Bu Blogda Ara

19 Ağustos 2017

ÇİN MEKTUPLARI 32: KÖPEK ETİ

Türkiye’de bulunduğum son altı hafta içinde ne zaman yaşadığım ülke olan Çin’den söz açsam, alabildiğine tuhaf, bir o kadar da yalan yanlış bilgilerle karşılaştım. Anlaşılan o ki Türkiye insanı Çin’i ya bilmiyor ya da yanlış biliyor. Doğru bilinenler de Çin’in kalabalık olması, insanların çekik gözlü olması, Çin’in hızla büyüyen ekonomisiyle dünyaya meydan okuyan bir ülke haline gelmesi gibi popüler bilgilerden fazlası değil. Hemen her tanışmadan sonra artık harc-ı âlem olmaya başlamış sorularla karşılaşmaktan gına geldi ama bıkmadan, usanmadan, dilim döndüğünce bildiğim gerçekleri anlatmaya çalıştım. Bu yazı da hem altı haftalık tatil rehavetini üzerimden atma adına ufak bir silkinme, hem de yeri gelmişken bu yanlış bilgilerden birisini –konuşulan ilk abartılı bilgiyi- düzeltme amaçlarını taşıyor. Genelde şu şekilde gelişiyor yeni tanıştığım birisiyle girdiğimiz konuşmamız:

-Ne iş yapıyorsun sen genç?
-Öğretmenim ben. Matematik öğretmeni.
-Ooo, ne güzel. Benim yeğenim de bu yıl öğretmen çıktı. KPSS’ye girdi.  Hangi şehirdesin sen?
-Yurt dışındayım ben bey amca. Çin’de çalışıyorum.

Burada bir duraklama olur. Standart konuşmanın dışına çıkılmıştır. Sorulacak bir sonraki soru iyi düşünülmelidir. Sakal sıvazlanır; pis bir şeye bakıyormuş gibi gözler kısılır, dudaklar büzülür, kaşlar çatılır ve beklenen kadim soru sorulur:

- Çin’de mi? Ne yiyorsunuz orada? Kedi köpek mi yiyorsunuz?

Pirinç yiyoruz efendim. Fasulye, mantar, havuç, marul, patlıcan, domates, patates, tavuk, balık, karides ve hatta inanmayacaksınız elma, erik, şeftali, armut yiyoruz biz Çin’de.  Bunun üzerine tatlı yiyoruz, yeşil çay ve sütlü kahve içiyoruz. Ekmek bile var burada, hem de öyle kristal saraylarda çelik kasalarda saklanılan cinsten değil, köşedeki fırından alabilirsiniz. Biraz pahalı ama değiyor çünkü çeşit çok. Cevizlisi, incirlisi, havuçlusu, kırmızı fasulyelisi var. Hepsi de birbirinden lezzetli.

Çin mutfağından bir görüntü. Burada köpek eti yok!
İlginçtir. Yabancı ülke deyince insanların aklına hemen yeme içme geliyor. Almanya, Hollanda gibi Türkiyeli göçmenlerin sayıca çok olduğu ülkelerde her köşe başında bir kebapçı dükkânı olması, doğal olarak diğer ülkelerdeki Türk mutfağı beklentisini artırıyor. Benim ise aklıma yeme içme en son gelir genelde. Hakkında hiçbir şey bilmediğin bir ülkeden gelen ve senin dilini konuşan bir insanla karşılaşmışsın. Kültürü sor, gündelik hayatı sor, ekonomiyi sor, gece hayatını sor, dinlerini ve inançlarını sor, “Çince mi daha zor, hayat mı?” diye sor… Yok, illa ilk olarak boğazlar sorununu halledeceğiz. Halledemiyoruz zaten! Takılıp kalıyoruz orada…

Burada da yok!
Yine de yanıt vermek gerekir. Hani, “Kedi köpek yeseler kime ne? Sen de tavuk yiyorsun. Köpeğinki can da tavuğunki patlıcan mı?” diye bir yanıt verilebilir ama bu konuyu apayrı bir noktaya sürükleyeceği için ben soruya doğrudan yanıt vermeyi tercih ediyorum.  Hayır efendim. Çinliler de bizim gibi en çok tavuk ve sığır eti tüketiyorlar. Bunun yanında deniz ürünleri burada hem daha yaygın hem de daha ucuz. Müslüman lokantalarında –ki hemen her merkezi caddede en az bir tanesine rastlamak mümkün- koyun, keçi ve kuzu eti çoklukla yeniliyor. Köpek eti satan bir lokantaya şimdiye kadar hiç rastlamadım. Yok mudur? Mutlaka vardır ama bulmanız için ciddi bir çaba sarf etmeniz gerekir. Kedi yendiğini de görmedim. Varsa bile köpek etinden çok daha az tüketiliyordur. Kısacası insanların günlük diyetlerinde kedi ve köpek etleri bulunmuyor.  Çin mutfağı denilince kimsenin aklına kedi veya köpek gelmiyor. Yolda çevireceğiniz bin tane Çin vatandaşına “Şimdiye kadar hiç köpek eti yediniz mi?” diye bir soru yöneltseniz, bininin de iğrenç bir teklifle karşılaşmış gibi yüzlerini buruşturup “Hayır” deme olasılığı gayet yüksek. Ayrıca Çinliler evlerinde kedi ve köpek beslemeyi çok seviyorlar. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanların köpeklerinin bakımları için harcadıkları para dudak uçuklatan miktarlara ulaşabiliyor. Bir çeşit statü simgesi köpekler burada, ne kadar zenginsen o kadar pahalı köpekler edinirsin. Akşamları bizim evin beş yüz metre ilerisindeki Wanda Plaza’nın önünde köpek sahipleri bir araya gelip köpeklerini birbirleriyle tanıştırırlar. Bu insanların akşamları köpeklerine “Haydi yavrum; oynayın, kaynaşın” deyip, ertesi sabah kahvaltıda kızarmış köpek eti yiyeceklerini düşünmek saflık olur. Peki madem köpekleri bu kadar seviyorlar, kim yiyor bu etleri?


Belki çok küçük bir azınlık seviyor ve yiyordur. Yulin’deki Köpek Eti Festivali her yıl dünyanın farklı ülkelerindeki haberlerde günlerce başlık olur. Bildiğim kadarıyla hükümet bu festivali yerel halkın sürdürdüğü bir gelenek olarak gördüğü için yasaklamıyor ama kesilen hayvanların çalıntı olmadıklarından ve iyi muamele gördüklerinden emin olmak için çalışmalar yürütüyor.  Bu çalışmalar yeterli mi bilmiyorum. Daha fazlasını yapmak, insanların hayvanlarla kurdukları ilişkilerde duyarlılığı artırmak gerekir elbet. Henüz istenilen seviyeye gelinmemişse sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla bu konuda kampanyalar yürütülebilir. Hayvanların öldürülmeden önce eziyet çekmemeleri, sağlıklı ortamlarda tutulmaları, sıcaktan veya soğuktan etkilenmemeleri sağlanabilir. Hükümetin bu konuda bir ihmali varsa eleştirilir.


Gerçi, böyle bir eleştiriden önce, ülkemizde ve batı ülkelerinde tüketilen tavukların ve sığırların ne denli uygunsuz koşullarda yetiştirildiklerine de bir bakmak gerekir. İyi bir araştırma yapılırsa, ne tavukların ne de sığırların, Çin’deki köpeklerden daha mutlu olduklarını görürüz. Okuduklarım bana hayatını bir kere bile gün ışı görmeden geçiren ve nihayetinde hormonlu ete dönüşen tavuklardan söz ediyor. Doğumundan ölümüne kadar bir kere bile ota basmadan yaşamış ineklerin ve öküzlerin etlerini tüketiyor modern toplumlar. Buna rağmen, iyi muamele ve hayvanın en azından psikolojisinin sağlıklı olması, her ne kadar pratikte pek mümkün olmasa da ahlaki bir ilke olarak toplumun vicdanında yer etmelidir. Bu yetmez, tavuklar ve inekler yensin ama köpekler hiç yenmesin diyorsanız bunu neden istediğinizi sorgulamanız gerekir.

Tavuk çiftliğindeki tavuklar. 
Bu karşı çıkışın üç temel gerekçesi olabilir. Birincisi vicdan, ikincisi kedi ve köpeklerin insanlara göreceli yakınlığı, üçüncüsü ise köpek etinin kimi insanlara iğrenç gelmesi. Vicdan yönünün herhangi bir tutarlılığı yok. Eğer herhangi bir hayvanın etini yiyorsanız, kedi veya köpek etinin yenmesine karşı çıkmanız ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Et yemeyi tamamıyla bırakırsanız, zaten hiçbir hayvanın yenmesine razı değilsiniz demektir. Bu durumda etik bir duruşunuz olduğunu, Köpek Eti Festivaline de, Kurban Bayramına da, domuzların yenmesine de, boğazda balık tutulmasına da aynı tepkiyi –ister içsel ister dışsal- vermeniz gerekir. Sonuçta hiçbir hayvan “Ben öleyim de insanlara yem olayım.” demez. Öldürülürken acı çeker, canını kurtarmak için elinden geleni ardına koymaz.  Bu noktada eşittirler ve bu eşitlik kendilerine eşit muamele gösterilmesini gerektirir.

Bu da sonları! Neden bu görüntü bizi rahatsız etmiyor?
Bu gerekçedeki bütün hayvanlar eşittir ve eşit muameleyi hak etmektedir argümanına karşılık olarak ikinci gerekçe, yani kedi ve köpeklerin insanlara diğer eti yenilebilen hayvanlara nazaran daha yakın oldukları argümanı sunulabilir. Bu düşünceyi savunanların tavuğuyla dünya turuna çıkmış Fransız gezginden haberleri yoktur herhalde. Ya da yavruyken biberonla beslediği keçiyle daha sonra daimi bir dostluk kuran Elazığlı Mehmet Demir’in adını duymamış olabilirler. Örnekler çoğaltılabilir ama sonuç değişmez. Kümes hayvanları dediğimiz hayvanlar da istenirse en az kedi köpek kadar insana yakınlık gösterebiliyorlar. Seçim kedi ve köpeklerin daha uyumlu olmasına bağlı değildir. Hatta daha da ilginci, kedi ve köpek yakınlık kurduğu insana dostluğundan ve sevgisinden başka bir şey veremezken –günümüzde çok az insan kedileri fareleri yakalasın diye köpekleri de hırsızlara havlasın diye evinde tutuyor-, tavuk hem dostluğunu hem de yumurtasını verebiliyor. Keçi ise dostluğuna ek olarak sütünü ve yününü paylaşabiliyor.

Keşke hiçbir hayvan yenmese, hiçbiri acı çekmese :( 
İğrençlik gerekçesinin ise kültürel görecelilikle tamamen çözümlenebileceğini iddia edebiliriz. Bizim ülkemizde de hayvanların bağırsakları içindeki dışkılar temizlendikten sonra kokoreç yapılıp ekmek arasında servis ediliyor. Bu iğrenç değil mi? Öyle ki pek çok Türk bile yemez kokoreçi.  İşkembe çorbasına burun kıvırır. Köpekler otçul olmadığı ya da geviş getirmediği için yenmez diyorsan, neden sadece otçul ve geviş getirebilen hayvanların yenilebileceğini sorman gerekir kendine. İslam dinini benimsememiş bir topluluğun neden böyle bir ilkeye bağlı kalması gerektiği sorusu da yanıtlanması gereken ayrı bir soru olarak kalacaktır. Köpek eti Çin’in ufak bir kentinde, o kentin nüfusuna göre bile azınlık denilebilecek bir topluluk tarafından tüketiliyor. Eğer köpekler hastalıklı değilse ve kesimler hijyenik ortamlarda yapılıyorsa, ortada iğrenç olarak adlandırılabilecek bir şey yok demektir. Tüm olayı kültürel bir zenginlik olarak görmek, iğrençlik olarak görmekten hem daha mantıklı hem de daha kolaydır.  

Köpekleri ölümden kurtarıp evinde besleyen Çinli bir melek. 
İşin vicdani boyutunun siyasi yönü de var maalesef. Batılılar kendi yaptıkları ahlaksızlıkları ve eziyetleri görmezden gelip doğuluları vahşilikle suçlamayı çok seviyorlar. Bu suçlamayı da yeri geldiğinde siyasi bir koza, sosyal medyada oluşan infiallere dönüştürüyorlar.  Bir bakalım: Para kazanmak için köpek dövüştürenlerin haberleri neden Çin’deki köpek festivali kadar ses getirmiyor?  Öyle ki bu dövüşlerden sonra mağlup olan köpek genelde öldürülür çünkü o kadar çok yara alır ki ayağa kalkacak mecali kalmaz hayvanın. Peki ya sırf gösteri olsun diye arenalarda boğaları mızraklayan matadorlar? Peki ya belediyelerce zehirlenen kediler, ıssız adalarda ölüme terk edilen köpekler, uyuşturucu verildikten sonra fırınlarda yakılan sokak hayvanları, üzerine alkol dökülüp canlı canlı ateşe verilen yengeçler, Büyükada’da kırk derece sıcakta turistlerin bindikleri faytonları çeken ve kimi zaman çatlayıp yolun ortasında can veren atlar…  Bunları görmezden gelip, Çinlileri kedi köpek yemesine tepki vermek aslında batı medyasının oyununa gelmekten başka bir şey değildir. Her yönüyle, kendi söküğünü göremeyen terzinin başkalarının sökükleriyle alay etmesine benzer.

--

* Bu satırların yazarı evini iki kediyle paylaşan, daha önce de evini / bahçesini bir köpekle paylaşmış birisidir. Ayrıca son iki yıldır elinden geldiğince etyemez (vejetaryen) bir hayat tarzını benimsemeye çalışmaktadır. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder