Gıdım gıdım
ilerliyorlar, birer birer fethediyorlar henüz el sürülmemiş özgürlük kalelerini.
Kimi zaman içeriden, gizlice ve sinsize; kimi zaman açık açık, zafer
çığlıklarını eksik etmeden. Nereden çıktıkları belli olmayan kanunları, eften
püften gerekçelendirmelerle halka yutturuyorlar. 4+4+4 nereden çıktı bilen var
mı? Eğitim sisteminde daha önce hiç konuşulmayan bir konu nasıl oldu da şimşek
hızıyla meclise gelip, onaylandı? Hem de eğitimcilerin ve uzmanların tüm karşı
çıkmalarına rağmen. Eğitimi hallettiler, şimdi de sanata el attılar.
Son günlerde
gündeme düşen yeni tartışmadan haberdar olmuşsunuzdur. Belediyenin, Şehir
Tiyatroları’nda oynanacak oyunları belirleme, ve hatta gerekirse müdahele etme
hakkı arayışı olarak algılanabilecek bu gelişme, hangi yönden bakarsanız bakın,
iktidarın toplumu kendi inandıkları ahlak anlayışıyla şekillendirme projesinin
bir devamı gibi görünmekte. Başbakan dindar bir nesil yetiştirme arzusunu
birkaç ay önce açık açık belirtmişti. Doğal olarak yetişecek dindar neslin,
dindar bir sanat anlayışına sahip olması gerekiyor. Sanatı tamamıyla
dindarlaştırmak imkansız olduğu için de en azından dindar neslin
standartlarıyla çelişecek özelliklerini budamaya çalışıyor, halkın ahlakından
kendini sorumlu tutan pek sevgili belediyelerimiz.
Bakın ne diyor
yeni yönetmelik: “Toplumda
sanatı ve estetik duyguları geliştirmek, tiyatronun
kuruluş gayesinden sapmadan günümüz insanına vereceği sanat hizmetinde toplumun genel etik değerlerine
özen gösterilmesini sağlamak.” Sanırım metinde geçen altı çizili iki ifadenin
muallaklığı ya da bir sanatçı için geçerli olan anlamları bundan sonraki pekçok
sansürün habercisi oluyor. Yeni yönetmeliğe göre sanatçı en büyük özelliği olan
eleştirelliğini, başkaldırı yetisini, varolanla yetinmeme ve isyan edebilme
kabiliyetini yitirecek. Herhangi bir oyun, herhangi bir bürokrat tarafından
“tiyatronun kuruluş gayesine uymuyor” bahanesiyle reddedilebilecek. Peki ne
kalacak sanatçının elinde? Eleştirmeyen, sorgulamayan, verilenle yetinmeyip
yeni keşiflere açılmayan sanat sanat mıdır? Hem nedir bu “toplumun genel etik
değerleri” dedikleri şey?
Etik bireye ait
bir kavramdır ve topluma rağmen vardır. İnsan topluma karşı geldiği zaman,
üzerindeki yargılayıcı gözleri takmadığı zaman ahlaklı olabilir ancak. İyi olan
bir şeyi o şey iyi olduğu için yapar, toplum o şeyi iyi gördüğü için değil.
Dolayısıyla toplumun iyi olanı belirlemede herhangi bir etkin rolü yoktur,
toplum sadece kanıksar, onaylar ya da tepki gösterir. Sanatın ve sanatçının
görevi de bireylere iyiyi, doğruyu ve güzeli toplumsal sınırlamalara rağmen
verebilmek, onlara hakları için savaşabilme özgüvenini aşılamaktır. Toplumun
yüzyıllar boyunca bizlere öğütlediği yalancı ahlaki davranışlara karşın gerçek
iyiyi, gerçek doğruyu ortaya koyabilmek ve bunu bir biçimde kanıtlayabilmektir
sanatın görevi. Bu görevi elinden alınan bir sanat ne işe yarayacaktır?
Çocuklara ders çalışmanın önemini, gençlere yaşlılara saygı duymaları
gerektiğini, yetişkinlere yalanın kötü olduğunu mu öğretecek?
Eski yönetmelikte
oyunları sanatçılardan oluşan bir Repertuvar Kurulu öneriyordu ve son kararı Genel Sanat Yönetmeni’nin
başkanlık ettiği Yönetim Kurulu veriyordu. Şimdi ise bu iş içerisinde tek bir
sanatçının olmadığı “Edebi” Kurula emanet olacak. Şaka gibi ama gerçek! Gerçi
son on yılda şaka gibi olup da, daha haberin şokunu üzerimizden atmadan
yüzümüze çarpılan pekçok şey yaşadık ama bu apayrı bir tokat. Belediye’de
çalışan memurlardan oluşan bir kurul karar verecek hangi eserlerin sahnelenip,
hangi eserlerin hangi kısımlarının sansürleneceğine. Böyle bir duruma ne denir,
bilinmez. Erdal Beşikçioğlu’nun geçen gün Radikal’de yayınlanan mülakatında da
dediği gibi “O zaman ben de cami imamı olayım.” Ekleyeyim: Ben de bir Matematik
öğretmeni olarak imamın hangi rekatta hangi sureyi okuyacağına karar vereyim.
Birileri gelsin benim dersime, hangi konuyu hangi sırayla anlatmam gerektiğini
söylesin… Absürd böyle bir şeydir, bir başladı mı sonu gelmez. Ama tiyatro
absürd değildir, emek ister, aşk ister, deli gibi bağımlılık ister. Öyle ki
tiyatronun absürd olan kısmı bile bu gereksinimlerden muaf değildir.
Ayrıca cümlede
geçen “edebi” ifadesine dikkat etmek gerek, sanırım! Eserler “edepli” olmak
zorunda, toplumun genel etik değerlerine özen göstermek zorunda, kesinlikle var
olan köhneleşmiş değerleri eleştiren ya da öyle yorumlanabilecek mesajlardan
arındırılmış olmalı, her türlü cinsellik malzemesinden uzak tutulmalı… Nereye
kadar gidecek bu sansür balonu? Bir gün gelecek her şeyi ve herkesi içine
alacak ve doyuma ulaşacak. Yaprağın kıpırdamadığı rüzgarlı fırtınalara doğru
ilerliyoruz, bu bir gerçek.
Istanbul halkının
önümüzdeki yıllarda sanatsal değeri olan tiyatro eserleri izleyip izleyemeyeceğini
bilmek zor ama şuna inanabiliriz ki ideolojik olarak halkı daha muhafazakar değerlere
hazırlayacak oyunlar birer birer sahneleneceklerdir. Bundan sonra varsa yoksa
“Vatan, Millet, Sakarya” olabileceği gibi, başa bela olan özgürlüklerin, insanı
hezeyanlara sürükleyen isyanların, din eşittir ahlak denklemlerinin bol bol
konu olarak seçildiği bir tiyatroyla karşılaşabiliriz.
Bitirirken,
yazının başlığına da rahmetli Cem Karaca’nın sözleriyle yanıt vereyim “Bindik
bir alamete, gediyoz kıyamete” Hadi hayırlısı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder