“Günaydın Guan Yin”
Selamı duyunca şaşırdı, ya da şaşırmış gibi yaptı genç kız.
Bu ikisinin arasındaki ayrımı iyice fark edemez olmuştu son zamanlarda.
Şaşırmamıştı ama kötü bir niyeti de yoktu aslında, elinden geleni yapmıştı
işte. Şaşırmış gibi yaptığını umuyordu, becerememiş olabilirdi pekâlâ. Becermiş
de olabilirdi. Hiçbir şeyden emin olamamak; soru işaretinin çengeliyle
boynundan yakalanıp sürüklenmek pürtüklü kaldırımlarda, kimi zaman nefes bile
alamamak havanın su gibi serin olduğu günün en güzel saatlerinde, evet, son iki
yılının imzası buydu; azalacağına artıyordu acısı yeni birisini tanıdıktan
sonra. İçindeki boşluğun asla doldurulamayacağı korkusu en çok, o boşluğu
doldurmaya yeltenen birisi ortaya çıktığında beliriyor ve örümcek tarafından
ısırılmış sinek gibi felç ediyordu bedenini. Şimdi de bu hafakanlar, sorunu
kendinde aramalar, kimsenin hayatında başköşe denilen yeri elde edemeyeceğim
gibisinden yersiz bir endişe! Kendisine ait değil, ithaldi bu sonuncusu, anne
babadan miras, onlara anne babalarından kalmış, atalardan gelen bir varoluş
kaygısı... Yine de rahatsızlık veriyordu bu arada kalışlar, kendini
bulamamalar, tek ayağı hep havada kalan masa gibi sallanmalar. Hakikaten numara
yaptığını çok mu belli etmişti? Aynanın karşısında olsaydı daha kolay olurdu
böylesi işler. Yüzünün aldığı hali bilememek, hızlı yediği yemeklerden sonra
midesinde hissettiği yanma gibi bir his yaydı bedeninin en ücra köşelerine.
Bacakları, kolları, hatta parmaklarının uçları uyuşur gibi oldu yaprak
titreşimi kadar kısa bir süreliğine. Belki de fazlasıyla rol yaptığı için o anda
istemsizce yaşadığı doğal şaşkınlığı da heder etmişti. Lanet olsundu tüm bu
flört işlerine. Zong Ming gittiğinden beri –sahi olmuş muydu iki yıl?- gündüzü
olmayan bir gezegene dönüşmüştü; ışığı yansıtmayan, hatta tam tersine çeken,
soğuran ve yok eden kapkara bir gezegene. Ne olurdu sanki o küçük sarı haplar
bir işe yarasaydı da bu iş geçen yıl planlamış olduğu gibi bitseydi. Tam tersi
oldu oysa, ilaç kokan odalarda dinlenen tatsız nasihatler ve 24 saat müşahede
altında tutulmalar. “Hayat” dedi dudaklarını karınca kadar aralayarak,
“ne istediğini bilmeyenlere karşı neden bu kadar gaddarsın?” Sonra
da selam veren çocuğa döndü.
“Sana da günaydın
Yiu Tao. Nasılsın bu sabah?”
“Böylesi daha iyi
işte, ağzına geldiği gibi konuşacaksın.“ dedi içinden, memnuniyet önce yüzüne
yayıldı, sonra da ışığın yumuşattığı bal rengi boynundan aşağıya inip küçük
omuzlarındaki gölgeli çukurları doldurdu. Yaşlı bir kadın bir yandan uzun uzun
kornaya basarak bir yandan da kaldırmaktan emin olamadığı ayaklarını yerde
sürükleyerek aralarından geçti. Sağa sola bakarak, bıdı bıdı söylenerek
–bisiklete binmiş pijamalı yaşlı adama kızmıştı aslında yol vermediği için-,
trafik kuralı falan dinlemeden kavşağı boydan boya yardı ve Tong Jien Lu
boyunca ilerledi. Kadının beyaz saçlarını, saçlarını arkadan tutan kırmızı
lastiği ve ortadan yarılmış kavunun içini andıran alacalı entarisini görünce;
annesinin “Yaşın geldi geçiyor kızım. Senin yaşında ben küçük kardeşine
hamileydim. Kaçırma önüne çıkan fırsatları bundan sonra.” lafı geldi aklına.
Önüne baktı ama bu sefer de babasının somurtkan yüzünü görür gibi oldu asfaltın
ıslak siyahında. Nasıl da ışıldıyordu üzerine vuran güneşin milyon parçaya
bölünmesiyle! Apartmanın önündeki oturakların birisine kurulmuş gazete okuyor,
bir yandan da gözlüğünün altından yoldan geçen gençlere bakıyordu babası. Hep
böyle bakar, kafasında kurar ve bozar, kıyaslar kendi çocuklarıyla. Kız
kardeşinin oğlu iki yaşına bastı geçen gün. Gitmedi doğum günü partisine; her
karşılaştığı insan “Sen ne zaman evleneceksin Guan Yin? Hadi evlen de senin de
bebeğinin doğum gününü kutlayalım.” diyecekti. Kardeşinin evinde pasta yenip
oyunlar oynanırken, o tek başına sinemaya gitmiş ve perdedeki kovalamacaları
izlerken sızmıştı.
“İyiyim, çok
iyiyim Guan Yin. İşe gidiyorum.”
DEVAMI YAYIMLANACAK KİTAPTA...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder