Bu Blogda Ara

11 Haziran 2011

Yaratıcılık ve Minotor

Rosemary Clunie için...

Her gerçek sanat yapıtı ilk bakışta anlaşılmayan derin bir sırrı barındırır içinde. Picasso’nun ‘Minotauromachy’ adlı yapıtı da sır içinde sır olması yönüyle gücünü ikiye katlıyor. Saf bir görsel paradoks ve simgesel bir kehanettir bu başyapıt. 1930’larda, yükselen iç savaş döneminde yapıldığı için yaklaşan terörü haber veren imgelerle ve o dönemde zaten var olan karanlıkla dolu tablo.

Minotor insanlığın ortak bilincindeki en eski ve en derin figürlerden birisidir. Geçmişimizin kayıp dehlizlerinden bir defa daha çıktı tarih sahnesine. Minotor, yarı insan yarı boğa, tablonun neredeyse tüm yüzeyini kaplıyor. Etrafındaki tüm diğer cisimleri köşelere sıkıştırıyor. O artık antik Girit labirentinin ortasında değil, resmin tam ortasında, dünya sahnesinde. Kabuğunu kırdı ve kendini gösterdi! Minotor modern çağın kalbinin ortasında yer alan bir sırdır.

Camus için Minotor meşgul olacak bir şey bulamamaktır. Gençliğin dinamizmini körelten avarelik! Picasso için daha bir sinsi ve karışıktır Minotor’un konumu. Onun varlığıdır dünyayı kapalılığından dolayı korkulacak bir yer haline dönüştüren. Zalim başı kaçınılmazdır. Roller değişti ve Minotor tekrar saldırmaya başladı. Çünkü bizler bu hayvanı labirentin içindeyken uysallaştırmayı beceremedik. Ve şimdi o, intikamını almak istiyormuşcasına fethediyor içimizi...



Minotor’un korkunçluğu atın zapt edilemeyen çırpınışlarında ve sırtındaki öldürülmüş güzellikte yatıyor. Savunma işini üstlenmesi gereken yaşlı adam diğer ucu hiçbir yere uzanmayan bir merdivene tırmanarak kaçmaya hazırlanıyor. Geriye dönüp bakan başı telaşının bir göstergesi.

Sadece küçük bir kız Minotor ile yüzyüze gelebiliyor. Bir elinde yüksekte tutmaya çalıştığı mum, diğerinde canavara sunduğu çiçekler. Sakinliği şaşırtıcı! Dev Minotor kıza bakıyor, düşmanına bakar gibi, kız ise gözlerini başka bir noktaya dikmiş, canavarı görmezden geliyor. Bakışlarında herhangi bir yargı okunmuyor, korkunun çok ötesinde bir yerlerde gözleri. Canavarı görmediği gibi tehlikenin yaklaştığının da farkında değil. Yüzünde bir çeşit kibarlık okunuyor. Belki de kız onu bir canavar olarak görmüyor. Belki onun için canavar büyük, kör ve sevilmeyen bir şey. Belki de elinde tuttuğu mumun amacı aslında tam olarak seçemediği canavarı ayrıntılarıyla görebilmek ve diğer elindeki çiçekleri canavara sunabilmek. Ya da canavara sunduğu şey bir simge, yanında getirdiği ışık aslında Minotor’un sırrına son verecek ve sırrı daha bir anlaşılmz hâle getirecek.

Güç her zaman başka bir güçten büyük olabilir. Ve şiddet asla Minotor’u alt edemeyecek. Bir bakış açısıyla, Minotor hiçbir zaman yok olmayacak. O da pek çok başka şey gibi hayatın, içimizde taşıdığımız ikilemin bir parçası. Sonuçta, şeytanın kendisi değil Minotor. İtici, üzgün, dokunulmaz, ve büyüleyici. Sır dolu bir figür! İçimizde var olan bir şeyi temsil ediyor o, ihmal edilmiş, artık kontrol edilemeyen bir şeyi. Ama bazen bu akıldışı yanımız infilak edip, kontrol edilemez bir duruma sürüklüyor benliğimizi. Bu durumda kendimizi nasıl koruyacağız? Her şey küçük kızın elinde demek istiyor Picasso. Kalbin ve niyetin saflığında. Işığın kendisinde ve baktıklarımızı açık bir şekilde görebilmemizde. Bu tablo bir çeşit peri masalı, bizden simgelerin gücüne inanmamızı istiyor. Sevginin ve bilgeliğin her şeyi zamanla fethedeceğine inanmamızı...

Nasıl böyle bir öfkeyle güzellik kendisini savunacak?

Kimin eylemi bir çiçeğinkinden daha zayıf?

Picasso, küçük kız imgesinin yardımıyla Şekspir’in sarsıcı sorusuna yanıt veriyor.

Her zaman muhtacız unutulmuş yüksek değerlerin birileri tarafından bizlere hatırlatılmasına. Gerçek sanatçılar sandığımızdan çok daha zekiler.

Yazan: Ben Okri, A Way of Being Free, sayfa 16-18

İngilizce’den çeviren: Ali Rıza ARICAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder