Bu Blogda Ara

17 Temmuz 2022

Yazar Neden Yazar? (2)



"Yazar Neden Yazar"ı yazdıktan sonra akşam karanlığında koşmaya çıkmıştım. Her zamanki gibi kendimi hasta edecek noktaya kadar, bir damla bile su içmeden, Shenzhen'in yaz sıcağında aralıksız 1 saat koştum -İnsan kendisine de zarar veremeyecekse neden yaşar ki bu hayatı? Hayat kendinden arttırdıklarınla kurulan dünyaya verilen addır.-. Koşarken tabii ki bol bol düşündüm -en çılgın düşünceler, en yaratıcı fikirler zaten ya koşarken, ya dağa tırmanırken ya da tıraş olurken gelir aklıma!- ve yazdıklarımla tarihsel ve toplumsal bir figür olan "yazar"a bir nebze haksızlık ettiğimi düşündüm. Evet; yazar bencildir, narsisisttir, dünyayı kendi etrafında dönüyor sanır... Yalnız bu durum yazarın yazmaya neden başladığı konusuyla ilintilidir daha çok. Sonrası, yani yazmaya bir kere başladıktan sonra yazma eyleminin arkasındaki temel mekanizma biraz daha karışıklaşır. Çünkü, yazmaya başlayan bir yazarın kanına artık yazıp bitirme hazzı girmiştir, tatlı bir zehir olan bu haz aşk gibi, intikam duygusu gibi, kıskançlık gibi bir etki yaratır yazarın iç dünyasında. Bir öyküyü, bir romanı, uzun bir makaleyi yazmanın tek ve yegane zevki o metnin sonuna atılan tarihli ve mekânlı imzadır*. Ve bu imza atılırken alınan zevk ne dünyanın en çekici kadınıyla/erkeğiyle sevişirken alınır ne de karşı kalenin filelerini topla havalandırırken. Bu sevinç eylemi; uzun süren bir özeziciliğin, insanın kendi kendisine reva gördüğü işkencenin, sıkıntılı ve ağrılı bir sürecin bittiğinin ve tüm bu çekilen acıların sonucunda ortaya çıkan gümrah ve gürbüz çocuğun tüm dünyaya "Haza gulam!" naralarıyla gösterilmesidir. Bu sevinç duygusu, bu bir şeyleri başlayıp bitirebilme ve sonucunda ortaya daha önce yeryüzünde hiç kimsenin görmediği bir eserin ortaya çıkması durumu insanı bağımlı yapan bir uyuşturucu özelliği taşır. Yani yazar yazmaya bir kere başladı mı, eğer ki yazdıkları okunmaya değer ve o güne kadar yazılmamış şeylerse, daha çok yazmak için içinde güçlü yaylardan ve zembereklerden oluşan mekanik bir sistem oluşturur. Bu mekanik sistem sayesinde elin kolun hareketinden aldığı enerjiyle pilsiz pulsuz çalışan saatler gibi yazdıkça yazar. Yazmadığı günlerde o günü boşa geçirmiş olduğunu hisseder. Bunu hissetmiyorsa, yani başını yastığa koyduğunda o gün tek bir kelime bile yazmamış olmak onu uykusuz bırakmıyorsa zaten yazarlığında sorun var demektir. Bu durum eroin bağımlılarının eroin bulamadıkları zaman krize girmeleri gibi bir şeydir. Yazarlık bir bağımlılık, bir çeşit zihinsel hastalıktır. Uyuşturucu ve alkol bağımlılarından tek farkı onlar kendilerine zarar verirken ortaya güzel bir eser çıkaramazken yazar kendinden verdikleriyle camdan saraylar inşa eder, savaş çıkarıp barış ilan eder, dünyayı sıfırdan kurar, kurduğu dünyayı hiç var olmamış gibi yıkar. Ve nasıl ki krize girmiş bir eroin bağımlısına "Gel sana güzel bir kız buldum, sabaha kadar takılırsın." ya da "Gel, dünyanın en pahalı lokantasında yemek yiyelim" demek hiçbir işe yaramayacaktır, yazamayan ya da günlük yazı kotasını dolduramamış bir yazara da dünyanın diğer zevkleri süfli ve malayani gelir. Yazmak dışındaki tüm eylemler yazamadığı zamanlarda anlamını yitirir. Bu eylemlerden zevk alamaz hale gelir çünkü hayattaki asıl amacı olan yazma işini yapamamaktadır. Bu durum çocuk yapmak isteyip de bir türlü çocuk sahibi olamayan bir çiftin içine düştüğü yeis hali gibidir. Ne içinde oturdukları villa ne de altlarındaki son model BMW çocuk sahibi olamamanın verdiği eksiklik duygusunun yerini doldurur. Aynı durum yazar için de geçerlidir. Metin onun çocuğudur ve herhangi bir kısırlık ya da düşük -bir türlü bitmeyen eserler- durumunda hayatın tüm diğer zevkleri yok olur. Sevişmek ritmik ve sıkıcı bir eyleme, yemek yapmak ya da yemek -ne kadar lezzetli olursa olsun- tatsız bir rutine, sporla vakit geçirmek vakit kaybına, arkadaşlarla takılmak iç şişirmeye, gidilen konserler gürültüye dönüşür. Bir de bütün bunların üzerine suçluluk duygusu biner. Kayda değer bir ürün çıkarmayan bu Fetret Devri devam ettikçe yazar tükenmişlik duygusuna kapılır. Tükenmişlik suçluluğu, suçluluk tükenmişliği körükler. Bu fasit daireyi kırmanın tek yolu ilk fırsatta gaza basıp suya sabuna dokunur bir şeyler üretmek ve eski özgüveni tekrar tahsis etmektir. Sonuç olarak yazar işte bu fasit daireye düşmemek için yazar, her gün hırsla ve umutla yazar, her gün inatla ve kinle yazar, her gün hasetle ve korkuyla yazar... Çünkü o daireye bir kere girdi mi tekrar geriye çıkmak ya çok zordur ya da imkânsızdır. Hani Sait Faik diyor ya bir öyküsünde "Yazmasaydım ölecektim" diye, işte o hesap! Yazar yaşadığı için yazmaz, hayatta kalmak için veya yaşadığı deneyimler bütününe "hayat" diyebilmek için yazar. Buna mecburdur. Yazmasa ruhu ölür, bedeni ise oksijen israfı yapmaya ve yeryüzünde eksikliği hissedilmeyecek uzun ince gölgeler çizmeye devam eder. 


* Örneğin, eğer bu yazı sanatsal bir çalışma olsaydı ve ciddi emek gerektirseydi, sonuna gururla  "Ali Rıza Arıcan. 17 Temmuz 2022, Shenzhen" şeklinde bir imza atabilirdim. Bir oturuşta, yaklaşık 40 dakikada ve sadece bu blogda yayınlanmak üzere yazıldığı için gerek görmüyorum. 

** Yukarıdaki resmin yazıyla ya da yazarlıkla bir ilişkisi yok. Doğum günümde öğrencilerden gelmişti. Kaybolmasın diye buraya koydum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder