Bu Blogda Ara

20 Şubat 2022

Denize Düşen Tarkan'a Sarılır

Neymiş efendim, Tarkan gerçek bir sanatçıymış, dik duruşuyla ve tarafını belli etmesiyle Türk halkının kalbinde yerini etmişmiş, her yerde çalınmalı ve sesi göklere yazılmalıymış... Yok daha neler! Sormazlar mı adama "Ayol, bunca yıllık muhalefetiz, Tarkan'a mı kaldık?" diye? Düne kadar şıkıdım şıkıdım diyen, kız hepsi senin mi diye sokaktan geçen genç kızlara laf atan -fakir diyorsa sözlü taciz, zengin diyorsa flört diye kategorize edilen- erkek ağzıyla ortalığı yıkan, senin gibi fındık kıraaaaaaan gibi saçma sapan liriklere müzik yapan popçu tek bir şarkıyla Ahmet Kaya gibi, Tarık Akan, Ruhi Su gibi muhalif sanatçı mı oldu? Muhalefet, ya neseb-i gayri sahih bir zafer sarhoşluğundan ya da savaş (siyaset) sanatından* hiç anlamadıklarından olsa gerek saçma sapan saiklerle kendisini rezil etmekle meşgul. Ben Tarkan'ı ne severim ne de sevmem. Genel olarak pop şarkıcılarına karşı herhangi bir tavır takınmam, onları dinlemem, dinleyenleri de anlayışla karşılar ve sesimi çıkarmam. Eğlencedir, ter atmaktır, stres azalmaktır... İnsanların müziğe atfettiği görevler farklı farklıdır, karışmayı doğru bulmam. Bu sefer dinledim, bangır bangır tüm haber kanallarında "Geççek" üzerine methiyeler düzüldüğüne göre bir şeyler vardır dedim. Her zamanki gibi umudum boşa çıktı. 

Bir kere şarkının siyasi bir amaç güttüğünü söylemek imkânsız. Muhalefete değil de iktidara yardım etmek için de yazılmış olabilir. Uzun zamandır yoksullukla, salgınla, terörle, baskıyla ve zulümle yönetilen bir halka "bugünler de geççek, accık sabredin!" demiş. Nasıl geçecek, neyle geçecek, kiminle geçecek... Bunları dememiş! Şıkıdım  şıkıdım eller havada, kıçımız bir o yana bir bu yana oynayarak geçmeyecek herhalde? Tarkan'ın kendisinin de çok memnun olduğunu sanmıyorum ortaya çıkan bu tablodan. Yani, siyasi yelpazenin bir kutbuna çekilip, bir tarafın övgüsüne diğer tarafın tehditkâr nefretine mazhar olmayı beklemiyordu büyük olasılıkla. Bekliyorduysa ne ala! Bunu onun naifliğine, siyaseti anlamamasına, Türkiye'nin hemen her alandaki sert kara iklimlerine uzak oluşuna verebiliriz. Peki ya siyasiler, onları neyle aklayacağız?

Bir yıl sonra seçime girecek olan muhalefetin projelerle, geleceğe dönük siyasi ve ekonomik planlarla, halkın boş cüzdanlarını ve aç midelerini rahatlatacak çözümlerle gelmesi, bunları her yerde anlatması, insanları ikna etmesi beklenmez mi? Yani, son yirmi yıldır AKP'ye oy vermiş ve bugün artık yıllardır sırtını dayadığı siyasi partiye sırtını dönmeye hazırlanmış bir kitleye ne sunuyor muhalefet? Neyin sözünü veriyor? Ne değişiklikler öneriyor? Hangi parayla hangi dönüşümleri yapacağını iddia ediyor? İktidarı eleştirmek bir şeydir ama iktidara namzet olmak başka bir şeydir. Oy kullanacak bir vatandaş olarak -ki AKP'ye hiçbir zaman oy vermedim- ben bile bu soruların yanıtlarını bekliyorken, yukarıda sözünü ettiğim ve yönelecek cenah arayan kitle hayli hayli bu sorularla meşguldür. Sokak röportajlarına bakarak "bu maçı alacağız" havasına girmek hem çok yanlış -Hafta içi gündüz vakti sokakta yürüyen vatandaş Türkiye'nin seçmen nüfusunu temsil edebilir mi Allah aşkına!- hem de çok tehlikelidir. 

Uzun yazmanın bir anlamı yok. Çok bilgili ve iddialı olduğum konular değil bunlar. Sadece durumu can sıkıcı ve alarm verici bulduğum için, günlük yazı programımdan biraz sapıp bu satırları yazma ihtiyacı duydum. Yarın yine bu aralar üzerinde çalıştığım öyküye dönerim.   

Sevgiyle ve umutla kalın,

* Çinli askeri stratejist Sun Tzu'nun "Savaş Sanatı" adlı kitabında şöyle bir cümle geçer. Kitap yanımda yok, İngilizcesinden kabaca çevireyim: Bütün savaşlar kandırma sanatına dayanır. Saldırıya hazır olduğumuzda, hazır değilmişiz gibi görünmeliyiz. Kuvvetlerimizi cepheye sürerken, bir şey yapmıyormuş gibi görünmeliyiz; yakındayken onların bizim uzakta olduğumuzu düşünmelerini, uzaktayken de yakında olduğumuzu düşünmelerini sağlamalıyız.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder