Bu Blogda Ara

04 Haziran 2022

Peki Hocam, Bütün Bu Öğrendiklerimiz Gerçek Hayatta Ne İşimize Yarayacak?


23 yıldır dört farklı ülkede ve sekiz farklı okulda öğretmenlik yapmış birisi olarak öğrencilerden -hangi ülkede veya okulda olurlarsa olsunlar- duyduğum en sık sorulardan birisi şudur: Hocam bütün bunları neden öğreniyoruz? Bir matematik öğretmeni olarak sanırım bu soruyu dil, tarih ya da beden eğitimi öğretmenlerinden daha sık duyarız. Lise öğrencisi tahtada gördüğü ve bir bakışta herhangi bir anlam veremediği türev ve integral simgelerine karşı bir savunma mekanizması geliştirmek zorundadır ve bu mekanizmaların en kolay bulunanı "Zaten bunlar gereksiz şeyler" bahanesine sığınmaktır. Ben bu soruya maruz kaldığım zamanlarda elimden geldiğince samimi olmaya ve karşımdaki öğrencileri aptal yerine koymamaya çalışırım. Logaritmayı öğrenmeniz ileride veri analizlerinde çok işinize yarayacak, trigonometri olmadan elektronik sistemler var olamaz, türev bilmeden mühendis olamazsınız gibi zorlama yanıtlardan elimden geldiğince kaçınırım. Bu yüzden yanıtım genelde sinsi bir gülümseme eşliğinde "Hiçbir işinize yaramayacak." olur. Çoğu zaman da devam ederim. "Okulda öğreneceğiniz en önemli üç şey anadilinizi ve yabancı bir dili özgüvenli bir şekilde konuşmanızı ve yazmanızı sağlayacak bilgi ve bellek birikimi, gündelik hayatınızı idame ettirecek kadar aritmatik bilgisi -ilkokul matematiği yeter de artar bile- ve mümkünse sizi özdisiplinli olmaya alıştıracak bir sanat ya da sporla yakın ilişki kurmaktır. Bunların dışındaki şeyler ülkelerin mevcut rejimleri tarafından dayatılan ve üç temel amaca hizmet eden ulusal eğitim sistemi denilen dayatmacı yapının yansımalarından ibarettir."

Burada bazen dururum, devam etmem çünkü söyleyeceklerim başıma bela açabilir. En azından eskiden biraz daha ihtiyatlıydım. Şimdilerde daha az takıyorum böyle şeyleri. Ağzıma geldiği gibi konuşuyorum. Bir çeşit dibe vurma arzusu benimkisi, dibe vurayım da geri sıçrayayım, dibe vurayım da bitsin bu nazlı gelin ayakları, hep ben mi uğraşacağım, biraz da dünya beni taşısın demenin sessiz halleri... Özellikle lise sonlara ve lise 3'lere dobra dobra anlatıyorum düşüncelerimi. Belki de bu yüzden beni seviyor öğrenciler, samimi ve cesur buluyorlar beni. Kendilerinin de aklından geçirdikleri ama korkudan dile getiremedikleri şeyleri söylediğim için beni kendilerine yakın hissediyor olabilirler. Asıl niyetimi bilmiyorlar tabii! :)

Öğrencilerime söylediğim ve kısaca izah ettiğim bu üç amacı burada da yazayım. Üç günlük tatilde bir şeyler üretmiş olurum hem. Boşa geçmesin tamamıyla. Hem belki devamı gelir, ufak ufak yazmaya yeniden başlarım. 

1. Ulusal Eğitimin, yani çocukları ve gençleri sabahtan akşama kadar bir binaya tıkıştırıp, beyinleri sulanana kadar onları bilgi yağmuruna tutmanın en birincil amacı ebeveynlerin gün içinde işgücüne katkıda bulunmalarına huzurlu bir kalple devam etmelerini sağlamaktır. Çocuklar okuldayken güvendedirler, sağa sola salça olmazlar, kötü alışkanlıklar edinmezler, şiddete ya da cinselliğe eğilim gösteremezler, oyun oynayacağım derken evi yakmazlar ya da kirlenen kardeşlerini çamaşır makinesinde yıkamazlar... Dolayısıyla da ebeveynler çocuklarını okula bıraktıktan sonra gönül rahatlığıyla işlerine odaklanabilirler, verimli bir şekilde uzun saatler çalışabilirler, hatta verimlerini ikiye katlayacak sosyal ilişkiler kurabilir, çocuklarının ilgi bekleyen gözlerinden ırak bir ortamda eğlenebilirler. Onların bu şekilde işgücünde kalmaları, üretime ve istihdama katkıda bulunmaları, sağlıklı sosyal ilişkiler kurmaları ülke ekonomisinin ve doğal olarak da devletin güçlü bir şekilde idame etmesinin de yegane yoludur. 

2. İkinci amaç ise toplumu gençlerin şerrinden korumaktır. Evet, yanlış okumadınız, bana göre okul bahçelerini çevreleyen duvarlar sanıldığı gibi çocukları ve gençleri toplumun zararlı unsurlarından korumak için yapılmazlar. Bilâkis, toplumu çocukların ve gençlerin fevri, irrasyonel, saman alevi gibi bir anlığına parlayıp hemencecik sönüveren ateşli davranışlarından korumak için dikilir o duvarlar. Öyle ya; gençtirler, toydurlar, her an her şeyi yapabilir, her şeye çabucak kanabilir, akıl süzgecinden geçirmedikleri düşünceleri harekete geçirmeye kalkarlar, yarım yamalak anladıkları ideolojileri başkalarına dayatmaya çabalarlar. Kaybedecekleri fazla bir şey olmadığı için de cesur ve diğerkâm görünürler. Bu yüzden, yani toplumun mevcut düzeninin, huzurunun ve hiyerarşik yapısının korunması için evlerinde tutulmayan bu çocukların ve gençlerin yüksek duvarlarla çevrili hapishanelerde tutulmaları gerekir. Modern toplumun kendisine atfedilen işlevlerini yerine getirebilmesi için bu adı konmamış hapishaneler şarttır. 

3. Yukarıdaki ilk iki amaç eğitimin, toplumun verimliliğine ve huzuruna yönelik faydaları olarak görülebilir. İşin ulusal yanı apayrı bir boyuttur. Sabah kapısından girdiği kurumda akşama kadar hademelerle, öğretmenlerle, yöneticilerle, sınıf arkadaşlarıyla iletişime geçip ilişkiler kuran bir çocuk burada devletin bir mikroölçeğini deneyimler. Hiyerarşiyi, makama saygıyı, emre itaati, kurallara ne pahasına olursa olsun uymayı öğrenir. Sadece davranış eğitimi değildir verilen, derslerde ve törenlerde de devlete bağlılığı, atalarının uğruna kanlarını döktüğü topraklar için yeri geldiğinde kendisinin de canını vermesi gerektiğini, kendi atalarının kimseye kötülük yapmamış, tam tersine hep zulüm görmüş ve cesaret ve metanetle cani düşmanlarının üstesinden gelmiş olduğunu öğrenir. Devlet bekasını garanti altına almak için tarihi, coğrafyayı, sanatı, yeri geldiğinde bilimi ve matematiği bile kendi yakınsak lenslerinden geçirdikten sonra öğrencinin önüne koyar. Böylece, liseden mezun olan ortalama bir öğrencinin kafasında ne olduğunu bilir, onu ileride karşılaşacağı bürokrasi labirentlerine, çelik gibi sert üs-alt ilişkilerine, kolluk güçlerinin keskin kılıçları karşısında veya yargının ucundan adalet damlamayan kaleminin altında sükut etmeye davet eder. Çünkü devlete lazım olan şey itiraz eden, hakkını arayan, zırt pırt şikâyet eden vatandaş değildir. Devlete lazım olan laf dinleyen, sesini çıkarmayan, ailesi ve kişisel serveti dışında bir şeye karışmayan bireylerdir. Bunu da okul sıralarında öğretmene kayıtsız şartsız saygı duyarak, okul yöneticileri karşısında el pençe divan durarak, kitaplarda yazılanları olduğu gibi kabul ederek yaparlar. Toplumun mikro ölçekli bir yansıması olan okulda ilerideki hayatının bir benzerini yaşar, bir çeşit simülasyonu deneyimler.   

Peki ya dersler, tenefüsler, müfredat, sınavlar, sıralamalar falan neden var? Ulusal Eğitim denen şey bir kontrol mekanizmasından, devletin yeri geldiğinde sertleşip yumruğa dönüşen şefkâtli ellerinden başka bir şey değilse neden öğreniyoruz logaritmayı, bütan molekülündeki karbon atomu sayısını ya da hücrenin içindeki mitokondrinin ne işe yaradığını? O da bir çeşit yan ürün bana kalırsa. "Madem buradasınız, bir şeyler öğrenin bari. Boşa geçmesin vaktiniz." gibisinden bir kaçamak. Başka türlü nasıl kontrol edeceksiniz yüzlerce genci, taşkınlık yapmalarını nasıl önleyeceksiniz. Zihinlerini ve bedenlerini meşgul etmeniz gerekir. Ver bir matematik sorusu, uğraşsın dursunlar yarım saat boyunca. Bundan daha ucuz, daha kolay ve daha güvenli bir kontrol yöntemi var mıdır? Böylece onların yıkıcı yanlarını törpülemiş olursunuz, zihinlerini kurumsallaştırmış, bedenlerini uysallaştırmış olursunuz. Hem belki içlerinden birisi ileride çığırlar açacak bir bilim insanı ya da yeni yöntemler deneyen bir sanatçı olmaya karar verir. Bundan iyisi mi var? Olmasa da olur ama olursa can sağlığı, öp başına koy, bir de içinde katkın varmış gibi kendinle gurur duy.   

Yazacaklarım bu kadar,

aa

-Bir sonraki deneme: Tanrı ve Çember

-Daha sonraki: Can Sıkıntısı ve Yaratıcılık

1 yorum:

  1. Olayları ikinci madde açısından hiç düşünmemiştim. Farklı bakış açın için teşekkürler.

    YanıtlaSil