Bu Blogda Ara

25 Mayıs 2007

Vietnam'dan Mektuplar 74

25 Mayıs 2006 – 20:40 – Ev

Yabancı olarak size tuhaf gelen bir davranış hakkında o toplumun içinde doğup büyümüş birisiyle konuşsanız, sizi mutlaka o tuhaf davranışın ne kadar normal, hatta ne kadar gerekli olduğuna inandıracaktır. Bir davranış bize tuhaf geldiği için yanlış olamayacağına göre ya biz de bir yanlışlık vardır ya da ortada bir yanlışlık yoktur da biz öyle zannediyoruzdur. Böyle bir seçeneği kabul etmek tüm bir toplumu akılsız ya da ahmak saymaktan daha mantıklıdır. Mesela burada bir kahvehanede –kahve, çay, meyve suyu ya da bira içilen ve arkadaşlarla bir araya gelinen yer anlamında- size içeceğinizi getiren garson bardağı ya da fincanı masanın üzerine koyduktan sonra bir de avucunun içini yavaşça size doğru çevirip, size bardağı gösterir. Hani bardağın masaya konduğunu, içeceğin hazır olduğunu ve benim içme eylemine başlayabileceğimi belirtmektedir. Daha önce başka bir ülkede görmediğim için bana tuhaf gelen bu davranışa başlarda gülmüştüm. Sonra fark ettim ki bir tek ben gülüyorum. Çünkü Vietnamlılar için bu davranış, müşteriye saygının bir göstergesi. Sadece sıradan bir davranış değil, iyi bir mekanda olmazsa olmaz denilecek türden bir incelik, bir nezaket. Tuhaf değil, sıradan bile değil, gerekli!

Vietnam’a, özellikle de Hanoi’a ya da Ho Çi Min Kenti’ne gelen her ziyaretçinin, havaalanından çıkar çıkmaz farkedeceği en önemli özellik sanırım ne savaştan çıkmış bir ülkenin bezgin insanlarıdır ne de koloni döneminden kalma yıkık dökük Fransız mimarisini andıran binalardır. Eminim bu ve benzeri özellikleri görmeye, belgelemeye, fotoğraflamaya gelen pek çok sanatçı, gezgin ya da yazar vardır. Bunların çok da ötesinde bu iki kente damgasını vurmuş bir başka etkenden, insanların yaşamının hemen her karesine girmiş, gündelik yaşantının vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş bir olgudan söz etmek istiyorum. Trafik ya da hava kirliliği değil, gürültü ya da yağmur hiç değil anlatmak istediğim... Hepsinin ötesinde, farkedilmeyecek kadar içeride bir şey var insanların hayatında. Motorsikletlerden söz ediyorum! Bu ülkede motorsikletler bir yerden bir yere gitmek için kullanılan bir aracın çok daha ötesinde amaçlara hizmet edebilen, yeri geldiği zaman kahvehane, yeri geldiği zaman genelev, yeri geldiği zaman da aileyi birleştirici etken olabilen, evlerin baştacı denilebilecek araçlar.

Tuhaf değiller, sıradan bile değiller, gerekliler! Yolların her köşesini dolduran, yol dolduğu anda kaldırıma taşan, tümseklerin, tabelaların arasından yılan gibi kıvrılarak ilerleyen, her köşe başında yavaşlayıp etrafa baktıktan sonra dönüşü yapacakları yerde, dönüşü yaptıktan sonra ya kazayı son anda engellemek için zorlukla fren yapan ya da fren yapamadığı için diğer motorsiklete çarpan sürücülerin memleketi burası. Motorsikletler bedenin bir parçası gibi. Hani iki ayağımız yetmiyordu da şimdi bir de iki tekerimiz oldu. Böylece tamamlanmış olduk. Yalnız yaşayan bir insan için motorsiklet en iyi arkadaştır. Bir aile için motorsiklet şarttır. Az örneğini görmezsiniz beş kişilik bir aileyi motorun üzerinde. Baba önde, kendisiyle motorsikletin direksiyonu arasında kalan koltuğun uç kısmında bir çocuk. Babanın arkasında sıkışmış halde iki çocuk. Ve tabii onları sıkıştıran, en arkada, ayaklarını koyacak yer olmadığı için uçmak isteyen penguenin kanat çırpması gibi bacaklarını havada sallayan anne. Annenin arkada olmasının nedeni doğal olarak çocukların emniyeti. Öndeki ufaklık babanın kontrolünde. Arada kalan diğer ikisininde zaten düşme olasılıkları yok. Uyurlar bile çocuklar o sıcak ortamda. Bulmuşlar anne-babanın arasını.

Burada motor aynı zamanda meslek anlamına da gelebiliyor. İşi olmayan bir insan iyi-kötü bir motorsiklet aldığı zaman yeni bir işe başlayabilir. En basitinden motor-taksicilik yapabilir. Mafya tarafından kontrol edilse de, birilerine sürekli rüşvet vermek zorunda olsalar da motor-taksiciliğin kârlı bir iş olduğu ortada. Burası Tayland gibi de değil. Herhangi bir sürücü yoldan yürüyen birisini motoruna alıp, o kişiden üç-beş bin dong koparabilir. Hem bunun dışında, motorsikletle yük taşıma işi de yapabilirler. İnsanın aklı durur burada motorsiklet üzerinde taşınan şeyleri görünce. Ben bir keresinde buzdolabı taşıyanını görmüştüm. Öyle ufak tefek de değildi! Karyola ya da dev boyutlarda ayna taşıyanlarını da gördüm. Çimento, kiremit, beş metre boyunda boru ya da metal direk taşınan diğer şeyler. Ayrıca motoru olan bir vatandaş otellerin önünde bekleyip, otelden yalnız çıkan genç erkekleri genelevlere götürüp pezevekliğe de terfi edebilirler. Kente ilk geldiğimde çok çekmiştim bunlardan. Bir hafta boyunca her akşam peşime takıldılar ve her akşam adamı terslememe rağmen ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi aynı teklifle gelmeye devam etti. Ne zaman eşim yanıma geldi ve caddede birlikte yürüdük, o zaman rahatsız etmeyi bıraktılar. Kim demiş sadece kadınlar taciz edlir diye! Eğer pezevenklik mesleği ağır geliyorsa turist rehberliği de yapabilirler. Otelin girişinden aldıkları bir turisti, sabahtan akşama kadar kentin orasında burasında gezdirdikten sonra 20 dolar kazansa ve bir de benzin parasını ayrıyeten alsa fena iş yapmış sayılmaz. Bu da tutmazsa mariuana veya hap satabilirler ya da satıcılara müşteri ayarlayabilirler. Bu üç mesleği bir arada yapanlar çoktur Pham Ngu Lao civarında.

Motorlar o kadar doğaldır ki motorun arkasında oturan bacak bacak üstüne atmış, mini etekli, süslü kızları gördüğünüzde, onların hayattaki en sıradan işi yapıyor olduklarını sanırsınız. Sanki içinde bulundukları toz toprak umurlarında değildir, sanki yağacak olan yağmurdan, az ilerdeki kazadan, binlerce motordan aynı anda caddeye fışkırıp genizlerine yapışan karbonmonoksit gazından dolayı rahatsız olmamaktadırlar. Kuaförde, saçlarını makineye sokmuş, bir eliyle dergi okuyan, diğer eline de manikür yaptıran kadınlara benzerler bu halleriyle. Sabahları yazıhane kıyafetlerini giymiş, sabah duşundan kalma şampuan kokan ıslak saçlarını havalandırarak motorlarını süren genç kızların yerini akşamları, güneşin batımından sonra müşteri avlamak için çalıştıkları lokantalara, kafelere ya da karaoke barlara giden parlak giysili, aşırı makyajlı, uzun topuklu ayakkabılarıyla erkek sürücülerin yüreklerini hoplatan konsomatrisler alır. Bakmazlar bu kızlar sağa, sola! Tüm günü evlerinde uyuklayarak geçirmişlerdir. Şimdi dönüşüm zamanıdır. Kent bu değişime sessiz kalır. Tıpkı takım elbiseli iş adamlarının yerlerini, kıravatını çantasına koymuş, arkadaşlarıyla buluşmak için aceleyle motorunu her gördüğü deliğe sokmak isteyen genç kent delikanlılarının almaları gibidir onların dönüşümü de. Değişmeyen, değişemeyenler de var mıdır? Motor-taksiler gece yarılarına kadar aynı işi yaparlar. Ama akşamları çok müşteri bulamayınca onlar da pezevenkliğe ya da hap satıcılığına sarılırlar. Bir bulaşıcı hastalık gibi yayılır değişim kentin ara sokaklarına...

Motorların hayatın en sıradan parçaları olmasının bir başka göstergesi ise insanların motor kullanırken yaptıklarıdır. Bir eliyle sigarasını tüttürüp diğer eliyle gaz vererek motor kullananlar, telefonda konuşanlar, diğer motordaki arkadaşıyla konuşarak yanyana, aynı hızda gidenler –bunlar bazen kendilerini konuşmaya o kadar kaptırırlar ki arkalarından gelen arabaları kendilerini rahat bırakmamakla suçlarlar- , yeni doğmuş bebeklerini tırtıl gibi sarıp sarmalayıp taşıyanlar, motor hareket halindeyken öpüşenler, koklaşanlar, kız arkadaşının bacağına elini koyanlar, aynasını arkadaki araçları görmek için değil de arkasında oturan kızın yüzünü görmek için ayarlayanlar, buzlu kahve içenler, birbirine yemek yedirenler, yedikleri yemeğin artanını dökenler –ellerindeki poşeti ya da mısırın koçanını savururlar yolun kenarına ki çoğu zaman motorun hızını hesaba katmadıkları için attıkları çöp hedefledikleri noktanın çok ilerisine düşer, kimi zaman yolda yürüyen birisine çarpar.-, köpeklerini gezdirenler ve hatta saçlarını kurutanlar...

Motorlar bu kadar çok olunca motorların bakımları da ayrıca önemli oluyor. Yollarda süslü püslü motorlar görmek kolaydır. Üzerinde Che Guevera resminden –Acaba biliyor mu Che’nin hayatını upuzun bir motorsiklet yolculuğunun değiştirdiğini?- çizgi film kahramanlarının birbirini kovaladığı resimlere kadar her türlü estetik cerahi uygulanır motorlara. Hem her köşe başında seyyar benzinciler, motor tamircileri, lastik değiştiren yaşlı kadınlar/adamlar vardır. Benzin istasyonları zaten motorlar için düzenlenmiş olduğu için en çok onlar faydalanırlar. Öyle arabalaların girip çıkabileceği, girişi ve çıkışı olan benzin istasyonları yoktur kentte. Gelen dolduruyor motorunun deposunu. Şimdiye kadar ne zaman motorumun bir sorunu olsa birkaç adım ilerde birilerini buldum yardım edecek. Kendim bozulsam, yani bir yerlerim tutulsa da yürüyemeyecek olsam sanırım daha az yardım talebi alırım. Çünkü kimse yürümez buradaki yollarda. İnsanların motorları vardır. Yürümek ya yoksul inşaat işçilerine, ya ülkesine döndüğünde bronzlaşmıl teniyle hava atacak yabancı turistlere ya da dilencilere has bir iştir. Ya da motorunu uzağa park etmiş birisinin kısa süre sonlanacak yolculuğudur o yürüyüş. Yürümek o kadar tuhaftır ki kaldırımda yürürken ani hareketlerden kaçınmanız gerekir. Yoksa arkanızdan gelen bir motorsiklet üzerinize devrilebilir, yeni parkedilen bir motor önünüzü kestiği için iki motorun arasında sıkışabilir ya da karşıdan gelen bir motorla çarpışabilirsiniz. Başıma bu akşam geldiği için iyi biliyorum. Üçüncü bölgeden birinci bölgeye doğru kaldırımdan ağır ağır yürüyordum. İki gün önce dişim kırıldığı ve dolgu yaptırmayı geciktirmek istemediğim için bir dişçi görünce, hafif sağa yöneldim. Maksadım kliniğe girip, sormaktı neyi nasıl yaptıklarını. Tam yönümü değiştirmiştim ki arkamdan gelen bir motor hızını kesemediği için bana çarptı. Ardından da dengelerini kaybedince yere düştüler. İki saniye içinde kalkıp yollarına devam ettiler. Bense sinirden deliye dönmüştüm. Bir iki küfür ettim ama ettiğim küfürleri de anlamadılar. Ettiğim küfürleri anlamadıkları için bir daha küfrettim. Ne de olsa anlamıyorlar! Dişçiye gitmeyi bile unuttum o sinirle. Yoluma devam ettim...

Motorların inanların hayatındaki önemini ortaya koyan bir başka gösterge ise park ediliş şekilleri ve park edildikleri yerlerdir. İnsanların aylık gelirleri yüksek olmadığı için öyle zırt pırt motor alamazlar. Bir kere aldılar mı yıllarca kullanmaları gerekir. Bu yüzden motorları park edecekleri zaman emin ellere teslim ederler. Hemen her dükkanın ya da alışveriş merkezinin civarında bir motor park yeri vardır. Bu motor park yerine bakan birkaç bekçi de vardır. Bunlar bilet keserler ve motor başına ücret alırlar. Bu ücret karşılığında motorunuz emniyettedir, şanslıysanız gölgededir. Öyle ki yol kenarında yürüdüğünüz zaman hemen tüm gölgeliklerin motorlar tarafından kapatıldığını, bir yaya olarak size öğlen sıcağında, güneşin yakıcı ateşinin altında yürümekten başka çare kalmadığını fark edersiniz. Sonuçta motorlar yayalardan daha önemlidir. Pek çok kişi hırsız korkusundan motorunu evinin içine –önüne değil, salonunun ortasına- park eder geceleri.

Vietnam’da yağmur her an bastırabildiği için hemen herkesin motorunun altında bir, hatta bazen iki yağmurluk bulunur. Şemsiye taşımazlar çünkü trafikte şemsiyeler hem birbirine girer hem de rüzgardan dolayı motorun savrulmasına neden olabilirler. Yağmur bastırdığı anda sürücüler yol kenarında durur ve yağmurluklarını giyerler. Güneşin kolları ve yüzü iğne batırılıyormuş gibi acıtarak yaktığı zamanlarda ise bayan sürücüler önlemlerini baştan alırlar. Kollarına omuzlarına kadar uzanan, naylon çorap kalitesinde eldivenler takarlar. Bunların bir de ayaklara takılanları var. Tıpkı eldiven gibi, ayak parmaklarını geçireceğiniz uçları var. Sanırım başparmakla yanındaki parmak arasına takılıp kullanılan terliklere uyum sağlamak için icad edilmişler. Ayrıca yüzlerini de banka soyguncuları gibi bezle kapatırlar. Bu bezleri saçlarının bile arkasından cırt cırt ile tuttururlar. Kafalarında geniş şapkaları, gözlerinde de kara gözlükleri olduğu için tam anlamıyla görüntüler dünyasından soyutlanırlar. Böyle bir bayanın, bayan olduğundan başka bir çıkarım yapamayız motor üzerinde gördüğümüzde. Erkekler genelde kollarını örtmezler ama azıcık akıllı olanlar uzun kollu gömlek giyerler ve en azından ağızlarını tozdan ve gazdan korumak için maskeyle kapatırlar. Her iki cins de kask kullanımı konusunda çok ihmalkârdır. Polis kontrolü olduğu zamanlarda sürücülerin polisin bulunduğu yerin 500 metre gerisinden U dönüşü yapıp, ara sokaklara daldıklarını görürsünüz. Maksat polise görünmemek, kaskı takmamak, saçları ve havayı bozmamaktır. Çünkü motorlar kadar saçlar da önemlidir... Pek çok kadın saçları bozulmasın diye takmaz kaskı. Kask yerine şapka takarlar. Bir işe yaramayacaklarını bilseler de...

Ama sonuçta kent trafiğinde kimse hızlı gitmez, gitmeye gerek duymaz. Çünkü burada motor bir tutku değildir. Kimse olağanüstü şeyler beklemez motordan. Kız arkadaşlarına hava atmazlar motorla hız yaparak. Ya da arka tekerin üzerine bindirip şaklabanlıklar yapmazlar. Önemli olan gitmektir! Zaten trafik sürekli akar, durmak pek söz konusu değildir –kazalar ve trafik ışıkları hariç- motor sürücüleri için. Hız değildir önemli olan, çevikliktir. Suyun yolunu bulması gibi boşlukları doldurabilmek, akışa ayak uydurabilmektir amaç. Bir nehir gibi akar motorlar yol üzerinde. Bazen iki ırmağın ortada buluştukları yerde suyun bulanması gibi karışır ortalık ama kısa sürede denge haline ulaşır akıntı. Çünkü tüm sürücüler bir şeyin başka her şeyden önemli olduğunu bilirler. Hayatın devamıdır herkesin arzuladığı şey. Eve varmak, işe varmak, sevgiliye varmak, müşteriye varmak, evlada varmaktır hayatın ya da yolculuğun amacı... Bütün bunlara en emin ve çabuk bir biçimde eğer akıntıya kapılarak ulaşılabiliyorsa, bu durumda akıntının kendisi de tuhaf olamaz. Hatta sıradan bile olamaz... Gereklidir o! Tıpkı hayatın kendisi gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder