YÜZSÜZ
BİR ADAMIN PORTRESİ
Sandal ağacından oyulmuş taraklar,
püsküllü iplere takılmış yeşim kolyeler ve renkli boncuklarla çevrelenmiş küçük
bilezikler satan dükkânların yan yana dizili olduğu sokağı temizlemekle sorumlu
olan yaşlı kadın gördü ilkin, suyun üzerinde kaplumbağa sırtı gibi duran ve
utangaç bir kirpi gibi sığındığı köşede rüzgârın etkisiyle kıpırdayan siyah
parlak çıkıntıyı. Boyası dökülmüş meşin bir top, ters dönmüş bir çamaşır leğeni
ya da kırık bir mobilya parçası olabilirdi pekâlâ. Kenara vurmuş, suya inen
merdivenin en alt basamağına dayanmış, akıntının yavaşlığından olsa gerek
girdiği kuytuluktan bir türlü kurtulamamıştı. Zayıf bir damar gibi belli
belirsiz atıyordu alttan vuran dalgaların dokunuşuyla. Yaşlı kadın kanal
boyunca turist gezdiren yolcu teknesinin bağlandığı iskeleye yanaştı, elindeki
maşayı ve çöp sepetini, dibine çöp atılmış ağaca yasladı ve suya doğru daha
dikkatlice baktı. Bir an için suyun dibinden, balçığın ve çamurun pençelerinden
kurtulup gelmiş olabileceğini de geçirdi aklından. Belki de yüzlerce yıl önce
suya düşürülmüş değerli bir eşyaydı ve bunca zamandır suyun yüzüne çıkacağı,
güneşi tekrar göreceği, insanların arasına tekrar karışacağı günün hayalini
kurmuştu. Hayır, bir kaplumbağa ya da kanalın derinliklerinde yaşadığı söylenen
canavar değildi bu! Değerli bir eşya olma ihtimali de oldukça düşüktü. Kadın
eğildi, suyun üzerinde erimiş gümüş gibi parıldayan taze yakamozlara gözlerini
ovuşturarak baktı.
Aslında, kanalın temizliğinden
kendisi sorumlu değildi. Kanalı temizlemekle sorumlu olanlar tekneyle gezerler
ve ellerinde fileli kepçelerle suyun üzerinde gördükleri çöpleri toplayıp
teknenin içindeki büyük sepetlere yığarlardı. Sonra da bu çöpleri parkın başındaki
arıtma tesisine bırakırlardı. İyi ama, bu kocaman siyah çöpün kanalda mı yoksa
iskelede mi sayılacağına karar verememişti temizlikçi kadın. İskelenin duvarına
değdiğine göre sokağa dâhil edilebilirdi ya da suyun içinde ve merdivene uzak
olduğu için kanalda sayılabilirdi. Su seviyesinin yüksek olmadığı
zamanlarda basamakları temizlediği oluyordu gerçi. Bu sabah, çamurla karışık
yeşil rengini almış olan su, beş basamaklı beton merdivenin en alttaki iki
basamağını yutmuş, okşayan dokunuşlarla üçüncü basamağın dibini serinletiyordu,
tıpkı yazın bunaltıcı sıcağında ıslak bir dilin kurumuş dudakları sık sık
yalaması ve bundan bıkmaması gibi. Saat yedi bile olmamıştı, geceden kalma
sessizlik ve uyuşukluk henüz terk etmemişti kenti. Yer yer yosun tutmuş taşların
üzerine uykucu bir köpek gibi yayılmış olan gölgeler, kenti, güneşin
azgınlığına bırakacakları saati bekliyorlardı sabırsızlıkla. Eski bir reklam
broşürünü, soyulmuş bir sosisin turuncu ambalajını ve çürümeye başlamış bir
muzun kabuğunu görmezden geldi yaşlı kadın. Seyrek kaşları, dolgun yanakları ve
yuvarlak yüzü aynı anda gerildi. En üst basamakta dikilip, bir eliyle kanal
duvarından iskeleye bağlanmış kalın halatı tutarak suya doğru eğildi. Islanmış
siyah kütlenin yüzeyinden yansıyan turuncu güneşin göz kırpışlarını
kirpiklerinin uçlarındaki renkli baloncuklar sayesinde canlı canlı hissedebiliyordu. Kanalın
genişlediği ve sonradan tekrar daraldığı yukarı kısımlarda aynı güneş zor
geçecek bir günün haberini verircesine, geçmişte susuz ütülendiği için parlayan
gri bir kumaş parçası gibi pırpır titriyordu. Hayır, maalesef hayır, değerli
bir tarihi eşya değildi bu, olsa olsa suya düşmüş büyük bir araba lastiği ya da
su çektiği için şişmiş dev bir oyuncaktı. Kedi tarafından köşeye sıkıştırılmış zavallı
bir fare gibi duvarın dibinden kurtarılmayı, kanal boyunca kaldığı yerden
yoluna devam etmeyi bekliyordu. Kadın biraz daha eğildi, tehlikeli bir şey
yaptığını bile bile suyun yüzeyine yüzünü iyice yanaştırdı. Siyah tümseğin suya
değdiği yerde beyaz bir açıklığın olduğunu fark etti. “Yoksa!” diye geçirdi
aklından, olasılıkların en kötüsünü. “Yoksa bir ceset miydi bu?”
Geriye dönüp çöp toplamak için
kullandığı uzun saplı maşasını aldı eline. Aynı halata tutunarak parlak siyah
nesneye maşanın ucuyla dokundu. Tahta gibi sert değildi ama sünger kadar yumuşak
da değildi. Havası kaçmış top gibiydi en çok, dokunulan yer üzerine
bastırıldıkça tepki veriyordu ve baskı ortadan kalkınca yüzey eski hâlini
alıyordu. Hafifçe itti kütleyi basamağın dibine doğru. Sandığından da kolay
oldu bu iş ama maşanın ucu kütlenin tam tepesine dokunamadığı için küçük adacık
hem dönmeye hem de dengesi bozuk bir sal gibi yalpalamaya başladı. Minik
dalgaları yararak kadına doğru ilerleyen kütle basamakların dibine vardığında
neredeyse ters dönecekti. Yaşlı kadın gözünün önünde debelenen şeyin alabora
olmuş bir kayığın dibi olduğuna ikna olacaktı ki, suyun güneş ışınlarını tek
parça halinde yarıp net bir şekilde ikiye böldüğü yarıkta açık renkli bir cisim
gördü. Suya batıp çıkan bu şeyi dikkatlice incelemek için biraz daha eğildi, o
kadar ki suyun serinliğini hissedebiliyordu yüzünün görünmeyen tüylerinde. Bir
balık ya da suya atılmış bir meyve kabuğu değildi, hayır hayır bu şey siyah
kütlenin bir parçası, onun yalpalamasıyla görünüp kaybolan bir canlıydı. Belki
bir fare ölüsü, bir sincabın kuyruğu ya da suya düşmüş beyaz bir kuşun kafası…
Yaşlı kadın arkasına dönüp etrafında kimse olup olmadığını kontrol etti. Eğer
suya düşerse onu kim kurtaracaktı? Sokak bomboştu, geceden kalma lambaların yarısı
henüz sönmemişti, sokağın bittiği yerde başlayan köprüden tek tük bisikletler
ve e-bisikletler geçiyordu. Sol tarafında kalan tarihi köprünün ve onarılmış
kent duvarlarının üzerindeki mavimtırak sis, çözümsüz bir labirenti andıran kentin
içlerine doğru usul usul çekiliyordu. Kadın cesaretini topladı, derin bir nefes
aldı ve suya birkaç milim daha yaklaştı. Siyah kütleyi elindeki maşayla biraz
daha güç harcayarak salladı. Az önce gördüğü beyaz parçayı görebilmekti amacı,
hatta mümkünse başka parçaları da. Ve o anda, ipekle ilk defa tanışan tenin
hissettiği türden bir ürpertiyle kendisine geldi yaşlı kadın. “Ay, ay, ay” diye
bağırdı olduğu yerde. Kısa ve kesik çığlıklar attı birilerine keşfini
duyurabilmek için. Evet, yanlış görmüyordu. Bir kulaktı bu, bildiğimiz insan
kulağı; ortası pembe dışı beyaz, içi bir mağara ağzı gibi kıvrımlı küçük sevimli
bir kulak.
*** Devamı yayımlanacak kitapta...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder