“Kadıköy’de … kitapçının önünde buluşalım” diye sözleşmişiz.
Yalancı bir kış güneşi var gökte. Soğan gibi kat kat giyinsen de soğuk buluyor
yolunu, titretiyor tenini. O benden önce gelmiş, ben zamanında varıyorum. “Ama bu kitapçının kafesi yokmuş” diyor, on
beş yıl öncesinden, ta üniversite yıllarından beri tanıdığım, şimdilerde bir
yayınevinde editörlük yapan arkadaşım. “Az yukarıda başka bir tane var, orada
çay içer, uzun uzun konuşuruz.” diye de ekliyor. Ben; İstanbul’u bilmeyen bir
İstanbullu, her geldiğimde yeni semtler, yeni caddeler, yeni duraklar, yeni
kitapçılar bulan birisi olarak mecburen kabul ediyorum teklifi. Yokuş yukarı
çıkıyoruz iki kitapsever. Çaylarımızı alıp, muhabbete dalmışken fark ediyoruz,
birazdan başlayacak olan imza gününü.
Melisa Kesmez kitaplarını imzalayacakmış. Çok düşünmeden giriyoruz
sıraya, alıyorum iki kitabını da. Yurt dışında geçen onca yıldan sonra geldiğim
kısa tatilde, çalıştığım ülkeye dönmeme birkaç gün kala ben yaşlarında bir
yazarla tanışabilecek olmamız, pastanın üzerine son anda eklenen mumlar gibi
bir şey benim için. Sohbetimiz kısa sürüyor olsa da elimde yazarından imzalı
kitaplarla dönüyorum eve o akşam. İkisini de bir çırpıda okuyorum, kendi hızıma
bile şaşarak. Ardından uzun bir yolculuk, yorgunluk, işbaşı derken araya başka
bir kitap giriyor. Özlemişim demek ki bir daha alıyorum elime Kesmez’in ilk
kitabını. Baştan aşağı, tek bir öyküyü bile atlamadan bir daha okuyorum.
Seksenli yılların yoksun ve kırgın çocukluğundan, hayata 1-0
mağlup başlamış kadınların hüzünlü ama bir o kadar da çarpıcı öyküleri var
kitapta. Kesmez’in dili soyadının verdiği güvensizliğe inat, alabildiğine
keskin ve vurucu. Hayal gücünün sınırları hem geniş hem de görkemli, kelimelerden
saraylar inşa edecek kadar renkli ve pırıltılı. Çehov’un tavsiyesine uyuyor
Kesmez. Söylemiyor, gösteriyor. Öyle gösteriyor ki anlamamak, görmemek,
hissetmemek imkânsızlaşıyor. Öykünün mayasının şiir olduğunu okuyucuya
hatırlatıyor adeta yazdığı her cümleyle. Birbirine karışmayan insanların
“birbirine karışan sigara dumanlarının” öykülerini anlatıyor bize. “Kuru bir
yaprak gibi debisine kapılıp gittiğimiz” insanların, “asfaltın üzerindeki beyaz
çizgileri yutan” otobüslerin, “yosunlu ilkbahar kokusuyla” sabaha uyanan
sarhoşların, “doğurdukları erkekleri boşamak zorunda kalan” kadınların,
“zamansızca çekip giden şiirsiz” erkeklerin hikâyeleri bunlar. Kafalarını tıka
basa “dünyanın bilgisiyle ve gürültüsüyle” dolduran kadınların “tek başına
kalınca eşyaya sımsıkı tutunmaya” başlamalarının öyküleri.
Öykülerde genelde ciddi bir kurgu olduğu söylenemez. İnce
ince dokunmuş bir olay örgüsünden çok anlık bir duygu seline, geriye dönük
pişmanlıklara, zamanı bir sigara içimliğine durdurup “müsveddeleri temize çekme”
anlarına rastlıyoruz en çok. Yanlış ata oynamış kumarbazların yenilmeye
doymamaları gibi; yanlış kapıları çalıp, yanlış odalara giren kadınların yıllar
sonra tüm bu yanlışlardan ders çıkarmalarıyla ya da en azından yapılmış
tercihlerin birer yanlış olarak adlandırılamayacağına karar vermeleriyle
karşılaşıyoruz. Bir yere ait olamayan, bir kişiye yâr olamayan, odalara ve
evlere sığmayan, hep gitmelere adlarını yazdırmış; arafta doğup, arafta büyüyüp
ve sonunda da ömürlerini arafta geçiren kadınlar var öykülerde. Her yenilgiden
sonra yepyeni bir hırsla hayata tutunmaya çalışan, çırpındıkça hayatın daha
önce var olduklarını bilmedikleri yumruklarına maruz kalan talihsiz kadınlar
bunlar. Erkeklerin kurduğu düzende kendilerine yer açmaya çalışırlarken kimi
zaman yollarını kaybeden, kimi zaman birbirlerine düşen ama her sarsıntıdan
alnının akıyla, yere düşmeden, ayakları üzerinde dimdik çıkan kadınlar. Yeri
geldiğinde birbirlerine tutunup geçmişteki hataları birlikte silen iki sırdaş,
yeri geldiğinde de ıssız ve karanlık bir odanın pencere kenarında dalıp dalıp
anıları deşen bir yalnızlık abidesi oluveriyorlar. Yeri geldiğinde de “paslı bir kilide anahtar
uydurmaya” çalışan inatçı bir eş.
Kesmez’in öykülerinde kadınlar ne kadar güçlü, karakterli,
ne yaptığını ve nereye gideceğini tam bilemese bile en azından kimden tavsiye
alacağını bilen bireyler olarak çizilmişse; erkekler de bir o kadar silik, ezik
ve benciller. Belki de bu en sonuncu özelliklerinden dolayı kaderin çelmesini
defalarca yemelerine rağmen her seferinde bellerini doğrultmak için bir yol
yordam buluyorlar ve işleri yoluna koyuyorlar. Kadınlar birbirlerinin
kollarında kaybedenler olarak teselli ararken ve bilgece tavırlarla hayata
karşı gururlarını korurlarken; erkekler kendi yollarını çizip, geride
bıraktıkları acılara takmaksızın yollarına biraz tökezleyerek de olsa devam
etmesini biliyorlar. Sonuçta hayatın üst üste, alt alta geçmiş dolambaçlı
labirentlerinde erkek ya da kadın herkes, denize ulaşan nehirlerin sessizliğe
ve dinginliğe kavuşmaları gibi; belli bir durgunlukla ve olgunlukla karşılıyorlar,
başlarına gelen belaları “kader” ya da “hayat” diye adlandırırlarken.
Kısaca ifade etmek gerekirse, gudubet yüzlü kentlerden, günü
kurtarmak için söylenmiş siyasi söylemlerden, şiddete ve yozluğa alıştırmaktan
başka bir işe yaramayan medyadan ve piyasaya uyup akıntıda kaybolmuş eski
dostlardan umudunuzu kestiyseniz Kesmez’in öyküleri içinize bir nebze serinlik
getirecektir. O unuttuğunuz duyguların, uzun zamandır depreşmeyen arzuların,
her gün içine dalıp çıktığınız kalabalıkların ortasında unutayazdığınız etrafınızdan
ilham alma hevesinizin ve belki de en çok yanınızda oturan arkadaşlarınızla
gözlerinin içine bakarak konuşma zevkinin üzerine bir çiğ tanesi düşürecektir
bu ustaca yazılmış imgeler. Hüzünleneceksiniz belki yer yer, kızacaksınız,
sinirleneceksiniz ama çoğu zaman hayat, yani umudun bitmeyen gücü kazanacak.
Çünkü yenilen tüm tekmelere rağmen, hayat her şeyin üzerinde, her şeyi kapsayan
bir bakış açısına sahip. Okumak bu yüzden önemlidir biraz da, hayatın hep
kazanan yönünü kavramak için.
Yazarın öykü kitapları:
Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz, Sel Yayıncılık,
2013
Bazen Bahar, Sel Yayıncılık, 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder