Bu Blogda Ara

31 Aralık 2011

Hocamız Değil Onlar!

Ömer Muhtar’i izleyenler anımsar, filmin en önemli sahnelerinden birisini. Çölde pusuya yakalanan İtalyan askerleri, Ömer Muhtar’ın adamlarıyla çatışmaya girince, birer birer öldürülürler. Geriye genç bir subay kalır ve o da teslim olur. Ömer Muhtar’ın yanıbaşındaki mücahitlerden birisi bu genç subayı da öldürmek ister ama Ömer Muhtar ona engel olur. Mücahit “Ama onlar öldürüyor bizi!” deyince Ömer Muhtar “Hocamız değil onlar!” der ve konuyu kapatır.

Şırnak Uludere’de geçen gün meydana gelen olay bir kaza olabilir, daha önce yapılan hataları tekrarlamamak için alınan aşırı sert bir önlem olabilir, PKK’nın ya da Türk ordusuna istihbarat sağlayan güçlerin bir oyunu da olabilir. Fakat tüm bu gerekçeler ya da bahaneler, olaya insancıl yönden bakmamızı engellememeli, yangına körükle gitmemize yol açmamalıdır. Ölenler Türkiye’nin en yoksul, en bakımsız, en ücra topraklarında yaşayan –yaşamaya çalışan- Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır, ölenler askere gitme yaşında olan gençlerdir, ölenler başka seçenekleri olmadıkları için geçimlerini kaçakçılıkla sağlayan silahsız masumlardır. Kimse tutup da kaçakçıları vurduk falan demesin! O topraklarda iş var mı ki insanlar çalışsın, o topraklarda sürdürülebilir bir ekonomi var mı ki insanlar kaçakçılıktan vazgeçsin! Kentlerde yaşayıp, evlerinin en yakınındaki direkten çatılarına kaçak kablo çeken insanların başına bomba yağdığını hiç duydunuz mu ki böylesine bir olayı “TSK kaçakçıları bombaladı” diye veren haber kanallarını normal karşılayalım? Hadi bu politize edilmiş haber başlığını geçelim. Peki ya sosyal medyada tartışılanlara ne demeli! Peki CNN Türk’ün sahibinin, bombalama haberini verecek olan sunucusunu herkesin gözü önünde, neredeyse zorlayarak susturmasına…



Kimileri olayın sorumlusu olarak Kürt halkını göstermiş, kimileri olayı “Onlar şehitlere üzülmüyorlardı ama…” noktasına getirip, işi intikamla sonlandırma gayretine girişmiş, kimileri de “Ne işleri dağda gecenin bir yarısı” deyip işin içinden çıkmaya yeltenmiş. Oysa başta da yazdığım gibi Türkiye Cumhuriyeti bir devlettir ve vatandaşlarının hayatlarını, sağlıklarını, haklarını korumakla yükümlüdür. Terörist bir kuruma karşı teröristçe karşılık veremez, vermemeli. Olay bir kazaysa, devlet zaman kaybetmeden özür dilemeli, bombalanan yere gidip, ölenlerin yakınlarının gönüllerini almalıdır, ailelere tazminat vermelidir. Ölenler başkaları olsaydı rical-i devleti hemen olay yerinde görürdük. Ortada bir hata, yanlış bir istihbarat varsa, çıksın birisi özür dilesin, oradaki halkın yüreğine su serpsin, yaralarını sarsın. Aksi takdirde ne tek yürek tek ülkeden sözetmeye hakları vardır bu sükunet aşıklarının ne de dün gece ölenlerin çocuklarının, kardeşlerinin dağa çıkması karşısında edecekleri bir laf. PKK baskınında şehit olan askerlerimizi ve masum sivilleri ne kadar anıyor, onlara ne kadar üzülüyorsak; aynı duyguları bu köylüler için hissedemiyorsak PKK'yı kendimize hoca olarak kabul etmişiz demektir.

“Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” diyerek şova çevirdiğimiz uluslararası toplantıları anımsayalım bir de! Gazze’ye yardım götüren gemiye yapılan baskını, deniz sınırından içeriye girmek isteyen aktivistlerin kurşun yağmuruna tutuluşunu ve öldürüşünü. Ardından bizim hükümetimizin özür talebini ve karşı tarafın sınır ihlalini, teröristlere yardım etme bahanesini öne sürüşlerini ve bir türlü özür dilememelerini... Bize bir şeyler anlatmalı bu iki durumun benzerliği. Başsağlığı dileyip, bir özrü, birkaç istifayı çok gören hükümetlerin değerini düşündürmeli belki de. Ölen 35 can, Şırnak’ta değil de İzmir’de ya da Bursa’da olsaydı Türkiye halkının ve hükümetinin tepkisi aynı olur muydu sorusu da gelmeli akıllarımıza, her ne kadar yanıt bulamayacağımızı bilesek de...



Görünen o ki “operasyon hatası”, “istihbarat yanlışlığı”, “heronların hinliği” gibi katliamı alet edevata atfederek işin içinden sıyrılmak isteyen, korkak bir güruh var başımızda. Ha bir de çıkıp konuşmaya devam ederler, Ermeni soykırımı olmadı, yolda öldüler (operasyon hatası). Dersim’de katliam olmadı, onlar orduyla savaşan eşkiyalarla karıştırıldı (yanlış istihbarat). Maraş’ta aleviler öldürülmedi, tahrik sonucu gelişti çatışmalar (bilinmeyen dış güçler)... Liste uzayıp gider ama sorunlar çözülmez. Çünkü halkıyla dost olmaya çalışan bir devlet yoktur ortada. Yazanı, çizeni, en ufak laf edeni hapse yollayan bir sistemden söz ediyoruz. Kendi halkına işkence yapan, sorumluları yakalamaktan kaçınan, sorunları çözmek yerine lafazanlıkla vakit kaybeden insanlardan. Bu vakit kaybetme huyu, bu işleri ağırdan alma nemelazımcılığı, bu bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın adamsendeciliği sürdüğü sürece Türkiye’deki Kürt sorunu çözülmez, çözülemez. Çünkü kendimize rehber edindiğimiz ilkeler yanlış, insan tabanında değil de güç tabanında birleşiyoruz. Akıl rehberlerimizi yanlış adreslerde arıyoruz...

Ve bana öyle görünüyor ki İsrail sadece dostumuz değil, hocamız da aynı zamanda...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder