Ahh o gün, anımsadıkça yüreğimin mangaldaki et gibi cız ettiği; aydınlıkla
karanlık arasında, umutla yeis arasında, cesaretle korku arasında gidip
geldiğim, havanın bile kafasının karışık olduğu, bir açılıp bir yağdığı o hercai
gün. Seni hayatımın neresine koyacağımı bilemediğim, bir an çok sevip bağrıma
bastığım, birkaç saniye sonra nefret edip balkondan aşağı attığım o meşum gün. Sen
havaalanında heyecanla sıranın sana gelmesini beklerken, senden dokuz kişi
arkada sırada bekleyen bir kadın vardı, bilmem hatırlar mısın? Beyaz çiçeklerle
süslü, omuz kısmı şişkin, kısa kollu, uzun etekli, açık mavi bir elbise
giymiştim. Suratımda hafif bir makyaj vardı, uykusuz gecelerin izlerini silmek
için biraz krem ve allık, soluk dudaklarımda belli belirsiz bir sakura pembesi.
Kafamın içinde kördüğüm olmuş yolakların tersini temsil edercesine saçlarım
uzun, yumuşak ve düzdü o gün, bir de bordo taç vardı , yanları yıldız desenli.
Bir ara göz göze bile geldik, dalgınlığıma gelmiş olmalı ki bakışlarımı kısıp
yanaklarımı şişirerek, yedi yaşındaki oğlunu okul çıkışında karşılayan bir anne
gibi gülümsedim sana doğru. Sen de elindeki telefondan başını kaldırıp, boş gözlerle
benim olduğum tarafa doğru baktın. Benim sana gülümseyip gülümsemediğimden ya
da gülümsediğim kişinin sen olup olmadığından emin olamıyordun. Arkamdaki bir
noktaya -dışarıdaki yağmura?- yarım yamalak odaklandın ama zihninin kancası
takılmıştı bir kere bana. Kimdi bu kadın? Neden gülümsemişti sana? Daha önce
onu bir yere görmüş müydün acaba? Süpermarkette? Lokantada? Eskiden sıklıkla
gittiğin Insomnia’da? Yüzü pek yabancı gelmiyordu aslında! Hayır, hayır, ilk
defa görüyordun bu yüzü. Senden birkaç yaş büyük görünüyordu, belki de aynı
yaştaydınız. Seni birisiyle karıştırmış olmalıydı. Ama yok, sen de fark
etmiştin o gözlerde sana ait bir şeyler olduğunu, sen de anlamıştın bunun anlık
bir hatanın içine gizlenmiş uzun soluklu bir mahpusluk olduğunu. Bir çaresizlik,
bir umut arayışı, denize atılan şişedeki yalnızlık vardı o bakışlarda. Bunu
fark etmiştin ama yapabilecek bir şeyin yoktu. Gelip merhaba diyemezdin bana.
Yanında karın, çocuğun, önünde iki aylık bir yaz tatili, gideceğin diyarda
annen, ablan, yeğenlerin, arkadaşların... Suçlanacak birisi varsa bu kadın
olmalıydı, böyle lambadan çıkan cin gibi karşına çıkıp kafanı karıştıran.
Bölümlerin tamamı ileride yayınlanacak kitapta yer alacaktır.
Bir sonraki bölüm: Yer Üstünden Notlar: Sürgünden Öte (7) (sessizkuyu.blogspot.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder