“Bırak nazlanmayı artık. Öğrenmek itemiyor musun yoksa
kısmetini?”
Falcı kadın Ming Che, Chen Yang’ın sağ
elinin küçük parmağını, pahalı bir elması cımbızla tutan kuyumcu ustası gibi
tutmuş, kaçıp arkaya saklanmasın diye avucuyla hafiften sıkmıştı. Bir süre
hiçbir şey söylemeden bekledi, Chen Yang’ın gözlüklerinin ince camlarının
altından görünen genç ve gür kirpiklerinin sabah güneşiyle uzamış gölgelerine
baktı. Her ne kadar kızın o sırada ne düşündüğünü bulmaya çalışıyormuş gibi
duruyor olsa da aslında bir sonraki hamle için fırsat kolluyordu Ming Che.
Parmakları, o tombul ve sabırsız parmakları, suyu arayan ağaç kökleri gibi
arzuluydu, bir an önce fal seansını bitirip parayı cebe indirme konusunda. Ama
yaptığı iş her geçen gün daha da zorlaşıyordu. Zabıtalar her gün yeni
bahanelerle çıkıyordu karşılarına. Buna rağmen –yaptırım yoktu, azarlayıp
gidiyorlardı- tapınağın önünde bekleşen falcıların sayısı arttığı için rekabet
artıyor ve fal baktırmak isteyenlerin sayısı aynı hızda artmadığı için kişi başına
düşen gelir düşüyordu. Müşterilerin çoğuna fiyat bile söyleyemez olmuşlardı,
“Ne verirsen kabulümdür. Ne kadar çok verirsen şansın o kadar çok açılır.”
düsturuyla çalışıyorlardı. Yine de deneyimiyle, ısrarcılığıyla, sevecenliğiyle
ve yaptığı işe inanmasıyla diğerlerine fark atabiliyordu Ming Che. Otuz yılını
vermişti el falına, hatta köydeki yılları da sayarsa otuz yedi. İşte bak, daha
tek bir falcı bile yokken Tianning Tapınağı’nın önünde, o ilk avını kancaya
takmış misinayı ağır ağır çekeceği ânı bekliyordu. Hayır, balık ve balıkçı
doğru bir teşbih değildi bu durum için. Ceylanın üzerine atlayıp boynundan
yakalamayı başarmış bir çitaydı durumu hakkıyla temsil edebilen tablo. Ceylan
çırpınmaya başladığı anda ikinci hamleyi yapacaktı. Bu sırada sesiz kalmak, avı
hareketsizlikle yormak ve biriken kaygıyla bitkin düşen zavallıyı kendi
kurtarıcı ipinde boğup tüketmek; hem kolaylığıyla hem de şaşırtıcı bir şekilde
her seferinde beklenen sonucu vermesiyle Ming Che’nin meslek sırları arasına
girmişti. Çiçekli entarisi, çengel küpeleri, kısa kesilmiş ve siyaha boyanmış
saçları da vardı diğer meslek sırları arasında ama onlar taklitle
öğrenilebilecek şeylerdi. Chen Yang eninde sonunda çekmek isteyecekti elini, ya
da hiç mücadele etmeden teslim olacak ve bırakacaktı ince uzun çizgilerini
falcı Ming Che’nin kucağına. Bu işin en zor kısmı okunacak eli bulmak ve onu
okunmaya hazır kıvama getirmekti zaten; yani pazarlama ve reklamdı işin sırrı.
Gerisi, yani uzatılan eli okumak, müşteriyi memnun etmek ve onun en az bir kere
daha gelmesini sağlamak biraz lafazanlıkla biraz da yaratıcılıkla halledilecek
türden, sıradan olmasa bile kısa sürede öğrenilebilecek bir yetenekti. Oğlunun
sesini duydu o anda yaşlı falcı, uzun zamandır duymamıştı bu sesi. Evdeki
eşyalar, civardaki ağaçlar, hatta yerdeki taşlar bile küsmüştü Ming Che’ya son
aylarda. Eskiden daha sık çıkardı oğlu karşısına, daha sık söylenirdi,
uzaklardan gelmesine rağmen alaycılığından pek bir şey kaybetmeyen sesiyle.
“Yine buldun saf bir kız, anne. Hem
de güzel. Boyu posu da iyi. Karnını içine çekiyor sürekli ama olsun, bu devirde
karnını içine çekmeyen genç kadın mı var? Yakında evleneceği belli zaten!
Olumlu şeyler söyle kıza, kırma kalbini. Unutma yeni yasa yürürlükte artık. İki
çocuk, biri oğlan biri kız. Diğerlerine göre gerçekleşme olasılığı iki kat
fazla. Yasa çıkmadan yıllar önce söylemiştim ben. Bir de…”
DEVAMI YAYIMLANACAK KİTAPTA...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder