Ölümsüz İmparator ve Toprak* Ordusu
History is that certainty produced at the point where
imperfectios of memory meet the inadequacies of the documentations.
Patrick Lagrange
Ölümsüzlüğün bir adı da yaşamamaktır. Yaz bunu bir kenara
güzel kız; unutacaksın yoksa! Ölümsüzlük ölümün yokluğu değil, yaşamın
yokluğudur. Büyük imparator ölümsüzlük iksirini bulmaya çalıştığı için değil,
hiç yaşamadığı için ölümsüz oldu. Sadece o mu? Ben ve burada gördüğün binlerce
asker de yaşamamış olmamıza borçluyuz bin yılları aşan ömrümüzü. Hikayem uzun,
ama tüm diğer uzun hikayelerde olduğu gibi benimkinde de aşk var, hırs var,
tutku var, intikam var, ölüm var. Zannediyor musun ki iki bin küsur yıl önceki
insanların korkuları ve o korkulara siper olması için ürettikleri çözümleri
bugünkülerden farklıydı?
Unutma ki duvarları örenlerle kitapları yakanlar hep aynı
kişiler olmuştur. Kitap yakarak geçmişi yok ederler, duvarları örerek geleceği
kontrol altına alırlar. Hem şöyle bir bak etrafına? Senin etrafında da
yok mu örülü duvarlar, dikenli teller, yol bitti diyen levhalar? Sana ve yaşıtlarına okullarda öğretilen kitaplar kendilerinden
öncekilerinin yanlış olduğunu iddia etmeden var olabiliyorlar mı? Tarihin
sıvasıdır yalan. Bunu da yaz bir kenara, unutma. O elindeki kitap ne, Sima
Çian’ın tarihi mi? Onun bir Hanlı olduğunu biliyorsun değil mi? Han
hanedanından bir tarihçinin savaşta bozguna uğratıp, kendi topraklarına
kattıkları Çin hanedanı hakkında doğru şeyleri yazabileceğini mi sanıyorsun?
Bir de beni dinle, içeriden bir sesin, binlerce yıldır susmuş bir dilin
anlatacaklarına kulak ver. Belki farklı bir şeyler söylerim.
Çin Şı Huang Di |
Han hanedanından Çang Lian (Cang Liang) tuttu beni, itiraf
ediyorum. Yüzyıllardır sustum ama artık konuşma zamanı. Madem buldunuz beni ve
benimle birlikte gömülmüş binlerce diğer toprak askeri; gerçekleri birinci
elden dinlemeyi hak ettiniz. Çang Lian tutuşturdu elime o 120 cinlik balyozu.
“Hadi vur” dedi, saklandığımız yerden imparatorun konvoyu görünür görünmez.
Ölümden korkan ve ülkesini bu korkuyla idare eden bir imparatordan ne
beklersin? Daha önce iki suikast girişiminden ve bir askeri darbeden sağ kurtulmuş olan imparator tabii
ki hazırlıklıydı olası bir saldırıya. En önde giden süslü arabaya saldırdım
ben, Çang Lian’ın sözüne inanıp. Oysa; siyah atların çektiği, imparatorluk
bayrağıyla donatılmış, çatısı imparatorun yazlık sarayının çatısını andıran bu
araba değildi Çin Şı Huang Di’yi taşıyan; arkadakiydi. Arabanın üzerine
elimdeki balyozla bir akbaba gibi inip, ahşap yapıyı kağıt gibi parçalara ayırdığımda
pişman olmak için artık çok geçti. İmparatorun olması gerektiği yerde olmaması
bir yana Çang Lian da kaybolmuştu ortalıktan. Suikast başarısız olmuştu. Artık yakamızı
imparatorun askerlerinden kurtarma zamanıydı.
Görebiliyor musunuz beni? |
Heyecanlandın mı? Yüzünden belli. Sakin ol, ağır ağır
anlatıyorum. O kaos ortamında ayrı yönlere kaçmak zorunda kalmıştık. Kolay
değil, peşimizde yüzlerce asker, imparator ölümden dönmüş, ateş saçan gözlerle
sağa sola emirler yağdırıyor. Bir kılıç darbesiyle kafamızı uçuracak olsalar
neyse, kanımızı damla damla dökerek öldürürler benim gibileri. Neyse ki
başardık kaçmayı. O gün bu gündür görmedim Çang Liang’ı. Bana söz verdiği
parayı da alamadım tabii. Oysa tarla satın alıp, geçimimizi başkalarının eline
bakmadan sağlayacaktık o parayla. Hepsi hayal oldu.
Tarih bunları yazmaz tabii; o imparatorları yazar,
imparatorların arkasından işler çeviren karılarını, cariyelerini, hadımlarını
yazar. Saray entrikalarını, o entrikaların sonucunda dökülen mavi kanı yazar.
Benim gibi garibanı neden yazsın, bileğimin gücünden, pazularımın direncinden
başka neyim var ki benim? Oysa sarayları harekete geçiren halkın durdurulmaz
sesi değil midir? Asıl etkin olan, sürekli kaynayan, kaynadıkça tarihi hem
üreten hem tüketen halkın sinesi değil midir? Saray erkânının yaptığı kazanın
altındaki ateşin ayarıyla oynamaktan başka nedir ki?
Bunlar da kadim dostlarım. Geceleri konuşuruz birbirimizle, hikayelerimizi anlatırız. |
Ne güzel de gülüyorsun! Benim karım da böyle gülerdi. Onun
seninkisi gibi sarı saçları yoktu ama, gözleri de yeşil değildi. Bu topraklara
ait olmadığın belli. Rüzgârın başka türlü estiği, güneşin başka türlü doğup battığı coğrafyalardan geliyorsun,
biliyorum. Diğerlerinden farklısın ama, onlar şöyle bir bakıp, iki üç fotoğraf
çekip gidiyorlar. Sen takıldın bana, diktin gözlerini gözlerime, yarım saattir toprağa
bulanmış yüzümü inceliyorsun. Değişmeyecek merak etme, iki bin yıldır
değişmeyen bu toprak yüz iki dakikada değişir mi? Buzun bile üşüdüğü yerdeyiz
biz. Şian’ın kışları ne soğuk olur bilir misin? Zaman bile donar burada, öyle
olduğunun en büyük kanıtı değil miyiz bizler? Bu yüzden yazları ve kışları sıcaklığı pek değişmeyen, mağarayı andıran atölyelerde yaptılar bizleri. Aksi halde dayanamaz, çatlardık soğukta. Çatlar ve paramparça olurduk. Öyle bir günde yapılmadık ki, tam on bir yıl sürdü bunca toprak asker, hayvan, araba, araç gereç...Hayatı kopyeledi resmen, hayatın içindekileri. Ölümden korktuğu için ve bir
sonraki hayatında yalnız kalmamak için yaptığını yazar kitaplar.
Komutanlar / Rütbeliler |
Bana nedense pek inandırıcı gelmiyor bu iddia. Öyle olsaydı o da atası Çin Cin Gon (Qin Jing Gong) gibi canlı canlı gömerdi askerleri. Çin Cin Gon tam
186 askerini gömmüştü kendisiyle beraber. İstese Çin Şı Huang Di yapamaz mıydı
aynı şeyi? Yasakları çiğneyenleri gözünü kırpmadan canlı canlı toprağa gömen imparator, ölünce mi merhamete erecekti? Yaşarken yanında tuttuğu onca bilgin ona yardımcı olamamışken, bizim
gibi toprak askerlerden mi medet umacak koca imparator? Buna kargalar bile
güler. Bizler, bir hiç uğruna öldürdüğü ve vicdanına dev bir kaya gibi oturan
masumların simgeleriyiz. Kendi annesinin sevgilisinden olma çocuklarını
öldürten bir adamdan bahsediyoruz. Babasını sürgüne gönderen, annesini ev
hapsinde tutan, en yakın yardımcılarını kollarından ve bacaklarından atlara bağlayıp
dört yana çektirten ve parçalayan bir adamdan. Kitapları yasaklayan ve yasaklı
kitapları evlerinde bulunduran bilgeleri idam ettiren, yüz binlerce zavallıyı ölümüne
çalıştırıp ülkenin etrafına set çeken bir çılgından. Bugün turistlerin üzerine
çıkıp, gülücükler saçarak fotoğraflar çektirdiği o set için kaç yüz bin insan
öldü biliyor musun? Çok mu abartıyorum? Konudan mı saptım? Kendimi mi
anlatayım? Mutlu şeylerden bahsedeyim. Tamam, madem öyle istiyorsun. Devam
edeyim kaldığım yerden.
İşte ben, soldaki mütevazi asker. |
Can Lian imparatora Yin Cen (Ying Zheng) derdi. Anne
babasının ona verdiği ad buydu sonuçta. 250 yıldır birbiriyle savaşan ve
savaşmaktan ilerlemeye vakit bulamayan yedi hanedanı birleştirdiği için
verdiler ona İlk İmparator anlamına gelen Şı Huang Di adını. Neden bu kadar
kızgındı Can Lian, söylemedi bana. Duyduğuma göre Han sarayında önemli bir
konumu varmış, sözü geçermiş. Çin hanedanının hükümranlığı sırasında kimse onu
takmaz olmuş; vezirken rezil durumuna düşmüş senin anlayacağın. İnsan bu, bilge
de olsa şerefiyle oynandı mı intikam alma arzusu tüm diğer erdemlerin önüne
geçer. Başka zamanlarda bahar çiçeklerine ev sahipliği yapan yürek, intikam
duygusunun esiri olduğunda sadece zehirli dikenler yetiştirir. Tüm bilgelikler
bir köşeye atılır eskimiş pabuçlar gibi.
İmparatorun adamları çok aradı bizi suikasttan sonra ama iyi
saklandım ben. Aylarca dağda kaldım, dönemedim karımın ve çocuklarımın yanına.
Bulduğum iri bir ağaca sırtımı dayayıp uyuklarken, yakaladığım bir tavşanın
etini çiğ çiğ yerken, çayırlardan topladığım mantarları zehirli olanlarından
ayırırken hep imparatoru ve zulmünü düşündüm. Onun zihnine girmeyi istedim,
onun gibi düşünmeyi, onun arzularına sahip olmayı. Neydi ona yetmeyen? Başbakan
diye atadığı Li Sı’nın çılgın heveslerine kurban ettiği insanların sayısını hesap
etmiş miydi hiç?
Yoksa kabullenemediği şey tıpkı etrafındaki diğer insanlar
gibi doğmuş olması mıydı? İlk olma arzusu Tanrı olma arzusudur aynı zamanda.
Doğmamış, doğurulmamış, geçmişe sahip olmamış, nedeni olmayan bir başlangıç değil
midir Tanrı? İmparator Çin Şı Huang Di de Tanrı olmak istiyordu bir bakıma ve bunu sadece
ölümsüzlük iksirini yudumlayarak başaramayacağını biliyordu. Çünkü ölümsüzlük
geleceği garanti altına almaktı, geçmişi değil. Tanrı'nın öncesi var olamazdı. Bu yüzden yaktırdı Çin Sı Huang Di kendisinden önce ne yazılmışsa.
Kendisinden bahsetmeyen tarihin tarih olarak ne önemi vardı? Tarih onunla anlam
kazanmalıydı, onun adını andığı için değerli olmalıydı, sadece Çin hanedanından söz etmeliydi. Bu yüzden Çin tarihi
dışındaki tarih kitaplarını yasakladı. 460 tane bilge insanı sırf yasak olan
şarkılar ve tarih kitaplarını bulundurdukları için canlı canlı gömdüğünü
söylerler. Ne kadar inandırıcıdır bu bilinmez. Saray içinde dönüp duran
entrikaları biz sıradan insanlar pek duymayız. Ancak dedikoduları gelir
kulağımıza, o da kulaktan kulağa ya pireyken deve olur ya da deveyken pire.
Tarih böyle bir şey işte, uzak diyarlardan ziyaretime gelmiş
güzel kız. “Yenenlerin yazdığı yalan” klişesine sığınmayacağım merak etme.
Değil zaten, yenilenlerin uydurduğu bir laf o. Tarih bir bulmaca, bir çeşit
yapboz oyunu. Parçaların büyük bir çoğunluğu eksik olduğu için boşlukları
tarihçilerin hayal gücü dolduruyor. İstedikleri gibi ya da içinde bulundukları
ideoloji neye izin veriyorsa, ona göre dolduruyorlar boşlukları. Bak şöyle düşün; mutlaka ayrıldığın bir sevgilin olmuştur geçmişte. Seversin, olmaz, ayrılırsın.
Olur böyle şeyler.Çok gördüm kalbi kırık genç buralarda, ölü askerlerden medet umarlar içlerindeki yarayı kapamak için. Ayrılırsın ama unutmak kolay değildir. En olmadık zamanlarda
aklına gelir sevdiceğinle bir zamanlar yaşadığın güzel anılar. Ne bileyim;
birlikte tutup sonra acıdığınız için serbest bıraktığınız bir balık düşer
aklına örneğin. Bir başka gün, gözünü gözüne değdirip seni sevdiğini söylediği an belirir aklında. Birkaç gün sonra ansızın elini elinde hissedersin, buruk
bir mutluluk doldurur içini. Bütün bunlar olur ama asla sevgiliyi ya da onun
yaşattığı aşkı tekrar inşa edemezsin.Parçalar vardır, birbirinden uzak, birbirinden bağımsız. Aradaki boşluklar hayatın devamını mümkün kılar.
Anılar ve onların geride bıraktıkları ayna kırıklarına benzerler. Aynanın tüm parçalarını birleştirsen bile ortaya parçalı bir gerçeklik resmi çıkar, pürüzlü ve kırılgan. Tarih de böyle işte. Tüm parçalar elinde olsa bile olaylar dizisini olduğu gibi kuramazsın. Bakma Sima Çian hakkında atıp tuttuğuma. Başka şansım yok, ben de söylediklerimin çoğunu ondan öğrendim. Bak çıktı işte foyam. Bu kadar çabucak! Neyse! Konu o değil.
Anılar ve onların geride bıraktıkları ayna kırıklarına benzerler. Aynanın tüm parçalarını birleştirsen bile ortaya parçalı bir gerçeklik resmi çıkar, pürüzlü ve kırılgan. Tarih de böyle işte. Tüm parçalar elinde olsa bile olaylar dizisini olduğu gibi kuramazsın. Bakma Sima Çian hakkında atıp tuttuğuma. Başka şansım yok, ben de söylediklerimin çoğunu ondan öğrendim. Bak çıktı işte foyam. Bu kadar çabucak! Neyse! Konu o değil.
Çin Şı Huang Di’yi en çok korkutan şey kendi ölümünden sonra
aynanın başkalarının eline geçmesiydi belki de. Bu yüzden kendinden öncekileri
karanlığa boğup, başlangıç noktasını belirlemek istiyordu. Peki ya dışarıdan
gelenler imparatorluğunu ele geçirir ve adının hükümranlığına son verirse? Bu
yüzden birleştirdi kendisinden önceki dört yüzyıl boyunca parça parça yapılmış
setleri. Nasıl ki yedi hanedanı kılıcının ucuyla hizaya getirmiş ve kendi adı
altında toplamıştı, duvarları da birleştirerek onsuz tamamlanamayan bir işi tamamlama yarışına girişti. Ömrünü verip kurduğu imparatorluğu kuzeyden gelecek barbarlara
bırakamazdı.
Duvarı örerken ölen insan sayısı, duvar olmasaydı olası saldırılarda ölecek olan insan sayısından çok daha fazlaydı aslında ama maksat insanların değil, imparatorluğun bekasını sağlamaktı. O kadar çok insan öldü ki ölenleri mezarlığa gömme ihtiyacı bile görmediler. Duvarın içine gömdüler pek çok işçiyi. Analar babalar yıllarca çocuklarını sakladılar imparatorun adamlarından. Çünkü biliyorlardı çocuklarını gönderirlerse bir daha göremeyeceklerdi. İmparatorun umurunda değildi ölen yüz binlerce insan. İnsanlar bugün vardı, yarın yoktu. Kendisini başlangıç olarak ilan ettikten sonra, duvarı örmesi bir seçenek değildi, zorunluluktu. Hem duvar, sadece barbarları dışarıda bırakmakla kalmıyordu, Çinli halkı içeriye kilitleme işini de görüyordu. Bir bakıma kuzeydeki göçebelere "Siz orada kalın, koyun ve at yetiştirin. Yurtlarda yaşayıp, yak sütü için. Biz burada uygarlığı geliştirelim. Kentler kuralım, yasalar yapalım." İşte bu yüzden başlangıç çizgisi korunmalıydı, sonsuza kadar referans noktası olarak kabul edileceği için yıkılmasına izin verilmemeliydi. Ancak duvar ile mümkündü geçmişin yokluğunu devam ettirmek. Bunun için elinden geleni ardına koymayacaktı.
Duvarı örerken ölen insan sayısı, duvar olmasaydı olası saldırılarda ölecek olan insan sayısından çok daha fazlaydı aslında ama maksat insanların değil, imparatorluğun bekasını sağlamaktı. O kadar çok insan öldü ki ölenleri mezarlığa gömme ihtiyacı bile görmediler. Duvarın içine gömdüler pek çok işçiyi. Analar babalar yıllarca çocuklarını sakladılar imparatorun adamlarından. Çünkü biliyorlardı çocuklarını gönderirlerse bir daha göremeyeceklerdi. İmparatorun umurunda değildi ölen yüz binlerce insan. İnsanlar bugün vardı, yarın yoktu. Kendisini başlangıç olarak ilan ettikten sonra, duvarı örmesi bir seçenek değildi, zorunluluktu. Hem duvar, sadece barbarları dışarıda bırakmakla kalmıyordu, Çinli halkı içeriye kilitleme işini de görüyordu. Bir bakıma kuzeydeki göçebelere "Siz orada kalın, koyun ve at yetiştirin. Yurtlarda yaşayıp, yak sütü için. Biz burada uygarlığı geliştirelim. Kentler kuralım, yasalar yapalım." İşte bu yüzden başlangıç çizgisi korunmalıydı, sonsuza kadar referans noktası olarak kabul edileceği için yıkılmasına izin verilmemeliydi. Ancak duvar ile mümkündü geçmişin yokluğunu devam ettirmek. Bunun için elinden geleni ardına koymayacaktı.
Altı uğurlu sayısı mıymış? Kitapta mı yazıyor? Ben duymadım
öyle bir şey. Sima Çian’ın uydurması olabilir. Çok şey uydurmuştur o, güzel
şeyler yazacağım diye. Bir da Hanlı o, biliyorsun. Ne kadar güvenebiliriz ki
söylediklerine? Bak gene başladım, ben kim oluyorum ki! Şunu dememe izin ver
yalnız. Ölümsüzlük peşinde koşan birisi varsa o da Sima Çian’dır. Belki de
hadım edildiği için ölüm karşısında başka bir çaresi yoktu. Yazarları,
sanatçıları anlamak zordur. Her şey kendilerinin etrafında dönsün isterler,
sürekli ilgi alaka talep ederler. Zordur böylelerinin iştahını doyurmak. Uzak
durmak lazım, insanlara değil de insanlığa yarar sağlamak isteyenlerden. Çünkü o muhteşem eserleri vermek için birkaç insanın hayatına ve enerjisine muhtaçtırlar. Bu ihtiyacı da etraflarında biriken eş, dost ve hayran halkasından karşılarlar. Onların hayatını sömürür, onların iyi niyetlerini suistimal ederler. Bunu yaparken de kendi şaheserlerini vermekte oldukları için asla suçluluk duygusu hissetmezler.
Su Fu'nun beş yüz erkek beş yüz kızla yola çıktığı gemi. |
Bırak şimdi Sima Çian’ı. Büyük tarihçiydi deyip geçelim
şimdilik. Ben aylar sonrasında köyüme döndüğümde imparatorun askerleri gençleri
topluyorlardı evlerden. Yok, savaş için değil. Ölümsüzlük iksirini almaya doğuya
doğru yolculuk ederken Taoist simyacı Su Fu’ya yol arkadaşlığı etmeleri için.
Sakladım çocuklarımı haberi duyar duymaz. Sezmiştim gidenlerin bir daha
dönmeyeceğini. Bazılarına göre o gidenler Japonya’ya varmışlar. Dönmemek için
daha iyi bir neden olabilir miydi? Dönseler
bile ellerinde ölümsüzlük iksiri olmadığı için yaşatmazdı imparator
onları. Gidip de dönmemeleri bundandı belki de! Hem zaten imparator üç defa Çi
Fu adasına gitmişti bin adet genci gemilere bindirip, bilinmez sulara
göndermeden önce. Çi Fu dağındaki ölümsüzlük dağına çıkıp, ölümü yenmekti
amacı. Üç defa başarısız olduktan sonra, üzerine bir de kocaman bir gemi dolusu
genç tarafından ahmak yerine konunca iyice çıldırmış olmalı.
İmparatorun mezarı o tepenin altında. Henüz açılmadığı için ziyaretçiler pek bir şey göremiyorlar. |
Bundan sonraki hayatı ölümü düşünmekle, simyacıların kendisi
için hazırladığı içinde cıva olan o karışımları yutmakla geçti. Yine saraydaki şarlatanların tavsiyesine uyup önüne gelenle yatmaya başladı. Seksin ölümsüzlüğe giden en kolay yol olduğuna inandırılmıştı bir kere. Tüm bu çabalarına rağmen, kırk dokuz
yaşında, ülkeyi teftişe çıktığı bir yolculuk sırasında öldü. Ölmeden önce çok
konuştuğu, saldırganlaştığı ve iyice paranoyak olduğu söylenir. Bu kadar genç yaşta
ölmesinde tükettiği cıvanın etkisi var tabii ki! İroniye bakar mısın? Ölümsüz olacağım diye hayatını harca, löp löp içi yut cıva dolu hapları ve sonunda kendi hevesinin kurbanı ol. Benim karım basit bir hayat yaşadı ama yetmiş üç yaşında, torunlarının ve torunlarının çocuklarının yanında, huzur içinde can verdi.
İmparatorun öldüğünü hemen ilan etmedi başbakan Li Sı. Uzun süre sakladı ölüm haberini halktan. İsyan çıkar, imparatorluk dağılır diye birkaç hadım ve başbakan Li Sı dışında herkes imparatoru yaşıyor bildi. Sıradan günlerde yaverler nasıl imparatorun arabasına girip çıkıyorsa, aynı şekilde girip çıkmaya devam ettiler, mühürler aldılar, imparatora yemek götürdüler. Başkente iki ay mesafe vardı daha. Bu yüzden imparatorun arabasının arkasında balık taşınmasını emretti Li Sı. Böylece imparatorun yaz sıcağında çabucak çürüyen bedeninden yayılacak koku balıklardan yayılacak iğrenç koku tarafından bastırılacaktı. İşe de yaradı yöntem. Kimsenin haberi olmadı ölümden, kafile başkente varana kadar.
İmparatorun öldüğünü hemen ilan etmedi başbakan Li Sı. Uzun süre sakladı ölüm haberini halktan. İsyan çıkar, imparatorluk dağılır diye birkaç hadım ve başbakan Li Sı dışında herkes imparatoru yaşıyor bildi. Sıradan günlerde yaverler nasıl imparatorun arabasına girip çıkıyorsa, aynı şekilde girip çıkmaya devam ettiler, mühürler aldılar, imparatora yemek götürdüler. Başkente iki ay mesafe vardı daha. Bu yüzden imparatorun arabasının arkasında balık taşınmasını emretti Li Sı. Böylece imparatorun yaz sıcağında çabucak çürüyen bedeninden yayılacak koku balıklardan yayılacak iğrenç koku tarafından bastırılacaktı. İşe de yaradı yöntem. Kimsenin haberi olmadı ölümden, kafile başkente varana kadar.
Çin Şı Huang Di'nin heykeli. |
Kendisi öldü ama efsanesi ölümüyle bitmedi Çin Şı Huang Di’nin.
Ölümünden on bir yıl önce başlattığı toprak askerler ve dev türbe projesi
bitmişti. Etrafı cıvadan ırmaklar tarafından çevrilmiş bir mezara gömüldü
bedeni. Nasıl ki yaşarken cıvanın kendisini ölümsüz yapacağına inanıyordu,
ölünce de ruhunun cıvadan denizler tarafından korunacağına inanmıştı. Yaşarken canlarına aldığı insanların acı içindeki ruhları kendisini ölümden sonra rahat bırakmaz diye topraktan maketleri türbesinin birkaç kilometre uzağına gömdürttü.
Böylece ruhu rahat edecekti gideceği yerde. Adalet yerini bulmayacaktı belki ama gerçek bir imparator gibi etrafı askerler tarafından çevrilmiş türbesinde istirahat edecekti.
Aklına takılmıştır. Ben nasıl geldim buraya. Hem imparatora
suikast düzenle hem de onun yaptırdığı toprak orduda yer al. Zor olmadı. Toprak
askerler yapılırken yakınlarda bir tarladan kil çekiliyordu ve güçlü adamlara
ihtiyaç vardı. Gittim ve çalıştım orada. Bu sırada yetmiş sekiz numaralı ustanın gözüne
girdim. Mankenleri yaparlarken toplamda sekiz tane yüz maskesi kullanıyorlardı. Kalıplardan çıktıktan sonra her bir yüz için yaşayan bir askerin yüzü toprak
heykellere işleniyordu. Hem kollar ve bacaklar da ayrı yerlerde yapılıyordu. Bir çeşit fabrika gibi yani, parçalar ayrı ayrı yapılıyor ve ardından bitmiş parçalar montaj atölyesinde birleştiriliyor. Ardından da bireysel detaylar ekleniyor. Her biri iki metre boyunda, üç yüz kilogram ağırlığında, sayıları sekiz bini bulan bunca toprak insan başka nasıl yapılırdı ki zaten?
Neyse, dedim ya, yetmiş sekiz numaralı ustayla -toplamda seksen yedi usta vardı- arkadaş olduk. Bizim köydendi zaten, uzaktan da olsa akraba sayılırdık. Bir gün yüz hatları kopyalanacak askerlerden birisinin öldüğü haberi geldi. Bir haftadır ateşler içinde yatıyormuş, yüzü gözü şişmiş, tanınmaz haldeymiş son nefesini verdiğinde. Onun yerine acele birisi konmalıydı çünkü aksi takdirde üretim aksayacak, işler ertesi güne sarkacaktı. Böylesi bir ertelemeyi engellemek içi beni çağırdı usta. Hem zaten askerlere yakışan bir bedenim varmış onun dediğine göre. İri omuzlarım, geniş bileğim, yaba gibi ayaklarım varmış.Asker olmamam büyük bir ayıpmış. Tek eksiğim rütbemmiş. Onu da ölen askerden ödünç alıp beni oracıkta asker yaptı. Kimse de anlamadı asker olmayan birisinin araya kaynadığını.
İmparatorun mezarının etrafından alınan toprak örneklerine göre topraktaki cıva yoğunluğu dağılımı. Efsaneyi doğrular bir yanı var gibi. Yine de mezar açılana kadar bilinemeyecek işin aslı. |
Neyse, dedim ya, yetmiş sekiz numaralı ustayla -toplamda seksen yedi usta vardı- arkadaş olduk. Bizim köydendi zaten, uzaktan da olsa akraba sayılırdık. Bir gün yüz hatları kopyalanacak askerlerden birisinin öldüğü haberi geldi. Bir haftadır ateşler içinde yatıyormuş, yüzü gözü şişmiş, tanınmaz haldeymiş son nefesini verdiğinde. Onun yerine acele birisi konmalıydı çünkü aksi takdirde üretim aksayacak, işler ertesi güne sarkacaktı. Böylesi bir ertelemeyi engellemek içi beni çağırdı usta. Hem zaten askerlere yakışan bir bedenim varmış onun dediğine göre. İri omuzlarım, geniş bileğim, yaba gibi ayaklarım varmış.Asker olmamam büyük bir ayıpmış. Tek eksiğim rütbemmiş. Onu da ölen askerden ödünç alıp beni oracıkta asker yaptı. Kimse de anlamadı asker olmayan birisinin araya kaynadığını.
İşte o gün bugündür buradayım ben. Bugün seninle konuştuk,
yarın bir başkasıyla. Dinleyenlere anlatıyorum kendimi, iki bin iki yüz küsur
yıl önce olanları. Çoğu dinlemiyor, yarıda bırakıp başka sayfalara geçiyor. Ne
diyeyim, sizin de işiniz zor. Bu zamanda bir şeye yoğunlaşmak neredeyse
olanaksız. Elinizde o telefonlar, dünyayı taşıyorsunuz her daim yanınızda. Arkadaşların çağırıyor bak. Hadi git şimdi, ülkene selamlarımı götür. Beni
unutma…
---
* İngilizcede Terracotta Soldiers deniyor. Terracotta, Latince bir bileşik kelime, Pişmiş Toprak anlamına geliyor. Türkçe Wikipedia Terracotta Soldiers için Toprak Askerler çevirisini uygun görmüş. Ben de oradan aldım.
---
* İngilizcede Terracotta Soldiers deniyor. Terracotta, Latince bir bileşik kelime, Pişmiş Toprak anlamına geliyor. Türkçe Wikipedia Terracotta Soldiers için Toprak Askerler çevirisini uygun görmüş. Ben de oradan aldım.
Kaynakça:
http://en.wikipedia.org/wiki/Li_Si
http://www.amazon.com/Qin-Shi-Huangdi-Historical-Biographies/dp/1403437122
Şu anda bu kitabı okuyorum. Sima Çian'ın İlk İmparator hakkında yazdıklarının bir özeti niteliğinde bu kitap. http://www.amazon.com/The-First-Emperor-Selections-Historical/dp/0199574391/ref=pd_cp_b_1
http://www.amazon.com/Qin-Shi-Huangdi-Historical-Biographies/dp/1403437122
Şu anda bu kitabı okuyorum. Sima Çian'ın İlk İmparator hakkında yazdıklarının bir özeti niteliğinde bu kitap. http://www.amazon.com/The-First-Emperor-Selections-Historical/dp/0199574391/ref=pd_cp_b_1
Fotoğrafların hepsi wikipedia'dan. Kendi çektiğim resimleri kullanmadım, kalite yönüyle iyi olmadıkları için. Bir kısmını aşağıya ekliyorum.
Meraklısına aşağıdaki filmi tavsiye ederim. Oyunculuk çok iyi değil ama imparatorun hayatını özetlemesi açısından güzel bir yapım. Yukarıdaki cıva yoğunluğu dağılımı grafiğini bu filmden aldım.
Meraklısına aşağıdaki filmi tavsiye ederim. Oyunculuk çok iyi değil ama imparatorun hayatını özetlemesi açısından güzel bir yapım. Yukarıdaki cıva yoğunluğu dağılımı grafiğini bu filmden aldım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder