Bu arada "Sıfırıncı Kilometre"yi gözden geçirdim, biraz değiştirdim. Her yeni bölümde bunu yapacağım, aksi takdirde öykünün tutarlılığı tehlikeye girecek.
Kilometre 1 (Strangers in the Night)
Her şey birle başlar. Doğum birdir, yaşam bir, ölen birdir, öldüren de. Birleri yanyana koyarak elde ederiz diğer sayıları. Birleri üstüste dizerek fark ederiz başarının bir anlamının olduğunu. Beyaz kumsala dizdiğimiz kavkıları bir kol darbesi sakarlığıyla yerle bir ettiğimizde karşılaşırız başarısızlığa. Aşk da birdir pek çoğu için, biri arar insan yaşamı boyunca, yerine başkasının konulamayacağına inandığı birini sorar boyuna, günbatımı alacakaranlıklarında, evlerin önlerindeki çardaklarda çenebazlık yapan yaşlı amcalara ve teyzelere, gecenin karasında parıldayan yeni yıldızlara bakıp, belbağlar o beklenen birin geleceği günün yaklaştığı ümidine...
Ağır ağır harekete geçen bir tren gibi başlıyor kollarımız, ayaklarımız çalışmaya. Dalgaların sahile yaklaştıkça daha bir görünür, daha bir köpüklü olması gibi bizler de önümüzdeki başlangıç çizgisine yaklaştıkça hızlanıyoruz, hevesimizi arttırarak. Hoş, insan ancak o zaman anlayabiliyor yarışa ne kadar geriden başladığını, neler kaçırdığını. Aynı şekilde, geriye dönüp bakmadıkça, ne kadar ilerde başladığını ölçecek bir yöntemimiz de yok! Hayat da böyle değil mi? Başlangıç çizgisinin üzerine basınca ayakkabımın üzerindeki çipi algılayan makine biiiip ediyor, aynı anda birçok koşucu çizgiye ulaştığı için onlarca biiiip birbine ekleniyor, upuzun bir biiiiiiiiiiip dakikalarca durmaksızın yayılıyor çizginin öbeğinden dünyaya doğru, ilan ediyor başlangıcı. Müziği açıyorum sağ elimi kulağımın arkasına götürüp. Elim yanlışlıkla “harmanla” düğmesine gidiyor önce. Kayıtlı yüzlerce şarkıdan rastgele birisi gelecek demektir bu, tıpkı radyoda bir sonra seslendirilecek parçanın rastgele bir değişken olması gibi. Ses akıyor kulaklarıma, bostanların arasından sabırla ve inatla ilerleyen ince bir dere gibi, akıyor ve dolduruyor uzun süredir boş kalmış öbekleri, doldurmamak için bir hayli çabaladığım o ıssız dehlizleri.
Strangers in the night exchanging glances
Wond'ring in the night
What were the chances we'd be sharing love
Before the night was through.
Wond'ring in the night
What were the chances we'd be sharing love
Before the night was through.
“Bak bunu da silmeliymişim” diyorum içimden. Kapatıyorum müziği. Gittikçe hızlanan adımlarımız, yeri daha bir hiddetle dövmeye başlıyor. Az önce ayyuka çıkan curcuna ve tantana bir anda yerini asfalta vuran ayakkabıların kaotik –dinledikçe, aykırı bir güzellik de süzülebiliyor bu kokofoniden, nasıl dinlediğine bağlı sanırım- sesine bırakıyor, bir de sıklaşan nefes alıp vermeler, yere düşen şapkalar, anahtarlar, müzikçalarlar. Önümdeki boşluklardan faydalanıp birkaç kişiyi geçiyorum. Kendime yolun sağ tarafından bir yer edinip, hep aynı yerde koşmaya karar veriyorum, karanlık bir mağarada tutunduğum bir ipi takip ediyormuşum gibi. Ne de olsa kimseyle yarışmıyorum ben, ne de olsa kendimden, yani dizimden ve ayaklarımın arkasındaki yaralardan başka rakibim yok, ne de olsa Emine bekliyor olmayacak bitiş noktasında. Bir sonbahar sabahı çiseleyen sıkıcı yağmur damlaları gibi, fabrikaların griye çevirdiği bir kasabanın bitmeyen öğleden sonraları gibi, aheste aheste koşacağım hedefime doğru. Ne beni geçenlere gocunacağım ne de geçtiklerimden dolayı en ufak bir sevinç duyacağım, sanki kocaman parkta tek başıma koşyormuşum gibi, tüm evren benim yarışı bitirmemi bekliyormuş, unutmak istediğim tüm geçmişim yarışın bitiş çizgisinde katlanmış siyah bir çarşaf gibi kucağıma verilecekmiş gibi, sanki Emine beni bitiş çizgisinde... Düşünme şimdi onu, düşünmeeeee...
Yanımdan uzunboylu bir adam geçiyor. Sırtına oyuncak ayı bağlamış, çanta gibi asmış omuzlarından aşağıya ayıyı. Ayıya sorsan adamın omuzuna tırmanmakla meşgul. Küçük kızına “Senin oyuncak ayına –adı da vadır bu ayının kesin- yarı maraton koşturayım mı?” demiştir babası kesin. Kız da “evet babacığım” demiştir ayıcığın başına ne geleceğini bilmeden. İşte sonucu, adamın sırtında gezmeye çıkmış bir tersileceği!.
Ayaklarım açılmış olacak ki hızlanıyorum. Arasıra en sağdaki kulvardan çıkıp, seke seke yolunu bulan bir çekirge gibi önlere geçiyorum. Ne kadar hızlı gidersem gideyim önümdeki insan selinin biteceği yok. “Ne de olsa yarı maraton” diyorum kendi kendime. “Hayatta neyim tam oldu ki bu tam olsun?” diye de ekliyorum haksız olduğumu bilerek. Üniversite sınavında 54 matematik sorusundan 53’ünü doğru yapmıştım ben, katıldığım satranç turnuvasında Çinli bir liseliye yenilip ikinci olmuştum, aşık olduğum ilk kızın karşısına geçip kalbimi açamadığım için onu en yakın arkadaşıma kaptırmıştım, üniversite yıllarında zaman zaman yanlarına katıldığım sosyalistlere de arasıra göz kırptığım tutuculara da hiçbir zaman tam olarak inanamadım, tam olarak başımı koyamadım onların baş koydukları yollara. Ne zaman onlar gibi olacak olsam karşı tarafın da haklı olabileceği düşüncesi kemirmeye başladı içimde yeşermeye başlayan idealizmi. Sonra üniversitenin ilk yılında deliler gibi sevdiğim, sevdiğimi ve sevildiğimi sandığım, o yeşil gözlü kız, onunla yaşadıklarım da yarım kalmıştı. Bırakıp gitmişti beni çok sevdiği tiyatro uğruna, bir kere “dur gitme” diyememiştim arkasından. Gittiği için onu haklı bulmuştum, terk edilmeyi hak ettiğime kendime inandırmıştım. İçkiyi de ölçülü içerim ben, asla sarhoş olmam, olamam, olmadım şimdiye kadar. Kafam bulanmaya başlar başlamaz suya yöneldim hep, kanımda dolaşan deliliği seyreltmek için, akıllılıktan delirdiğimi fark etmeksizin.
Hep yolun kenarında durdum, akıntının gözümün önünden geçip gitmesini izlemek, yaygara dindikten sonra ortaya çıkmak, suya sabuna dokunmaksızın ortaya çıkacaklardan nemalanmak istedim. Hem vardım hem yoktum girdiğim her toplulukta. İşte şimdi de yarı maraton koşuyorum. Emine’nin harita çizen sol eli sanki hep omuzumda, gözleri beni dikizliyor biliyorum. Devrim, devrim deyip duruyor ağaçların arasından, haritaya yeni eklediği bir bahçeden. Bizim gruptan bir arkadaş yanımdan geçiyor ağır ağır, “Dayan dayan, az kaldı bitişe.” diyor parmağıyla o anda tam seçemediğim bir beyazlığı göstererek. O yanımdan geçip, önümde hop hop zıplayan kalabalığa karışınca fark edebiliyorum, parmağının imleyerek müjdelediğini. “1 km” yazan beyaz çizgiyi geçiyorum ve derin bir nefesi salıyorum havaya, sanki uzun süre bu çok özel an için içeride tutmuşum gibi. Yanımdakilerden bazıları sevinç çığlıkları atıyor, sanki yarışı bitirmişler. Kimileri alkışlıyor, kimileri ıslık çalıyor. Birin bitişini kutluyoruz anlık bile olsa koşuya ara vermeden. Birin bitişini, ikinin başlangıcını.
Kilometre 2 (Yalan da olsa mutluyum ya bu bana yetiyor.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder