Bu Blogda Ara

10 Şubat 2022

Sabahları Yazmak

İnsan bir kere yirtirdi mi günlük rutinini, eski momentumuna tekrar kavuşması vakit alıyor. En azından, benim gibi yazma eylemini hiçbir zaman kolay bulmayan, yazmayı lastikleri patlak bir arabayı yokuş yukarı itmekten farksız gören amatör yazarlar için bu durum böyle sanıyorum. Eski okulumdayken 2 saatlik öğlen paydosu çölde bulunmuş vaha misali hayati bir değere sahipti benim için. Şimdiki okulumda ne bir öğlen paydosum var ne de gün içinde iki kelime yazacak kadar vaktim. Beş ayrı dersim var her gün, her bir sınıfa farklı bir şey öğretiyorum. Akşama kadar deli danalar gibi dolanıyorum ortalıkta. Gerçi denemedim diyemem. Okulun kütüphanesinde yazmayı denedim ama olmadı. Çok öğrenci var, soru soruyorlar, rahatsız ediyorlar. Hiçbir şey yapmasalar bile, birbirleriyle İngilizce konuştukları için -anlamadığım bir dil konuşsalar rahatsız olmazdım- yazdıklarıma odaklanamıyorum. Akşamları yazmayı denedim birkaç kere ama yine olmadı. Hem çok yorgun oluyorum -bedenen ve zihnen cılkım çıkmış oluyor eve geldiğimde- hem de akşamları J ile birlikte bir şeyler yapabileceğimiz tek zaman dilimi olduğu için sürdürülebilir bir çözüm değil bu. Dışarıya yürüyüşe çıkıyoruz, sitedeki kedileri besliyoruz, parkta oturuyoruz, arkadaşlarla buluşuyoruz falan... Bunları yapmasak bile evde oturup birlikte film ya da belgesel izliyoruz. Akşama kadar zaten yalnız J, bir de ben eve gelip yemek yedikten sonra kendimi odama kapatıp iki saat yazıyla mı uğraşayım? Haksızlık olur ona! Bu yüzden geriye kalan tek zaman dilimine, sabahlara sığındım. Son üç sabahtır iyi gidiyor. Bir aksilik çıkmazsa hafta içi hafta sonu demeden bu rutini her gün devam ettirebilirim. Sonuçta, her sabah 6'da kalkıyorum yataktan. Okulda ilk saat dersim olmadığı için biraz geç gitsem sorun çıkmıyor. Zaten kimsenin karıştığı yok bana. They need me much more than I need them. Sabah 6 ile 7:15 arasında 500 kelime yazmak zor olmuyor. Kalkıp tuvalete gittikten ve elimi yüzümü yıkadıktan sonra hemen oturuyorum masanın başına. İlk kırk beş dakikada kahve içmiyorum. Beş dakika ara verip kahvemi yapıyorum ve sonrasında devam ediyorum kaldığım yerden. Ev sabahları sessiz oluyor. J uykuda, kediler uykuda. Bir tek Boncuk uyanık oluyor. Onu da kapıya -daireler arasındaki boşluğa, merdivenlere ya da asansöre girişi yok- çıkarıyorum birkaç dakikalığına. Hevesini alıp geri geliyor, uykusuna kaldığı yerden devam ediyor. Ben de en azından bir paragrafı bitirene kadar yazıyorum. Önceki yazdıklarımı düzeltiyorum. Vakit dolu dolu geçmiş oluyor. Tatmin olacak kadar yazdıktan sonra da duş alıp okula gidiyorum. Okulda neşem yerinde oluyor çünkü günlük yazı sorumluluğumu yerine getirmişim, artrık her türlü çılgınlığı ve tembelliği yapabilirim. Üzerimden büyük bir yük kalkmış oluyor, insanlığa karşı ahlaki ve vicdani ödevimi yerine  getirmişim gibi bir hafiflikle günü geçiriyorum. Başka şeylerle -kitaplar, youtube videoları, matematik vb- ilgilenirken ne bir suçluluk duyuyorum ne de kafam ikide bir "bugün ne zaman yazacağım?" sorusuna saplanıyor. Tabii, işin sürdülebilirliği en önemli yanı. Üç sabah yazıp sonrasında devam edemeyeceksem boşuna hevesleniyorum demektir. Onu da zaman gösterecek. İlk üç günde verimi ya da kaliteyi düşüren bir unsura rastlamadım. Belki ileriki günlerde akşamları daha erken yatmayı -10:30 mesela- ve haftada bir gün -Pazar sabahları?- ara vermeyi düşünebilirim. Bekleyelim görelim... Au revoir :) 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder