bilimde batıya hocalık eden İslam Medeniyeti...
Felsefesizleşmeyelim, felsefesizleştirmeyelim, felsefesizleştiremediklerinden olalım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder