Başbakanın dindar bir nesil yetiştirmek konusundaki sözleri uzun süre yankılandı medyamızın bir ucu hapishanelere diğer ucu meydanlara uzanan duvarlarında. Kimileri eleştirdi başbakanı bu söyleminden dolayı, kimileri tebrik etti. Eleştirenlere başbakanın verdiği yanıt da tarihe geçecek cinstendi. Dindar olmasınlar da serseri ya da tinerci mi olsunlar? Gençlerimizin serseri olmasını istemeyeceğimize göre onları dindar yapmalıyız mantıksal çıkarsaması bir süre havada asılı kaldı ve sonra da kayboldu. Ne de olsa birileri alttan alta, sıza sıza bu işi yapacak gücü elinde bulunduruyordu. Kim ne derse desin, dindar bir nesil gelecekti, gelmeliydi. İki kere iki dört edercesine bir zaruretti bu.
Bütün bu curcunada başbakanın dindar bir nesil arzulamasındaki temel gerekçesini nasıl algılamalıyız sorusu pek sorulmadı ya da soruldu da ben kaçırdım! Neden bilimsel düşünen ya da sorgulayan bir nesil arzulamak yerine dindar bir nesil istiyordu başbakan? Yirmibirinci yüzyılın dünyasında düşünen, eleştiren, değiştiren bireylere ihtiyaç kalmıyor muydu? Yoksa önüne konan her şeyi şuursuzca tüketmeye, dünyadaki en ciddi sorunları bile ergen vurdumduymazlığı ile geçiştirmeye, futbolu siyasetin önüne koymaya alışmış, eli azıcık para gördüğü için Avrupa’ya meydan okumaya, ders vermeye çalışan bir nesilin iktidar tarafındakilere vereceği bilinmeyen bir yararı mı vardı? Sanmıyorum!
Öncelikle dindarlıkla özgür düşünce arasındaki kapanmaz uçurumdan bahsetmek gerekir sanırım. Düşünen insan dindar olamaz demiyorum. Zaten böyle bir şey desem üniversitelerin, mahkemelerin, dev şirketlerin başlarındaki pek çok inançlı insan beni çabucak yalanlayacaklardır. Ama dindar bir insanın özgürce düşünemeyeceğini, düşüncelerinde sınırlamalara gitmek zorunda kalacağı kuşku götürmez bir gerçektir. Çünkü din imanı, bilim ise kuşkuyu gerektirir. Kur’an, Bakara süresinin daha en başında “La raybe fi hi…” derken kuşkuyu öldürme yoluna gitmiştir. İmanı inşa etmek için kuşku terk edilmelidir. Bundan daha doğal ne olabilir? Bir bardaktaki su ve hava gibidir kuşku ve iman. Su (kuşku) girdiği anda hava (iman) dışarı çıkar. Su çıktığı anda da içeriye hava dolar.
Kuşku ve biraz delilik olmadan bilim zaten hiç mümkün değildir. Çılgın olmalıdır bilim adamı, ucunda en ufak bir ışık bile görmediği mağaraya dalmalı, aylarca, belki de yıllarca sezgilerinin öngördüğü ışığı aramalıdır. Bilimin ilerlemesinin doğasında vardır bu çılgınlık, bu karşı konulmaz heves. Özellikle genç yaşlarda, damarlarda akan kanın çığırtkanlığında bulunur bu herkese ve her şeye meydan okuma hırsı, dünyayı karşına alabilme cesareti, hayatı baştan sona yeniden anlamlandırma cüreti.
Dindar bir nesilden beklenen ise bunun tersidir. Denileni yapan, kitaba uyan, sesini çıkarmayan, haksızlıklar karşısında hakkını aramayı öteki tarafa bırakan, sömürüler karşısında mülkiyetin kutsallığı ile susturulan bir nesilden bahsediyoruz. Ahlakın kurallarını dinden aldığı için dini ahlaktan üstün gören bir nesil nasıl bir amaca hizmet edecektir? Hadi başbakan, dindar derken ahlaklı demek istemişti. Bunu belki de sonraki eklemelerinden çıkarsayabiliriz.
Bu durumda dindar insanın ahlaklı olması gerektiği sonucuna varırız ki yapılan araştırmalar durumun hiç de böyle olmadığını gösteriyor. Sanılanın tam tersine dinsiz (dindar olmayan da diyebiliriz) toplumlarda suç oranının azlığı ve insanların birbirlerine daha saygılı davrandıkları uzun zamandır gözlemlenen bir gerçek. Çünkü insanlar ahlaklı olmak için kendi kurallarını kendileri belirliyorlar, karşılıklı saygı ve sevgiyi her şeyin önüne koyuyorlar. Köhneleşmiş gelenekleri, insana zarar veren binyıllık kuralları akıldışı oldukları için reddediyorlar. İnsanı merkeze koyup, onun etrafında toplumu ve kurallarını üretiyorlar. Mükemmel bir toplum olma yolunda belki alınacak çok yol var ama sonuçta insanın mutluluğunu her kuralın esası yapan bir toplumun, insanı iktidara itaat etmesi gereken bir kul olarak gören bir toplumdan daha ileride olduğunu rahatlıkla kabul edebiliriz.
Bizde ne oluyor? Gün geçmiyor ki haberlerde görmeyelim kızkardeşini ya da karısını yol ortasında bıçaklayan erkekleri, on iki yaşındaki kızı elli yaşındaki adama satmaya çalışan aileleri, din kardeşliği adıyla kurdukları fonlarla milyonlarca doları ceplerine indiren dolandırıcıları. İnsanı iyi ya da kötü yapan din değildir. Yalnız din insanı kanıtı olmaksızın inanmaya zorladığı için, kısa sürede ve kolaylıkla, insan üzerinde büyük bir güce sahip olur. İşte bu güç sayesinde yine kanıtı olmaksızın insan cinayet işleyebilir, başkalarının mutluluğuna toplum adına bozabilir, huzuru ve toplumsal düzeni insanların üzerlerinde hemfikir olmadıkları kurallara dayanarak yerlebir edebilir.
İşte bu yüzden dini değil de bilimi ve matematiği teşvik etmeliyiz toplumda. Kanıtsız, gözlemsiz, deneysiz ortaya atılan iddialara inanmamak ve bu iddiaların sonucunda yanlış yollarda sürüklenmemek için bilimsel düşünceyi yaymalı, gençlere matematiği ve matematiksel çözümsel düşünde tarzını aşılamalıyız. Yoksa her yazılana inanan, her duyduğuna kulak verip ona göre hareket etmek isteyen insan bizi sadece geri götürür, geçmişte götürmüştür, gelecekte de götürecektir.
Böyle bir insan modeli iktidarın işine geliyor görünse bile uzun erimde dünyanın başdöndürücü hızını yakalayamayacağı için iktidarın başına da bela olur. Üretmeyen ama tüketen, düşünmeyen ama düşünülmüşleri tekrar eden, ahlakı elbisenin boyunda ya da bolluğunda arayan, din ile bilimi uzlaştırmaya çalışarak, bilimi dinin boyundurluğuna vermek isteyen, özgür düşünceyi ve kuşkuyu değil de sorgulamaksızın inanmayı fazilet sayan bir nesili istememekte haklı değil miyiz?
Dindar bir nesil değil, özgür düşünen, düşündüğünü ifade edebilen, bilime ve matematiğe saygılı, öğrenme hırsıyla yanıp tutuşan, sanata ve kültüre meraklı, ahlakı her şeyin üstünde gören ve ahlakın bağlayıcılığını hayatına düstur edinen bir nesil istiyoruz. Kısacası; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir nesil istiyoruz.
* Bu yazıyı yarım saat içinde, ders çalışmaya ara verdiğim bir zamanda yazdım. Biraz dağınık oldu, vermek istediğim mesajı tam veremedim gibi. Neyse, zaten uzun zamandır bir şey yazamıyordum. Bu belki ısınma olur benim için.
Saygılar,
a.
Öncelikle güzel bir yazı olmuş. Elinıze sağlık.
YanıtlaSilBaktığın zaman herkes kendi istediği bir nesil yetiştirmek istiyor. Herkes meyvem benim dibime düşsün istiyor. Bu noktada insanları pek yadırgamıyorum. Tabi başbakan olarak tüm millet adına bir yol haritası çizme çok ayrı bir durum.
Öncelikle herkesin idealize ettiği, umduğu bir neslin olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar sizin tarif ettiğiniz nesil benim ve birçokları tarafından istense de, yazdıklarınızı okuyan biri "isyankar, kafir bir nesil istiyor" diye eleştirebilir (bkz. Başbakan'ın sözleri). Bir bireyin çocuğunu istediği gibi yetiştirmesi hakkı yok mudur? Bir kişinin kulağa hoş gelmesede sadık bir emir kulu olacak bir çocuk istemesi yanlış mıdır? İstediği neslin illa genel kabul görmüş bilimsel otoritelerden onay almış olması mı gerekir. Kimdir o otoriteler. Ve herkesin hayattaki otoritesi farklı değil midir?
"Ama dindar bir insanın özgürce düşünemeyeceğini, düşüncelerinde sınırlamalara gitmek zorunda kalacağı kuşku götürmez bir gerçektir. Çünkü din imanı, bilim ise kuşkuyu gerektirir."
YanıtlaSilKatılıyorum. Ve çok merak ediyorum mesela bir biyoloğun nasıl hem dindar olup hem evrim teorisini de inançlarına uyduracağını. Yada acaba dindar bir psikolog problemlerinden bahseden bir hastasına içinden "Namaz kılsan bir şeyin kalmaz" diyor mudur? :) Yada bir dindar sosyolog ne araştırabilir ki, zaten ideal insan ilişkileri, ideal devlet şekli aşağı yukarı belirlenmişken. Bilimde aslolan en az sayıda aksiyomla ve varsayımla doğruya ulaşmak iken, senin önüne birsürü aksiyomlar silsilesi tutuşturulmuşsa, bu küçücük alanda nasıl paslaşacaksın?
Yorumlarınız için teşekkürler. Kısaca bir cümlenize değinmek istiyorum.
YanıtlaSil"Baktığın zaman herkes kendi istediği bir nesil yetiştirmek istiyor." demişsiniz. Sorun da burada! Ben özgür düşünen, bilime ve ahlaka dayalı bir nesil arzularken, bir tablo çizmek istemiyorum. Bilimsel düşünebilen bir neslin içinden de din adamları, hocalar ve rahipler çıkabilir. Yalnız, bunu kendi istekleriyle yaparlar, kendi arzularıyla inancı bilimin önüne koyarlar. Sistematik bir yetiştirmenin sonucunda ortaya çıkmazlar. Bunun önüne geçmek imkansızdır. Özgür düşünceye saygı duyduğumuz sürece, toplumun ürettiği bu insanlara da yol göstermek, onları da oldukları gibi kabul etmek zorundayız. Bunun bilimsel düşünen bir nesille çeliştiğini düşünmüyorum.
Yalnız, eğer dindar bir nesil yetiştirirsek okullarda evrim kuramını değil de yaratıcılık varsayımını öğreniriz, kanunlarımız insan-merkezli bir kaynaktan değil de yüzyıllar önce yazılmış bir kitaba göre düzenlenir, kadının değeri insan olmasına değil de anneliğe ya da aileye indirgenir.
Sizin de takdir edeceğiniz üzere çoğunluğunun böyle düşündüğü bir toplumda yenilikten, sanattan, insan-merkezli düşünceden söz etmek olanaksız hale gelir. Böyle bir toplumu arzulamamak her aydının görevi olduğu kadar bunun gerçekleşmemesi için çalışmak aydının üzerinde ciddi bir sorumluluktur.
Saygılar,
a.
Hala ruzgara dogru mu isiyorsun?
YanıtlaSilDikkat et yuzlerinize gelmesin...
O da nasil bilmiyorum.
Cok dusunen!!!, ozgur beyinleriniz bu problemi de halleder...
Saygilarimla