Lai;
kapıdaki adamın pasaklı elbiselerine, çenesinin ortasından değil de iki
yanından bahar fışkını gibi çıkmış seyrek sakallarına, mürekkep lekelerini
andıran siyah noktaların şakaklarına dağılış şekline; pahalı bir lokantada
yemek yerken yanına yanaşmış zavallı bir dilenciye bakar gibi baktı bir süre.
Yanlış gelmişti herhalde. Dilencileri sitenin içine almayacaklarına göre!
Yanılıyor muydu yoksa? Dilenci gibi bakmıyordu gerçi bu adam; ne aradığını, ne
istediğini bilen birisi gibi bakıyordu. Bir yerde bir şeyini unutmuştu da
unuttuğu şeyi geri almak için geri gelmiş olabilirdi. Belki de sitenin içinden
birisiydi, bahçede çalışan bahçıvanlardan ya da boş vakitlerinde bodrum kattaki
araba parkının köşesindeki kuytulukta uyuklayan temizlikçilerden birisi olmalıydı.
Bunu nasıl tahmin etiğini, hangi çıkarsama yöntemiyle bu sonuca vardığını,
vardığı sonucun sınamaya açık olup olmadığını sorgulayacak ya da bu sonucu
doğrulayacak vakti yoktu. Hissediyordu sadece, kırk yedi yıllık bir yaşamın ve
deneyimin getirisi olabilirdi pekâlâ. Ya da kaynağı belirsiz bir özgüvenin
sırnaşık dışa yansıması…
“Merhaba Lai
Bey! Beni anımsadınız mı?”
Adam
gülümsedi, yin xing yaprakları gibi sapsarı olmuş dişlerinin arasından iki
tane küçük kara delik ağzının derinliklerinden kolaylıkla seçiliyordu. Soruyu
sorarken gözleri büyümüş, yanakları şişmişti. Sonbahar rüzgârının kuruttuğu mor
dudakları, ha çatlamış ha çatlayacak bir halde normalden daha etli ve iri
görünüyorlardı. Alnına düşen saçlarının kapatamadığı mor bir yara ve
etrafındaki kalın çizgiler, taşın etrafından dolanan suyun geride bıraktığı
türden çukurumsu bir iz bırakmıştı yüzünün kalabalık coğrafyasına.
“Anımsadım
mı? Seni mi?”
“Evet, beni?
Geçen yıldan, Tong Jien Lu üzerinde, B1 otobüsü geliyordu hani, siz çok
meşguldünüz…”
DEVAMI YAYIMLANACAK KİTAPTA...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder