Vapurların eski aşklar gibi durmaksızın gözümün önünden
geçtiği bu sahil mekânını iyi buldum. Oturdum bir tabureye, çay söyledim az
ileride semaverde çay yapıp 2 liraya satan açıkgöz adamdan. Çıkardım defterimi,
başladım yazmaya. Her bir cümleyi yazdıktan sonra başımı kaldırıp, birkaç metre
ileride balık tutan gençlerin oltalarına bakıyordum. Sanki onların balığı
düşecekti benim defterime. Uzun süredir yazmayı tasarladığım öyküye nihayet
başlayabilmiştim. Demek eksiğim buymuş; yumruk olup sahili döven deniz, yerde
buldukları pet şişeye vurdukça vuran çocuklar, sudan çıkacak hamsileri bekleyen
kediler, ellerinde haritalarıyla gezen turistler… Birinci sayfanın sonuna
yaklaşmış, soğumakta olan çaydan bir fırt çekmek için sabırsızca yazıyordum ki önümde
dev bir gölge belirdi. Başımı kaldırdım, resmi elbisesi ve gayri-resmi
bıyığıyla bir bekçiye benziyordu bu.
- Merhaba hanfendi?
-Me, merhaba!
-Kusura bakmayın rahatsız ettiğim için ama ne yazdığınızı
öğrenebilir miyim, sizin için mahsuru yoksa?
-Ne ne, na nasıl yani? Size ne benim ne yazdığımdan? Hem siz
kimsiniz?
-Hanfendi, polisim ben. İşte bu da kimliğim. Sadece ne
yazdığınızı öğrenmek istiyorum.
-İyi ama neden? İstediğimi yazarım. Değil mi? Kimi
ilgilendirir benim ne yazdığım?
-Hayır hanfendi, maalesef istediğinizi yazamazsınız. Kanunlar
var, kurallar var. Dingonun ahırı mı burası, öyle herkese her istediğini
yazsın?
-İyi ama memur bey, ben sadece yazıyorum. Yayınlama
aşamasında yaparsınız, zaten yapıyorsunuzdur ya neyse, o aşamada yaparsınız
sansürü.
-Hah işte hanfendi. Biz sansür yapmak istemiyoruz. Sansür
yapmaktan kaçınmak için yazılanları daha yazılmadan ortadan kaldırıyoruz.
Böylece ifade özgürlüğüne bir halel de gelmiş olmuyor. Malum, Avrupa Birliği
falan, hükümetin başı sıkışık.
-Ba ba bakın memur bey, ben sıradan bir öykü yazıyorum.
Bunun ne siyasetle ne de başka türlü bir yasadışılıkla ilişkisi var. Bundan
emin olabilirsiniz?
-Olamayız hanfendi. Maalesef olamayız ve olamadığımız için
de işimizi şansa bırakamayız.
-İyi ama daha konuya bile girmedim. Öylesine boğazı betimliyordum.
Martılar, balıkçılar, boğazın dalgaları falan filan. Karakterleri yazmaya
birazdan başlayacaktım.
-Ha, demek zamanında geldim. Yalnız, ben konuya girmeden
önce şu formu doldurabilir misiniz? Soruşturmanın devamında bana yardımcı
olması açısından bu form önemli.
- Ne formuymuş bu? Bir bakıym!
-Bu arada ben çay söylüyorum. Size de alayım mı bir çay? Bu
soğumuş.
-Ama bu formda öyküdeki karakter sayısı, karakterlerin
meslekleri, birbirleriyle olan akrabalık ilişkileri, olayların geçtiği yerin
adı soruluyor. Ben bunların pek çoğuna henüz karar vermedim.
-İyi ya işte, yazar hanım. Bu form size yardımcı olur.
Çabucak bu eksikleri tamamlarsınız.
- Ama memur bey, ben bu şekilde çalışmam. Yani, öykü
yazıldıkça kendi karakterlerini yaratır, ben onları takip ederim. Öyle işin
başından sonunu bilerek yazmam öykülerimi. Belki başka yazarlar her şeyi baştan
planlayıp, yapıyor olabilirler. Ben farklıyımdır.
-Bakın hanfendi, devletin memuruna zorluk çıkarmayın. Bu
formu eksiksiz doldurun. Öykünüz bittiğinde yayınlanmasını istiyorsanız bu
formun Kültür Bakanlığı’na en yakın zamanda ulaştırılması ve Bakanlık
müfettişleri tarafından onaylanması gerekiyor.
- Ama neden?
- Çünkü geçen ay bir dergide yayınlanan öykünüzde, koşan bir
adam yolda yürümekte olan polis memurunu geçiyordu. Bakanlık yaptığı
incelemede, yazmış olduğunuz öykünün halka, “eğer hızlı koşarsanız polisin
elinden kurtulabilirsiniz” türünden tehlikeli bir mesaj verebileceğini öngördü.
Fakat, yayınlanmış yapıtlara sansür uygulamayı AB müktesebatına ters bulduğu
için müdahale etmemeyi tercih etti. Bu yüzden sizin bundan sonra yazacağınız
yapıtları, yazılma aşamasında elden geçirmek istiyor. Yani amacımız sizi
sansürlemek değil, öykünüzü sansür gerektirmeyecek hale getirmek.
- A, anlamadım! Böylesi daha kötü değil mi? Benim elimden
çıkan yapıtı, sağından solundan kırpıp, bir hilkat garibesine dönüştürdüğünüzde,
ben ona nasıl benim yapıtım diyebilirim? Saçma sapan bir iş yaptığınızın
farkında mısınız?
- Sorgulamayın hanfendi, formu doldurun. Siz
doldurmuyorsanız, ben doldurayım. Verin bana kalemi de! Yıllarca düşünce
özgürlüğü dediniz. Tamam düşünmekte özgürsünüz. Ama söyleyemezsiniz aklınızdan
geçen her şeyi. Yazın karakterlerin adlarını birer birer.
- Yazmadığım öykünün henüz var olmayan karakterlerinden mi
bahsedeceğim.
-Evet, en ufak kırıntılar bile işimize yarayacak bilgiler
içerir. Söyleyin bakalım, kimler var bu öyküde?
-Ali, Süleyman ve Rıfkı adında üç kardeş, öykünün başında
boğazda balık tutuyorlar. Oldu mu?
- Dalga mı geçiyorsunuz hanfendi? 2010 Mayıs ayında, adları
İlker, Başer ve Soner adlı üç kardeşin boğazda balık tutarken ettikleri
kavgadan bahseden bir öykü yazmıştınız. Aynı şeyi yazamazsınız, beni de
kandıramazsınız!
-Yazdığım tüm öyküleri ezberlediniz mi?
-Evet, işim bu. En çok kullandığınız sözcük “heves”, en
gereksiz yere kullandığınız sözcük “meltem”, en sık seçtiğiniz konu “varoşlarda
büyümüş çocukların ve gençlerin hüzünlü hikayeleri”.
-Tamam, susma hakkım var mı? Zaten şu anda yazmakta olduğum
öykünün karakteri dilsiz ve sağır birisi. O yüzden öyküde pek konuşma yok.
Sadece betimlemeler.
-Olmaz öyle şey, sizin öykülerinizde betimlemeler asla
öykünün ana kısmını oluşturmaz. Diyaloglara önem veren bir kişisiniz. Hatta
okuduklarıma dayanarak yazdığınız betimlemelerin yetersiz ve çiğ kaldıklarını
söyleyebilirim. Diyaloglarda iyisiniz. Bence böyle devam edin yalnız
etrafınızdaki insanların konuşmalarına azıcık kulak misafiri olun. Yazdığınız
bazı diyaloglar fazlasıyla eklektik ve yapay geliyor kulağa. Yazdıklarınızı
seslice okuyun bir kere, düzeltmeleri ona göre yapın.
-Beni bu kadar tanıyorsanız, buyurun yazın benim yerime. Anlaşılan
beni de üslubumu da çok iyi biliyorsunuz. O halde benim yerime de yazabiliyor
olmalısınız.
-Olmaz öyle şey. Yazar ve yazılan iki farklı şeydir. Ben
yazılanları biliyorum, yazarı değil. Hadi söyleyin artık, kim bu öyküdeki
karakterler.
-Söyleyemem memur bey, bilmiyorum. Vallaha billaha
bilmiyorum.
-Bu konuşan siz misiniz yoksa varoşlarda emniyet sübabı
olarak inşa edilmiş bir camiden çıkan bir delikanlı, polise, cebinden çıkan
çakının kendisine ait olmadığını mı anlatmaya çalışıyor?
-Ne, deli misiniz siz memur bey? Benim ben, yarım saattir
vaktimi çalıyorsunuz, şimdi de yalancılıkla itham ediyorsunuz.
-Karakterler lütfen. Bakın sizden sonra bir şair bir de
senaryo yazarı var sırada. Daha fazla almayın vaktimi.
- Tamam, tamam, yazın. Siz de kurtulun, ben de kurtulayım.
Ana karakter, 15. yüzyılda boğazı geçerken batan bir kayıkta hayatını kaybeden
bir genç kızın hayaletinin günümüzde geri gelmesi ve İstanbul’u anlatması.
- Öyküde polis var mı?
-Şimdilik yok ama olabilir.
-Olmasın. Asker var mı?
-Çarşı iznine çıkmış bir askerle karşılaşacak kız, aşık
olacak ama hayalet olduğu için…
- Anladım, o askeri çıkarın. Askerleri aşık olan zayıf
erkekler olarak yansıtamazsınız.
-Nasıl yani, aşık olamaz mı askerler?
-Bu tartışmaya girmeyeceğim hanfendi. Devam edin, öykünüzde
ülkemizi ziyaret edecek turistleri ve işadamlarını rahatsız edecek türden
gereksiz betimlemeler var mı? Kirli sokaklar, toplanmamış çöpler, başıboş
köpekler falan…
- Olabilir, yani hayalet pis bir sokaktan geçecekti ve orada
dilenen bir çolağa yardım edecekti.
-Olmasın. O dilenciyi de çıkar öyküden. Yerine zengin bir adam
koy, arabası da olsun. Bıktı artık bu millet sizin toplumsal gerçekliğinizden.
Hayal kurun azcık, hayal…
-Tamam memur bey, kızmayın.
-Hem öyle kuru taklitleri de bırakın. Satmayın artık Latin
Amerika’dan, Rusya’dan devşirdiğiniz konuları. Özgün olun.
-İyi ama benim öyküm özgün olacaktı, sayenizde olamayacak.
-Gerek yok, önemli olan halkın hükümete güvenidir. Halk
hükümete güvensin ki istikrar sürsün, insanlar mutlu mesut para harcamaya devam
etsinler. Sizin gibi hep çirkini betimleyen yazarları okuyarak insanlar sadece şikâyetçi
olurlar, ellerindekini beğenmemeyi öğrenirler. Umut verin azcık, umut…
-azıcık
-ha?
-azcık değil, azıcık.
-Saçmalamayın hanfendi, konuşuyoruz. İstediğim gibi
söylerim. istersem hepsini küçük harfle söylerim, istersemarayahiçboşlukbırakmadansöylerim.
Konuşan benim, söz benim, devir benim.
-Diyemezsiniz, dedirtmem. Verin o formu bana, yırtacağım
onu.
-N’apıynuz hanfendi? Resmi bir evrak o.
-Sizin de resmi evrakınızın da canı cehenneme!
-Hah, işte o lafı da söyleyemezsiniz.
-Söylerim, ben bir yazarım. Ne yazacağımı sormam size.
-Memura mukavemet, yasayı uygulamayı engellemek ve yasak
kelimeleri kullanmak. Sizi tutukluyorum hanfendi. Derdinizi karakolda
anlatırsınız…
-Tamam, kelepçeye gerek yok. Geliyorum. Umarım karakolda
sıradan bir polis vardır. Boktan bir öykü yazayım da kafam dağılsın dedim, şu
başıma gelene bak. Bir de üzerinde ciddi ciddi düşünsem, uzun uzun kurgulasam,
siyasi görüşlerimi ince ince örsem; kim bilir neler gelirdi başıma…
-Yürüyün hanfendi, yürüyün. Ayakkabınızın rengini sakın
yazmayın öykülerinizde. Karışmam!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder