Çin Notları 1: Evet, çalıştığım okuldaki sınıflarda ısıtma sistemi olmadığı için derse montla, hatta bazen kaşkolla ve eldivenle giriyorum. Başta tuhaf gelmişti ama zamanla alıştım. Bazı şeyler tuhaf gelmeyecekse neden başka bir ülkeye gitsin ki insan, değil mi? Zaten benim garipsediğim bu durum Çinliler için gayet sıradan. Sorun yoksulluk ya da cimrilik değil, sorun hem Çinlilerin soğuk karşısında takındığı tavır hem de biz Türklerin (ve diğer yabancıların) rahata düşkün olmaları. Öğrencilerimin derste montla oturuyor olmalarından şikâyet ettiklerini hiç duymadım. Arada soğuktan şikâyet ederler, kalem tutan elleri üşür, avuçlarına hohlarlar :) Hemen hepsi varlıklı ailelerden gelmelerine rağmen soğuğu dert etmezler pek. Zaten bütün bir ülke montla oturuyor evinde, ofisinde, okulunda; neden ve kime şikâyet edecekler? Şimdiye kadar gittiğim evlerde de ofislerde de elbise askılığı (girişteki) olmaması, montla oturmanın kültürün bir parçası olduğunu gösteriyor. Çinliler için kış, "azıcık daha sık dişini, geçecek" türünde bir reklam arası. Bahar Bayramını ocak ayında yapmak da benzeri bir iyimserliğin göstergesi değil mi? Dur daha, şubat var, mart var... Biz "mart kapıdan baktırır..." deriz. Burada mart parkların çocuklarla ve gençlerle dolduğu ay. Erik ve kiraz ağaçlarının köpük köpük çiçekle dolup taştığı, insanların içinin umutla dolduğu aylar. Tabii bu söylediklerim Yangtze Nehri'nin güneyindeki kesimler için geçerli. Sanırım hava kirliliğiyle mücadelede ve enerjide dışa bağımlılığı önlemede önemli bir faktör merkezi ısıtma sistemlerini yasaklamak. Kuzey kısımlarda, yani daha soğuk olan eyaletlerde, merkezi ısıtma sistemleri var, evler kaloriferli, okullar alttan ısıtmalı falan. Bizim okulda ne ofis ne de sınıflar ısınır gün boyunca. Klimaları açarız çok soğuk olunca. Onlar da koca odayı yarım günde anca ısıtıyorlar. Sabah ilk gelen klimayı açsa bile oda öğlene doğru ısınıyor. Sınıflarda da benzeri bir durum yaşanabiliyor. Klimalar var ama yetersiz, ya da sık sık bozuldukları için pek verimli değiller. Sınıflarda sıcak su sebili var. Çocuklar sık sık mataralarını sıcak suyla doldurup, gün boyu su ya da çay içiyorlar. Vücudun iç ısısını dengede tutmak için fena bir yöntem değil aslında. Kömür ya da gaz yakarak vücuda ısı pompalamak yerine, sıcak suyla hallediyorlar işi. Ehh, montlar da ısının kaçmasını engelliyor. İnsanın derisi üşüse bile, vücut direncini koruyor, enerjisini ısınmaya değil de başka işlere verebiliyor. Bazı çocukların elektrikli el ısıtıcıları var.Fişi takıyorlar, içi su dolu olan dışı yünlü ve yumuşak termos ısınıyor. Sonra fişi çekiyor ve elini içine sokup, üşüyen parmaklarına can veriyor tekrar. Dışarıda kar yağarken bile -seyrek de olsa kar yağar burada- pencereleri açıp, sınıfı havalandırır birileri. Gerekçe olarak da sıcağın çocukların öğrenmesine olumsuz etkide bulunacağı gösterilir. Sıcak asıl korkulması gerekendir, bireylerin zorluklara karşı güçlü ve iradeli yetişmeleri şarttır. Belki de bu yüzden bizim okulda koridor dışarıda olur. Yani, sınıftan ya da ofisten dışarı adımınızı attığınız anda kendinizi açık havada bulursunuz. Türkiye'deki gibi "kapalı kutu" okullar yok Çanco'da. Kuzeyde nasıl bilmiyorum ama Şanghay'da, Wuxi'de ve Suzhou'da gittiğim okullar da bizimkisi gibiydi. Chengdu'daki kapalı kutu gibiydi. Tüm bu soğuğa, üşümelere ve yer yer ayyuka çıkan isyan duygularına rağmen öğrenciler pek hasta olmazlar. O kadar ki koca bir yıl geçti, benim lise ikilerden herhangi bir öğrencinin okula gelmediği bir günü anımsamıyorum. Sınıf her gün tam! Her gün, istisnasız! Kimse soğuğu bahane etmiyor ya da üşütüp yataklara düşmüyor. Bizde azıcık hava değişikliği olsun, hemen üç beş öğrenci yorgan döşek yatar. Belki de soğuğa biraz daha alışmalı, sıcağın mayıştıran yönünden uzak durmalıyız. Bilemiyorum. Soğuğu sevmeyen birisi olarak bana da zor geliyor bu teklif ama işe yaradığını görünce neden olmasın diyorum içimden... Beni öldürmeyen şey güçlendirir deyip kolaya kaçmayacağım. Düşmanı düşman yapan şey senin zihnindeki korkudur diyelim. Korkuyu yenersen, düşmanını da yenersin. (Yine bir resim ekliyorum. İlk resmi de bunu da China Radio International çalışanları (Sedat ve Türkçe adı Yavuz olan Çinli arkadaş) röportaj için geldiklerinde çekmişlerdi. Onlara da bu güzel resimler için ayriyeten teşekkür ediyorum.)
|
Lise 2'lerle Calculus dersi. |
Çin Notları 002: Çinliler dinsiz ve ateist midir? Sıklıkla sorulan bir sorudur bu. Kısa yanıt: Ateisttirler ama dinsiz değildirler. Bunu söylerken ateizmi bir din olarak algıladığım sanılmasın. Hayır, ateizmi bir din olarak görmüyorum ama buna rağmen insanların ateist ve dindar olabileceklerini söylüyorum. Uzun yanıta geçmeden önce din kavramını “efradını cami ağyarını mani” bir şekilde tanımlayalım. Din, bireye yaşama oryantasyonu veren, hayata dışarıdan anlam enjekte eden ve bir çeşit kurtuluş müjdesi vererek bu dünyadan sonrası için bireyi çalışıp çabalamaya (ibadet, dua, iyilik, bağış vb) yönlendiren inançlar bütünüdür. Dinin tanımında Tanrı yoktur. Zaten olsaydı Budizm’i dinden saymamamız gerekirdi. Tanrısız dinlerin en güzel örnekleri Budizm, Konfüçyüsçülük, Taoculuk, Şintoizm gibi Asya dinleridir. Bunların içinde Konfüçyüsçülük ayrı bir yer tutar çünkü Konfüçyüsçülük’te bireyin iyi bir kul ya da insan olması değil, iyi bir vatandaş olması beklenir. Yani devlete itaat, otoriteye boyun eğme her şeyden önce gelir. Anne babaya saygı da zaten aynı itaat duygusunun bir tezahürüdür. Çin’de insanlar kendilerini ya dinsiz (Konfüçyüsçü) ya da Budist / Taoist olarak tanımlar. Müslümanlar ve Hristiyanlar tabii ki var ama onlar hem azınlık olmaları nedeniyle hem de bu dinlerin uzak diyarlarda doğup Çin’e sonradan ithal edilmeleri nedeniyle Çinli deyince bu dinlerin mensupları akla gelmez. Konfüçyüsçülük katı bir disiplin dinidir. Anne-babaya itaat en büyük ibadettir. Aile her şeydir ve birey ailenin onuru için çok çalışmalıdır. İnsan doğası gereği vahşi ve barbardır. Ancak eğitimle “vatandaş” makamına erişebilir. Bu yüzden eğitim, Çin’de ciddiye alınan en önemli iştir (Ayrı bir notun konusu bu). Peki, Konfüçyüsçülük’ü din yapan öğe nedir? Aslına bakılırsa onu din yapan öğelerin Konfüçyüs’ten gelmediğini söyleyebiliriz. Ya öncesinde var olan ya da sonrasında ithal edilen inançlarla karışmıştır Konfüçyüsçülük ve uzun erimde harmanlanmış, toplumu şekillendiren büyük bir projeye dönüşmüştür. Bunlardan en temeli ruhun varlığı ve ölümsüzlüğüdür. Bu noktada “anatman” doktrinine sahip olan Budizm’den ayrılır ama bu konuya şimdilik girmeyelim. Yani, insanın bedeninin haricinde bir ruhu vardır ve bu ruh insan ölse bile yaşamına devam etmektedir. Bu inancı anne-babaya sorgusuz itaatle birleştirince ortaya, anne-babanın ruhlarının sonsuza kadar huzura kavuşması için çalışması gereken bireyler elde ederiz. Bir Çinli, anne-babasının mirasını sürdürmek, onların ruhlarını utandırmamak ve onları kendi eylemleriyle gururlandırmak için yaşar; iyilik yapar, para kazanır (para kazanmak da iyiliktir), çocuklarını da yine aynı düşünceyle itaatkâr bireyler olarak yetiştirir. Bu yönüyle Konfüçyüsçü bireyin herhangi bir Müslüman’dan ya da Hristiyan’dan daha az tutucu olmayacağını iddia edebiliriz. Şanghay ve Pekin gibi büyük kentlerin dışındaki yerlerde muhafazakâr bir toplum yapısını görürüz. İnsanlar kendileri için belirlenmiş bir hayatı sırf üzerlerinde güzel durduğu için yaşarlar ve toplumsal düzenin korunması her şeyin öncesinde gelir. Buna rağmen Konfüçyüsçülük Çinliler için bile bir din değildir. Bu yüzden pek çok Çinli Konfüçyüsçü yaşam tarzını devam ettirirken bir yandan da Budist ya da Taoist olabilir. Bu dinlerin bir arada yaşanıyor olmasında bir Çinli için herhangi bir mahzur yoktur. Din, yaşama hizmet etmek için, insanı mutlu etmek için, bireye huzur vermek için vardır. Bir insan Budist tapınağında tütsü yakıp dilek dilemek ve Konfüçyüsçü tapınakta atalarına saygılarını sunmak istiyorsa ve bunu yapmaktan huzur duyuyorsa onu kim engelleyebilir? Dini yaymak, kendi dinleri dışındakileri cehennemle tehdit etmek gibi bir dertleri olmadığı için de tütsüler eşliğinde yapılan dilekler genelde akıllı / ahlaklı bir çocuk, iyi bir iş / eş, güzel bir ev / araba, az zamanda çok para gibi dünyevi yararlardan ibaret olur.
|
Yaşadığım kent olan Changzhou'nun merkezindeki Tianning Tapınağı'nın kapılarından birisi. |
Çin Notları 003: Sabahları okulun bahçesine girince gözüme çarpan ilk manzara ellerinde uzun saplı süpürgelerle ve faraşlarla yaprakları temizleyen öğrenciler olur. Yerde tek bir yaprak bırakmamak için deli gibi tararlar koca alanı. Yaz kış değişmeyen bir resimdir bu. Sadece yaprakları değil tabii ki, bahçede ne varsa süpürürler. Okulun temizliğinden sorumlu hademeler var ama sanırım yeterli değiller. Okul çok büyük, yaklaşık üç bin öğrencisi var. Yemekhanesi bile üç katlı ve yetmediği için lise sonlar on beş dakika önce gidiyorlar yemeğe. Çocuklar çöp kutularını yerlerden topladıkları gübürle dolduruyorlar, hademeler de çöp kutularını toplayıp götürüyorlar. Gerçi istihdam konusunda devlet çok güzel iş çıkarıyor Çin’de. Belki de konu hademelerin yetip yetmemesi değil, öğrencilere sorumluluk yüklemek ve onları bu şekilde geleceğe hazırlamaktır. Öğrenciler sadece bahçeden sorumlu değiller. Sınıflardan ve sınıfların çevresinden de sorumlular. Temizlik bezleriyle, süpürgeyle, faraşla; düzenli olarak silip süpürüyorlar her yeri. Öğrencilerin kendi öğrenim alanlarının temizliğinden sorumlu olmaları güzel bir şey ama ufak bir dezavantajı var. Seçmeli derslerin yapıldığı sınıflar kimseye ait olmadıkları için öğrenciler bu sınıfları “dingonun ahırı” gibi kullanmayı tercih ediyorlar. Kendi sınıflarında yedikleri bisküvinin paketini kalkıp çöpe atıyorsa, seçmeli ders aldığı sınıfta aynı paketi sırasının altında bırakıyor. Olan da benim gibi lise sonlara İstatistik ve Sayısal Analiz öğreten öğretmenlere oluyor. Benim sınıflar hem soğuk olur –çünkü bütün gün içinde kimse olmaz- hem de pis. Bazen ben çocukları gaza getirip sınıfı temizletirim ama isteksiz olurlar. Zaten kendi sınıflarından sorumlular, neden ek iş yapsınlar? Hayır, onlara temizlik konusunda ahkâm kesiyorum ama ya ben, hatta biz! Yani tüm yabancı öğretmenler! Bizim odamıza da hademeler girmez. Sadece sebilin suyunu değiştirmeye gelen yaşlı amca girer haftada bir ya da iki kere, o da ofiste en fazla yirmi saniye kalır. Bu yıl okuldaki dördüncü yılım, bu amcanın tek kelime ettiğini duymadım. Kapıdan girer, sessizce suyu bırakır ve tek kelime etmeden çıkar. Bu amcanın dışındaki hademelerin ofisimize –öğretmenler odası da denilebilir- girmemesinin nedenini sormuştum bir ara. Güvenlik nedeniyle demişlerdi. Hırsızlıktan korkuyorlar sanırım. Ya da okula ait belgelerin –sınav kâğıtları, çözümlü ders kitapları vb- öğrencilerin eline geçmesinden çekiniyorlar. Öyle ya da böyle, öğretmenler odasına hademe giremez. Dolayısıyla bizim çöp sepetleri tepeleme dolana kadar boşaltılmaz, yerler ancak toz parçaları bir araya gelip bulutsu kütleler halinde bize kafa tutmaya başladıklarında süpürülür, sebilin önündeki su kabında biriken suda yeşil mavi mantarlar bitene kadar o kap temizlenmez, mikrodalga fırının ve buzdolabının içine bakanlar son iki üç yıl boyunca yenmiş olan tüm yemeklerin izlerini bulabilir, fotokopi makinesinin etrafı da atık kâğıt fabrikası gibidir. Silme zaten hiç yok! Arada kazara çay, kahve falan dökülürse masaya, o bahaneyle tüm masa elden geçirilir. İşte o kadar! Gerçi bazı arkadaşlar temizlik konusunda hassaslar. Ben değilim. Dağınık olmayınca çalışamıyorum. Daha doğrusu çalışmaya başlayınca kısa sürede dağılıyorum. Toparlama zahmetine girmediğim için de entropi gittikçe artıyor ve bir süre sonra süreksiz bir Markov Zincirini takip ederek kendi dengesini (Terminal State) buluyor. :
|
Sabah temizliği yapan öğrenciler. |
Çin Notları 004: Çin'e ilk geldiğim zamanlarda beni oldukça şaşırtan ilginçliklerden birisi de havai fişeklerin ve çatapatların sabahın tazeliğinin ortasına birer ses bombası gibi düşmeleri olmuştu. Günün "en yumuşak karnı" denilebilecek sabah vakti kokofonik bir ses fırtınasının içinde kör bir testereye dönüşüyor ister istemez. Önceleri, "herhalde birileri şikâyet eder, birazdan bu gürültü diner." diye düşünmüştüm ama zaman geçtikçe ve beklenen kurtarıcıdan umudumu kestikçe alışmak zorunda kaldım. Hem zaten sadece sabahları yapılmıyor ki! Öğlenleyin, akşamları, gece yarısında... Zaman neye göre ayarlanıyor, seçilen zamanla şölenin gerekçesi arasında bir ilişki var mı bilemiyorum. Birkaç kişiye sordum ama tatmin edici bir yanıt alamadım. Artık duymuyorum bile bu sesleri, sadece kedilerin her seferinde ilk defa duyuyorlarmış gibi verdikleri tepkilere gülüyorum, o kadar. Alıştıkça da anladım bunun kültürel bir zenginlik olduğunu ve şikâyetten ziyade saygı ve anlayış gerektirdiğini. Öyle ya, İstanbul'a gelen bir Çinli sabah ezanından şikâyet edebilir mi? "Uyumak istiyorum kesin şu sesi" diyebilir mi? Diyemez. Çinliler bin yıldan uzun bir süredir kötü ruhları ve talihsizlikleri kovmak için havai fişek ve çatapat patlatıyorlar. İrrasyonel bir gerekçesi olsa da bu irrasyonelliğin getirdiği pek çok sosyal işlev var. Zaten sosyal bir yarar olmasaydı bu kadar zamandır hayatta kalamazdı. Genelde yeni bir iş yeri açıldığında, düğünlerde, çocuk doğduğunda ya da benzeri önemli bir olay olduğunda yapılıyor bu ses şöleni. Etraftaki insanların dikkatini çekmek ve haberi yaymak için güzel bir yöntem ama arkasında bıraktığı yanık kokusu ve duman büyük kentlerde sorun olmaya başladı bile. Bazı belediyeler, önümüzdeki yıllarda, vatandaşların havai fişek ve çatapat patlatma özgürlüklerinde kısıtlamaya gidecek gibi. Sadece hava ve gürültü kirliliği olsa neyse, çatapatların patlatılıp havai fişeklerin göğe gönderildiği noktayı da olduğu gibi bırakıp gidiyorlar genelde. Ne de olsa bir temizlikçi gelir, temizler diye düşünüyorlar maalesef. Aşırı istihdamın insanlarda meydana getirdiği rahatlık ve vurdumduymazlık diyorum ben buna. Bazen öğrencilerde bile gözlemliyorum. Aşağıdaki fotoğrafı bu sabah çektim. Daha güneş doğmamıştı, başladılar çat çat pat pat sesleriyle siteyi inletmeye. Yaklaşık bir saat sonra sitenin kapısından çıkarken de bu manzarayla karşılaştım.
|
Sabah böyleydi. Akşam eve döndüğümde temizlenmişti. |
----
Birkaç fotoğraf da çalıştığım okuldan. Geçenlerde hava çok güzel açtı, gökyüzü masmavi oldu. Seyrek rastlanılan bir görüntüydü bu bizim için. Bu yüzden fotoğrafı çekmeden duramadım.
|
Okulun girişi. Sağdaki ilk binada bizim ofisimiz bulunuyor. |
|
Toplantılar ve gösteriler için kullanılan bina. |
|
Okuldan görülen Tianning Pagodası manzarası. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder