Bu Blogda Ara

23 Şubat 2022

Tünelin Sonunda Yeni Tüneller Var

Binanın önüne konan test çadırı.

Bizim oturduğumuz binada yaşayan bir adamın yakın arkadaşının Covid19 testinin sonucu pozitif çıkmış. Adamın testi pozitif değil, bir gün önce görüştüğü arkadaşınınki pozitif. Buna rağmen bizim bina üç günlüğüne karantinaya alındı. Bizim binadan bir çocuk karşı binadaki arkadaşının evine gittiği için o bina da karantinaya alındı. Üç gün evden çıkamayacağız. Bina dediğime bakmayın, 32 katlı apartmanlar bunlar, her katında 5 daire var. Toplam 160 daire eder. Her birinde ortalama üç kişi yaşasa yaklaşık 500 kişi... 

Zaten şehrin sağında solunda patlak veren müfredit vakalar yüzünden okullar Çin Yeniyılı sonrasında yüzyüze eğitime açılamadı. İki haftadır okula gidiyoruz ama öğrenciler gelmiyor. Bilgisayarın başında ders veriyoruz sabahtan akşama kadar... Şimdi bir de eve kapandık. Apartmanın weixin (whatsapp gibi bir iletişim uygulaması) grubunda birisi "Tünelin sonunda ışığı görebiliyorum." yazmış. Ben de "Ben göremiyorum" yazdım. Birisi sormuş, "Neden?". Ben de yanıt olarak "Tünel çok uzun olduğu için" dedim. O da cevaben "Sadece 3 gün kalacağız, 30 değil." yazmış. Karşılık vermedim, çünkü benim tünel derken kastettiğim şeyin üç günlük süreç olmadığını anlamamış. Hem grupta 250 küsur kişi var, hemen hepsi de Çinli. Biliyorum ki bu ülkede resmi söylem dışında fikir beyan etmek kadar moral bozucu şeyler söylemek de yasak. Türkiye'de olduğu gibi burada da "vatan haini", "batının uşağı", "emperyalist" damgalarını yemek çok kolay. O yüzden sustum ve buraya geldim, kendi kendime konuşmak için. Evet, ya tünel çok uzun ya da tam bitti derken yeni tünellere girmekle geçiyor ömrümüz ve bu yüzden çoooook uzun bir tüneldeymişiz izlenimi ister istemez ruhlarımızı esir alıyor. 

Çin'in salgının başlangıcındaki normal karşılanabilecek bocalamasını saymazsak, son iki yılda salgınla mücadele adına yaptıklarını azımsayamayız. Ben tüm bu süreç boyunca Çin hükümetinin tam teşekküllü tedbirlerini hep destekledim, halkın bu tedbirlere koşulsuz itaat etmesine -halkın sağlığı ve huzuru için- hayranlıkla karışık saygı duydum. Gerçekten de bütün dünya hâlâ her gün binlerce insanı salgına kurban verirken Çin'de son iki yılda neredeyde tek bir kişi bile Covid19 yüzünden hayatını kaybetmedi. Tabii ki bu gurur verici sonuç fedâkarlık yapılmadan ve bedelini ödemeden gerçekleşmedi. Şu anda Çin'e uçan hava yolu sayısı bir hayli az, gelenler de çok seyrek geliyor. Bilet fiyatları fırlamış durumda. Uçuşlar sıklıkla iptal ediliyor. Başka bir ülkeden buraya gelmek için otuz ayrı koşulu yerine getirmeniz gerekiyor. Yok uçağın kalktığı şehirde en az yedi gün kalacaksınız, orada üç kere test olacaksınız, kendinizi karantinaya alacaksınız, uçağın durduğu tüm havaalanlarında tekrar test olacaksınız falan filan... Vize almanın zorluğundan hiç söz etmiyorum. Yurt dışından gelen kargo bile karantinaya tabi tutuluyor. Her yerde yeşil sağlık kodunuzu, son 48 saatte alınmış test sonucunuzu, aşı durumunuzu göstermek zorundasınız. Maskesiz metroya, AVM'ye, hatta bazen parka bile giremezsiniz! Bunları bırakın, sosyal medyada "Artık virüsle yaşamayı öğrenmeliyiz!" diye de yazamazsınız. Yazarsanız hapse girersiniz. Tamam, insanların hayatlarının kurtulması pahasına neşeli hayatımızdan, seyahat zevkimizden, ve hatta ifade özgürlüğümüzden vazgeçtik diyelim. Peki tüm bu vazgeçişler, sadece ve sadece, tünelin sonunda bir ışık hüzmesinin var olduğuna inanmakla anlam kazanmıyor mu? Yani, ben yaz ayları geldiğinde ülkeme dönüp ailemi  ve arkadaşlarımı göremiyorsam, bilimum tatillerde yaşadığım kentin dışına çıkamıyorsam, evde bilgisayarın başında her gün beş saat -250 dakika- ders verip, üzerine bir de onlarca sınav kâğıdını bilgisayar ekranında okumak zorunda bırakılıyorsam -gözlerimin ağrısı başıma vuruyor öğleden sonraları-, tüm bu yaptıklarımın bir sonu, bir bitiş noktası, bir mükâfatı olmalı. Yoksa neden katlanıyorum ben bunca sıkıntıya?

Son zamanlarda bu soruyu sıklıkla sormaya başladım. Bu virüs eninde sonunda girecek ülkeye. Gördüğüm kadarıyla da istediğin aşıyı ol, istediğin kadar ilaç kullan, tedbirli davran, bir şekilde kapacaksın bu virüsü ve kaptığında da, aşılar sayesinde ölmeyeceksin belki ama ciddi anlamda sürüneceksin. Yani, kurtuluşu yok gibi. Herhalde vücudumuzda yaşayan pek çok başka virüs ya da bakteri gibi bir şey olacak Covid 19 da. Onunla savaşmaya ve onunla yaşamaya alışmamız gerekecek. O da mülayimleşecek, bizimle yaşamayı öğrenecek. Evrim her zamanki görünmez ve sabırlı mekanizmasıyla uzun erimde sorunu çözecek, dengeyi bulmamızı sağlayacak. Peki Çin bu savaşa ne zaman hazır hale gelecek? Sınırları hep böyle kapalı mı tutacak? Ya da bu durumu politik bir üstünlük olarak sunmaya on yıllarca daha devam mı edecek? Ben açıkçası tünelin sonunu da sonundaki ışığı da göremiyorum. Büyük bir plan var da benim mi haberim yok acaba! Bir vakitte bir şeylerden vaz geçip, bu kadar yeter deyip, insanlara "Artık ülkeye gelebilirsiniz!" diyecektir herhalde. O zaman ne olacak? 1 milyar 400 milyon insan sormayacak mı "Madem sonunda bu virüse kapıları açacaktık, neden baştan beri bu kadar sıktık dişimizi?" Şimdiki haliyle Çin ölümsüzlük iksirini içtikten sonra hayatta hiçbir risk almayan, karşıdan karşıya bile geçemeyen, araba kullanmayan, elektrikli eşyalara dokunmayan birisine benziyor. Kaybedeceğin sonsuz bir hayatsa her risk sonsuz pahalı hale gelmiş demektir. 

Kafam son zamanlarda bir hayli karıştı. Biraz da yoruldum açıkçası. Bu yaz da Türkiye'ye gelemeyeceğim. Ailemi, dostlarımı, köyümü, bahçemi, boğazı, martıları göremeyeceğim. Çin'de yaşayan pek çok öğretmen / yabancı çalışan gibi benim için de bu ülkenin ve mesleğimin en güzel yanı uzun tatillerde civar ülkere veya memleketime gidip rahat bir nefes alabilmektir. Çinliler bu yasaklardan pek etkilenmiyor olabilirler ama yabancılar bıkmaya başladılar bile. -Ya sev ya terk et seslerini duyuyorum- Haksız mıyım ama? Yazın rahatlayıp güzün başında hafiflemiş bir halde işimin başına dönemiyorsam neden çalışıyorum ben bu ülkede? Neden katlanıyorum bu kadar mesafeye ve yalnızlığa? Tayland'da ya da Türkiye'de de yaşayabilirim bu yaştan sonra. Öteki yandan, etrafımda kimsenin ölmemesi, insanların sağlıklarından olmaması da sevindirici bir durum. Yani, her zamanki gibi iki köy arasında gidip geliyor zihnimin kıvılcımları. "Sarı Çizgili Mehmet Ağa" öyküsü bu ikircikli hallerin bir uzantısıydı. Belki başka öyküler de çıkar bu durumdan. Çok da yazmak istediğim bir konu değil aslında, işin politik yönü beni ürkütüyor. 

Neyse, iki kelime yazayım dedim, bir sürü yazdım. Yetsin bu kadar. Bilgisayar ekranına daha fazla bakamayacağım. 

---

Dip notu: Az önce grupta yazıldı. Dün akşam binanın karantinaya alınacağını öğrenen birisi akşam evine gelmemiş, otelde kalmış. Eee, ne anladım ben bu işten. Sormazlar mı adama "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" diye? Ya bu adam pozitifse ve şimdi oteldeki yüzlerce kişiyi enfekte etmişse... Böyle çelişkiler çok aslında. Bir başka örnek de otobüslere binerken yeşil kod sormamaları. Otobüs kapalı alan değil mi? Parka girerken bile soruyorlar oysa, açık alan olmasına rağmen...

Dip Notu 2: Bu sabah 3:50'de kapımıza geldiler. Beyaz hazmatlı sağlık görevlileri, zaten hep kabile halinde geziyorlar, kapımıza da o şekilde gelmişler. Neymiş hemen aşağıya inip test olmalıymışız. Haydaaaaa! "Neden sabahın 4'ünde?" diye sorsak da yanıt alamadık tabii ki! Aşağıda insanlar, pijamalı dedeler, battaniyelere sarılmış bebekler, titreyen kadınlar... Neyse ki çok uzun sürmedi. 4:20 gibi yatağa geri dönmüştüm. Uyku tutmadı hemen. Sabah da uyanamadım bu yüzden. Sabah altıda kalkmam gerekirken 7:35'te uyandım. Alarm mı çalmadı, çaldı da ben mi duymadım!  


 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder