Bu Blogda Ara

22 Eylül 2011

Yazamamak Üzerine

Son bir aydır yazamadım. Yazmadım demiyorum çünkü yazabilseydim mutlaka bir şeyler üretir, bir yerlere de üç beş satır çiziktirirdim. Yazmanın her şeyden önce zihinsel bir eylem olması pek çok insanı şaşırtan, yazmayı hiç denememiş insanların kafasını kurcalayan bir durumdur. İnsan yazmaya zihninde başlar. Pek çok zaman yazılacak makalenin, şiirin ya da öykünün ilk cümleleri, ilk sözcükleri alâkasız bir iş yaparken gelir yazarın aklına. Spor yaparken, traş olurken, yemek yerken, çok sevgili bir dostla muhabbet ederken düşer tohum toprağa.

Yalnız başına tohum anlamsızdır, bir hiçtir haşin doğa kanunlarının karşısında, çürümeye ve yok olmaya mahkûmdur. Su ister, hava ister, gübre ister, hayata karşı yenilmemek, daha başlamadan mağlup olmamak için cesaret ister. Yazarın rolü de tam bu noktada başlar. Yoksa “Benim hayatım roman, bir anlatsam çoksatanlar listesine girer.” diyen tamirci Hüsamettin usta’nın aklına düşen ilk tohumlarla, romanları milyonlar tarafından okunan ünlü romancı Orhan Pamuk’un aklına düşen o ilk hikaye tomurcukları arasında özde bir fark yoktur. Herkesin anlatacağı bir hikayesi, başkalarının dikkatini çekmeyi başaracak ilginç serüvenleri olmuştur hayatta. Zaten sıradan insanların sıradışı hayatları olmasaydı ne roman sanatı olurdu ne de sinema. Yazarı ya da genel anlamda sanatçıyı farklı yapan şey rahme düşen o ilk tohumu beslemek, onu büyütmek, ona gözü gibi, bebeği gibi bakmak, doğum gerçekleşene kadar diken üstünde kuluçkaya yatmış tavuk gibi tedbirli ve tedirgin olmaktır.

Yanlış anlaşılmak istemem. Öz olarak Hüsamettin ustanın yaptığı işle Orhan Pamuk’un yaptıkları arasında fark yoktur. Hüsamettin usta da kendisine getirilen arabanın üzerine titrer, ince çekiç darbeleriyle eğer, büker, düzeltir. Onun işi de ciddi anlamda bir yetenek ve yoğunlaşma gerektiren bir iştir. Birini diğerinden üstün görmek insanın toplumdaki rolünü inkar etmektir. Hüsamettin ustanın neden iyi bir yazar olmayacağı gerçeğiyle Orhan Pamuk’un neden iyi bir kaportacı olmayacağı gerçeğidir dikkati çekmek istediğim nokta. Bu noktaya ulaşmış olmak aslında bizi ortak bir paydaya, insanların ilk bakışta görmek istemeyecekleri, gördüklerinde inanmak istemeyecekleri bir sonuca götürür.

Evet, yazmak da bir eylemdir. Tıpkı çay yapmak, çivi çakmak ya da araba tamir etmek gibi fiziksel bir eylem. Nasıl bir fiziksel eylemde yeteneklerimizi geliştirmek için pratik şarttır, yazmada da pratik şarttır. Bunun yanında tutku, inat ve inanç gerekir ki bunlar da yazmaya has şeyler değildir. Bir sepetçi de yaptığı işi severek, tutkuyla yaptığı sürece işinde başarılı ve yaratıcı olabilir. Yaratıcılığın bir numaralı itici gücü içeriden gelen motivasyondur. Yalnız bu motivasyon öyle sanıldığı gibi gökyüzünden zenbille inmez, insanın içinde mucizevi bir şekilde de doğmaz. Toplumsal ve kişisel tarihin üzerine insanın çabası eklenince doğar ve ortaya çıkar sanatçının yaratıcı ruhu. Bir yazar da belki okuduklarından belki yaşadıklarından etkilenerek başlar ilk cümelerini kurmaya. Yazdıkça tutkusu artar, tutkusu arttıkça daha çok yazmak ister. O ilk cümleler kafasında şekillenmeye başladığında ister dışarıdan olsun, ister içeriden, gereken desteği bulamazsa, Aralık ayında toprağa düşen tohum gibi çürür gider o düşünceler. Varlığıyla yokluğu arasında fark olmaz.

Bu yazıyı yazmamın nedeni de kişisel sorunlarımdan dolayı içine düştüğüm tenbellik döngüsünden kurtulmaktır. Hepimizin başına gelir böyle zamanlar, hayatın büyüklüğü ve içinde sakladığı sürprizler karşısında aciz kaldığımız zamanlar, elimizin ayağımızın bizim emirlerimize itaat etmedikleri anlar. Yazarlar hayatın dertlerine karşı bağışıklık kazanmış bireyler değildir ki onlardan olağanüstü gatretler bekleyelim. Ölümün, ayrılığın, kaybolan dostların, kalp kırıklıklarının ve uzaklara duyulan özlemin susturmayacağı insan var mıdır ki yazar susmasın, şöyle bir durup düşünmesin, hayatın muhasabesini yapmasın, silkinmesin? Hayat zorsa herkese zordur. Bu zorluktan nasibini alır dilencisi de iş adamı da. Yazarın sorunu yaratmadığı süre içerisinde acı çekiyor olmasıdır, suçluluk hissetmesidir, kendisine ve kendisinden bir şeyler bekleyen okuyuculara karşı.

Bu yazıyı niye yazdım, yazmamışlığımı haklı çıkarmak, kendimi zeytin yağı gibi üste çıkarmak için mi? Hayır, bu yazıyı iki sebepten ötürü yazdım:

Birincisi bir aydır içine düştüğüm kısır döngüden kurtulmak için yazdım. Bu döngünün kişisel olması, sorunların kısmen de olsa devam ediyor olması benim yazmamı engellememeli dediğim ve bunu kendime kanıtlamak istediğim için yazdım.

İkinci neden ise çok daha önemli. Yazmanın fiziksel bir eylem olduğunu, yazmak için gereken şeyin inat ve tutku olduğunu ortaya koymak ve bu gerçeği paylaşmak için yazdım. Ne dün gece yatağa girerken ne de sabah uyandığımda bu konuda yazmak vardı aklımda. Her şey bir anda dökülüverdi kağıda, bir kaza gibi adeta, plansız başlayan ama planlı ve bilinçli bir şekilde örülen bir halı deseni gibi.

İlerki günlerde aksatmadan yazabilmek ümidiyle...

1 yorum:

  1. Adsız7:36 ÖS

    The reason for why a car mechanic cannot be a good writer is same as the reasons wht Pamuk cannot fix a car. Writing requires more than ideas. Physical work: allocationing time, focusing, researching. it is not a god-given skill, it is something to learn with passion and hardwork same as fixing a car. For my remind,,,

    YanıtlaSil