“Nereye gitti bu kedi! İki gündür yok
ortalıkta. Yoksa…”
Yang, merdivenin tırabzanlarına tutunup kendisini yukarı çekti ve ilk basamağa çaprazlamasına atladı. Acele adımlarla yukarıya çıktı, içinden bir ses “çıkma” diyordu ama dinlemedi. Birbirleriyle çelişen seslere kulak vermekten ve arada kalmaktan yorulmuştu son zamanlarda. Onu sakinleştiren seslerin eksilmesi değildi zaten, bu seslerin hayatı boyunca hiç eksilmeyeceğini sezmiş olmasıydı. İkinci katın koridorunun başında durdu. Dodo buralarda olsaydı ya miyavlamasını duyardı ya da öğrencilerin bazılarını kedinin etrafında çömelmiş halde görürdü, pasaklı kafasına dokunmamaya özen göstererek elleriyle ona yaklaşmalarına şahit olurdu. Dodo, yeni açılmış bir düğme deliğini andıran gözleriyle etrafa bakar, akordu bozuk keman gibi çıkan sesiyle kesik kesik miyavlar, bir yandan yengeç gibi yalpalayıp bir yandan da kirli ayaklarını arada bir sinek kovarmış gibi sert bir şekilde sallayarak sürünecek paça arardı. Demek yoktu, yukarı çıkıp kısıtlı vaktini boşa harcamamalıydı, şimdiye kadar kaç kere bu merdivenleri tırmanmıştı ki bu kedi zaten! O bücür boyuyla en iyi ihtimalle çalıların arasına girmiş ve uyumuştur. İyi de, iki gündür mü uyuyor! En kötü ihtimali başından savmak bile yetmiyordu artık içindeki gerilimi rahatlatmaya. Kendisi inatla ve korkuyla, settin arkasına ayağını, bacağını, belini koyup omzuyla da destek verdikçe; daha sık, daha sert, daha güçlü yükleniyordu karanlık düşünceler zayıflayan zihnine.
“Lanet olsun!” dedi kendi kendine,
dudaklarını hafiften kıpırdatarak, “Onu da zehirlemiş olmasınlar. Kirli olduğu
için, kuyruğu kısacık olduğu için ve biraz da hasta görünümlü olduğu için zaten
öğrencilerin çoğu hor görüyordu hayvancağızı. En kötüsü de kirli olması, Ying
bile tavır koyuyor bazen. “Diğer kediler daha temiz, onları da sevsene” diyor.
Diğerlerine bakan çok, Dodo’yla ilgilenen yok. Ölsün mü hayvan? Bir de
alabildiğine saf bir şey, her çağırana gidiyor, sırnaşıyor, sürtünüyor.
Zehirlemek isteseler hiç zorlanmazlar.”
Geriye göndü, kafasından geçip
dudaklarını yırtarak ağzından çıkan bu düşüncelerden dolayı tepesinden
tırnağına bir ürperti yayıldı, tüm bedenini sardı soğuk bir battaniye gibi.
Basamakları ikişer ikişer inerken ayakkabısının çıkardığı sesin yankısını duyar
gibi oldu. Yerden yükselen toz parçacıkları, merdivenlerin ortasında kalan
boşluktan sızıp gelen güneş ışığının üzerlerine vurmasıyla üst köşesi olmayan
üçgenler halinde havayı ve içindekileri esir alıyordu. Alçak kısımlarında
kareli yuvarlaklı ayakkabı izleri olan duvarların yukarı kısımları kırmızı
propaganda posterleriyle kaplanmıştı. DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, ADALET, EŞİTLİK,
YURTSEVERLİK… Sınıfının koridora bakan pencerelerinden de görünürdü aynı
mesajları içeren propaganda posterleri. Ne zaman dersi dinleyemez hale gelse;
gözlerini bu kırmızı resimler üzerine yazılmış sarı yazılara diker, posterin
alt kısmındaki Yasak Saray resmine bakar; sarayın arkasından yükselmekte olan,
çatlamaya hazır olgunlaşmış cennet hurması rengindeki güneşi düşünerek dışı şen
şakrak, içi hüzünlü hayaller kurardı.
“Bulabildin
mi, Yang? Çabuk ol biraz. Bu teneffüs on dakika sadece.”
DEVAMI YAYIMLANACAK KİTAPTA...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder