Geleneksel Çin Tıbbı (GÇT), Çin’e gelmeden önce de sıklıkla
duyduğum bir kavramdı. Tayland’da ve Vietnam’da yaşarken; kronik bel ağrısı,
baş ağrısı, çocuk sahibi olamama, kolay hasta olma gibi nedenlerden dolayı
GÇT’ye başvuran arkadaşlarım/akrabalarım olmuştu. Çin’de yaşamaya başladıktan
sonra GÇT hakkında, özellikle Çinli öğrencilerimle, gerek ders içinde gerekse
de ders dışında birkaç sohbetimiz oldu. Bir istatistik öğretmeni olarak
öğrencilere bilimsel olanla bilimsel olmayan arasındaki farkı açık ve net bir
şekilde öğretmeyi temel görevlerimden birisi sayarım. Yalnız; kolay olacağını
sandığım bu iş, öğrencilerin beni Çin’i anlamamakla ve GÇT’yi bilmemekle
suçlamaları neticesinde bir hayli uzun sürdü. Sonuçta, ikna olmayan öğrencilerimin
sayısı azımsanmayacak kadar olsa da kalıcı bir yarar sağladığımı düşünüyorum. Ayrıca;
on yedi – on sekiz yaşlarındaki gençlerin, kısmen bilim felsefesini ve
epistemolojiyi de ilgilendiren konuları çabucak kavramasını beklemek
hayalperestlik olurdu. Öyle ki, GÇT’nin bilimsel olduğunu kanıtlayın deyince
bir öğrencim “Okulun yanında sekiz katlı GÇT hastanesi var, hocam. Yetmez mi?”
demişti. Ben de cevaben; “Sekiz katlı bir hastane GÇT’nin bilimsel olduğunu
kanıtlayabiliyorsa, kiliseler de Tanrı’nın varlığını kanıtlar.” demiştim. Gülmüş
ve geçmiştik. Şimdi konuyu kaleme alıp, ciddi bir çözümlemeden geçirme zamanı.
Öncelikle yazının içeriğinden söz edeyim. Ben ne tıp
konusunda ne de GÇT konusunda uzmanım. Dolayısıyla eleştirilerim GÇT’nin pratik oluşuna ya da işe yarayıp yaramadığına dair olmayacak. Hatta yazım,
işin Çin kısmıyla değil geleneksel kısmıyla ilgili olacak. Yani aynı eleştiri
Geleneksel Brezilya Tıbbı, Geleneksel Türkiye Tıbbı ve benzerleri için de
geçerli olacak. Daha çok bilimsellik,
geçerlilik ve tutarlılık noktalarından konuyu ele alıp; GÇT’nin neden bilimsel
olmadığı üzerine kafa yoracağım. Bunu yaparken doğal olarak, her ne kadar
felsefi terimlerden kaçınmaya çalışsam da, bazı teknik konulara ucundan
köşesinden değineceğim. Umarım çok sıkıcı bir yazı olmaz.
GÇT’nin bilimsel olup olmadığını anlamamız için öncelikle gözlem ve deney arasındaki farkı anlamamız gerekir.
Gözlem Nedir? Sonuçları nelerdir?
Gözlem bir popülasyondan (population of interest) rastgele
seçilen bir ya da birden fazla örneklemden (random sample) elde edilen
verilerin analiziyle yapılan araştırmadır. Bir örnekle izah edeyim. Diyelim ki
elma yemenin diş sağlığı üzerindeki etkisi üzerine bir araştırma yapıyorum.
Bunun için herhangi bir popülasyondan 1000 kişilik rastgele bir örneklem
seçiyorum ve bu 1000 kişiye iki soru yöneltiyorum.
1.
Haftada en az bir elma yiyor musunuz?
2.
Ağzınızdaki çürük diş var mı?
Soruları evet/hayır şeklinde yanıtlanabilecek formatta
yazdım ki kategorik değişkenlerle çalışabilelim. Doğrudan sayıları da
sorabilirdik ama o zaman analiz biraz daha çetrefilli olurdu. Bu yazı
istatistik öğretme amacı gütmediği için elimden geldiğince örneği basit
tutuyorum.
Diyelim ki örneklemimizdeki 1000 kişi bu iki soruya
samimiyetle yanıt verdi (Kendi-bildirim (self-report), meyilli bir sonuca neden
olacaktır. Şimdilik bunu ihmal edelim.) ve biz sorunsuz bir şekilde verileri
topladık. Aşağıdaki tabloyu da bu iki sorudan yola çıkarak doldurduk.
En Az Bir Elma yiyor
|
Hiç Elma yemiyor
|
Toplam
|
|
En Az Bir Çürüğü var
|
50
|
400
|
450
|
Hiç Çürüğü yok
|
150
|
400
|
550
|
Toplam
|
200
|
800
|
1000
|
Bu tablodan çıkarılacak ilk sonuç aşağıdaki gibi
özetlenebilir. Oranlar arasındaki fark yüksek ve örneklemin büyüklüğü yeterli
olduğu için herhangi bir istatistiksel test (Çay-kare testi uygun olandır)
yapmaya da gerek yoktur.
Elma yiyenlerin çürüğü olma oranı: 50/200 = %25
Elma yemeyenlerin çürüğü olma oranı: 400 / 800 = %50
Peki, bu oranlardan yola çıkarak aşağıdaki sonuçlardan
hangilerine varabiliriz?
a.
Bir insanın haftada en az bir elma yiyip
yememesi değişkeniyle o insanın ağzındaki çürük diş olup olmama değişkeni
“bağımsız değildir.”
b.
Haftada en az bir elma yiyen insanların ağzında
en az bir çürük dişi olma olasılığı, haftada en az bir elma yemeyenlerin
ağzında en az bir çürük diş olma olasılığının yarısı kadardır.
c.
Haftada en az bir elma yemek ağızdaki çürük diş olma
olasılığını düşürür.
Yanıtı hemen vereyim. İlk iki sonuçta sorun yoktur. Zaten
bunlar gözlemin doğrudan getirisidirler. İstatistiksel olarak
kanıtlanabilirler. Yalnız ilk sonuçta (a) “bağlıdır” demek yerine “bağımsız
değildir” ifadesini bilinçli olarak kullandığımı söyleyeyim. Bağımsız değildir
derken, örnekte sözü edilen iki değişkenin dışında başka değişkenlerin
rollerinin mümkün olabileceğine gönderme yapıyorum.
Bağımlı – bağımsız değil ayrımına bir örnek daha vereyim.
Yaz aylarında dondurma satışları artar, yaz aylarında boğularak ölenlerin
sayısı da artar. Buradan yola çıkarak dondurma tüketiminin boğularak ölümlere
neden olduğunu söyleyebilir miyiz? Tabii ki söyleyemeyiz. Her ikisini de aynı
yönde etkileyen üçüncü bir değişken vardır. O da yaz aylarının getirdiği
hararettir. İnsanlar sıcaktan bunaldıkları için dondurma yerler ve yine aynı
sıcaktan bunaldıkları için denize girerler. İki değişkeni de aynı yönde
etkileyen sıcaklık boğulma oranlarıyla doğrudan ilişkilendirilebilir.
Dolayısıyla dondurma satışlarıyla boğularak ölme sayıları birbirine bağlı
değildir (Biri diğerinden dolayı gerçekleşmez) ama aynı zamanda birbirinden
bağımsız da değildir Teknik bir izah verecek olursam; iki değişkenin kovaryansı
sıfır ya da sıfıra yakın değildir demem gerekir.
Üçüncü sonuç (c), bir çeşit neden-sonuç ilişkisini
önermektedir. Haftada en az bir elma yersen daha az çürük dişin olur ifadesi
elma yemenin dişlerin çürümesini engellediğini iddia eder. Böyle bir sonucun
yanlış olmasının iki nedeni vardır.
Birincisi, yukarıda izah ettiğim ve benim mızıkçı değişken
(confounding variable) diye adlandırdığım değişkenlerin etkisidir. Aslında ele
alabileceğimiz her değişkeni etkileyen sonsuz sayıda değişken vardır. Bu sonsuz
sayıda değişkenin büyük bir çoğunluğunun etkisi ihmal edilebilecek kadar az
olduğu için bu etkileri önemsemeyiz. Etkileri yüksek olanlar da uzun erimdeki
eşit (uniform) dağılımla sonuç üzerindeki kuvvetlerini birbirleriyle iptal ederler.
Örneğin; elmanın dışında, bir insanın yaşının, cinsiyetinin, ırkının çürük diş
sayısına etkisi olabilir. Yalnız, uzun erimde bu etkiler her iki gruba eşit
şekilde dağılıyorsa bu değişkenleri mızıkçı olarak adlandıramayız. İstatistikte
bu değişkenlere harici değişkenler (extraneous variables) denir. Harici değişkenlerin güzelliği, rastgele
seçilen büyük örneklemlerde, etkilerinin birbirini yok etmeleridir. Örneğin,
eğer bin kişilik bir örneklemim varsa ve rastgele bir seçim yapmışsam; örneklem
içinde yaklaşık olarak beş yüz erkek ve beş yüz kadın olacaktır. Eğer bu oran,
elma yiyenler ve yemeyenler gruplarına da yansıyorsa sorun yok demektir. Yani
elma yiyenlerin de yarısı erkekse, bu harici değişken mızıkçı değişkene
dönüşmez.
Unutmamak gerekir ki her harici değişken, potansiyel bir
mızıkçıdır. Harici değişkenin mızıkçı olması için grup üyeliğiyle ilişkisi
olması gerekir. Örneğin, haftada en az bir elma yiyenler sağlıklarına daha
düşkün insanlar olabilirler. Sağlığına daha düşkün bir insan da doğal olarak
dişlerine daha iyi bakıyor olabilir. Bu durumda haftada en az bir elma yiyen
kişi zaten dişlerinin durumundan kaygı duyuyordur ve dişlerine iyi bakıyordur.
Bu durumda, elde ettiğimiz sayısal değerlerdeki farkın gerekçesini neye
bağlayacağız? Elma yedikleri için mi
dişleri daha sağlıklı? Belki de genel sağlıklarına daha çok dikkat ettikleri
için hem haftada en az bir elma yiyorlar hem de dişlerini düzenli olarak
fırçalıyorlar. Mızıkçı değişken bizim gerçek nedeni görmemizin önünü keser.
Çürük diş oranındaki farkın nedenini belirlememizi, suyu bulandırarak ya da
mızıkçılık yaparak engeller. Tıpkı, artan sıcaklıkların dondurma tüketimiyle
boğulma sayılarının arasındaki ilişkiyi bulandırması gibi.
Gözlem konusunu burada kapatıp deney konusuna geçeyim.
Ardından aralarındaki farklara değineceğim.
Deney Nedir? Sonuçları
Nelerdir?
Aynı araştırmayı şimdi bir de deney yaparak
gerçekleştirelim. 1000 kişilik rastgele seçilmiş bir örneklemimiz olsun. Bu
örneklemi yine rastgele bir seçimle beş yüzer kişilik iki gruba bölelim. Bu
rastgele seçim yazı tura atarak ya da tek ve çift sayılara ayrılarak
yapılabilir. Önemli olan rastgeleliğin (random assignment) sağlanmasıdır.
Birinci gruba tedavi grubu (treatment group) diyelim, ikinci gruba da kontrol
grubu (control group). Tedavi grubundakilere bir yıl boyunca haftada bir elma yemelerini
ve düzenli olarak günde iki kere dişlerini fırçalamalarını söyleyelim. Bunu
kontrol edecek bir mekanizmamız da olmalı. Bu yüzden bu beş yüz kişiye haftada
en az bir elma gönderelim ve diş fırçası/macunu masraflarını karşılayalım.
Kontrol grubundaki beş yüz kişiye de bir yıl boyunca asla elma yememelerini
söyleyelim. Yemeyeceklerine dair sözleşme imzalatalım. Bu gruptakilerin de
dişlerini düzenli olarak günde iki kere fırçalayacaklarından emin olalım,
onların bir yıllık diş fırçası/macunu masrafını da karşılayalım. Araştırmaya
başlamadan önce örneklemimizdeki bin kişinin ağız sağlıklarını kontrol edelim
ve çürük diş sayılarını ve çürük derecelerini kaydedelim. Bir yıl boyunca yoğun
bir çalışmayla araştırmamıza katılan denekleri takip edelim, kendilerine
söylenenleri yaptıklarından emin olalım. Bir yılın sonunda her iki grubun ağız
sağlığını bir kere daha tetkik edip bir yıl boyunca meydana gelen değişimleri
gruplar arasında karşılaştıralım, gerekli istatistiksel testi uygulayalım ve
sonuçların kayda değer (significant) olup olmadığına bakalım.
Dikkat edecek olursak deneyde, gözlemde olmayan bazı kavramlardan söz ettim. Öncelikle, deneyin gerçekleşmesi için kontrol altında bir ortam hazırladım. Normalde laboratuvarda yapılması gereken deneyi, saylar büyük ve gereken süre geniş olduğu için laboratuvar dışına aldım. Harici değişkenlerin etkilerini sıfırlamak için denekleri gruplara rastgele seçimle (random assignment of subjects to the treatments) gönderdim. Böylece cinsiyet, yaş, ırk gibi harici değişkenleri iki gruba eşit bir şekilde dağıtmış oldum. Potansiyel bir mızıkçı değişken olan deneklerin ağız sağlığına verdikleri önemi, herkesi günde iki kere diş fırçalamaya zorlayarak, tüm denekler için sabitledim (direct control). Böylece, bu değişken mızıkçılık yapamayacak ve sonuca ulaştığımızda kafamızı karıştırmayacaktır.
Diyelim ki bu deneyin sonunda da şöyle bir tabloyla karşılaştık.
Haftada Bir Elma yiyor
|
Hiç Elma yemiyor
|
Toplam
|
|
Ağız sağlığı daha da kötüye gitti.
|
50
|
400
|
450
|
Ağız sağlığı iyileşti ya da aynı kaldı
|
150
|
400
|
550
|
Toplam
|
200
|
800
|
1000
|
Sayıları değiştirmedim. Dolayısıyla az önceki gözlem
örneğinin altına yazdığım üç sonucu buraya da kopyalayabiliriz. Yalnız bu
sefer, sadece “a” ve “b”nin geçerliliğini değil, “c”nin geçerliliğini de
savunabiliriz. Eğer deneyi bilimsel standartlara uyarak yapmış, deneklerin
davranışlarını kontrol altında tutmuşsak; neden-sonuç ilişkisi üzerinde
çıkarımlar yapma hakkımız vardır. Bir yıl boyunca haftada bir elma yiyen bir
insanın ağız sağlığının, bir yıl boyunca hiç elma yemeyen insanın ağız
sağlığından daha iyi olacağını söylemek değil yaptığımız. Elma yemek ağız
sağlığına faydalıdır gibi doğrudan neden-sonuç ilişkisini açığa çıkaran
sentetik (Kant’ın kullandığı anlamda) ve neden-sonuçsal bir bilimsel önerme.
Gözlemden çıkarılacak
sonuçla deneyden çıkarılacak sonuç neden farklıdır?
Aslında yukarıda uzun uzun anlattım ama bir kere daha
özetleyeyim. Gözlemler kontrollü ortamlarda yapılmadığı için, harici
değişkenlerin mızıkçı değişkenlere dönüşmesini engelleyemezler. Böylece, ortaya
çıkan sonucun bizim üzerinde araştırma yaptığımız değişkenden dolayı mı yoksa o
anda farkına bile varmadığımız başka bir değişkenden dolayı mı gerçekleştiğini
bilemeyiz. Örneğin, ben küçükken ne zaman hasta olsam annem bana nane limon
kaynatırdı. Ben nane limonları içer, bir haftada iyileşirdim. Büyüyünce
öğrendim ki beni iyileştiren şey nane-limonun moleküler düzeydeki sihri
değilmiş. Onun yaptığını su da yaparmış. Sonuçta grip olan vücut su ve enerji
kaybeder. Suyu geri almak için bol bol sıvı gıda tüketmek, enerjiyi depolamak
için de bol bol dinlenmek gerekir. Ne terlemenin, ne nane-limon içmenin
doğrudan bir faydası var gribi iyi etmeye. Bu değişkenlerin içinde mızıkçı
birer değişken olarak duran dinlenme süresi ve sıvı gıda tüketimidir iyileşmeyi
hızlandıran değişkenler. Bu demek değil ki nane-limon kaynatmayalım, yorganın
altına girip terlemeyelim. Hobi olarak bunları yine yapabiliriz ya da anneyi
mutlu etmek için. Tıpkı, acı olduğu için ilacını içmeyen çocuğa ilacını tatlı
bir içeceğe karıştırarak vermek gibidir bu iş. Annen dediği için yaparsın bazı
şeyleri. Arada iyi şeyler de olur. İyi olmayanlar da arada kaynar gider.
Bu farkı niye anlattım. Çünkü birilerine soruyorum “GÇT
hakkında ne düşünüyorsun?”. Verilen yanıt genelde şöyle oluyor: “Adamlar
binlerce yıldır bu ilaçlarla tedavi olmuşlar. Doğru olmasa bunca yıldır
kullanılıyor olmazlardı.” İşte bu savunmanın geçersiz olduğunu açıklamak için
yazdım yukarıdaki ayrımı. Binlerce yıldır yapılan şey eğer gözlemden ibaretse,
neden-sonuç ilişkisi kuramayız. Şunu diyebiliriz: Elma yiyen insanlarda diş
çürüğü daha az görülür. Bu cümle yanlış değildir, ama bilimsel olarak çok da
bir işe yaramaz. Tıpkı dondurma
satışları artınca denizlerde boğulma oranları da artıyor demek gibi doğru ama
gereksizdir. Yanlış olmamasının nedeni, elma yiyen insanların aynı zamanda
genel sağlıklarına dikkat ettikleri gerçeğini göz ardı etmiyor oluşudur.
Bilimsel olmamasının nedeni, somut bir neden-sonuç ilişkisi kuramıyor oluşudur.
Oysa, iyi bir deneyin sonucunda neden-sonuç ilişkisi kurulursa, bunun üzerine
yeni araştırmalar, yeni açılımlar gerçekleştirilebilir. Böylece bilgi gelişir,
sınanır, daha çok gelişir, tekrar sınanır. Bilimsel bilginin ortaya çıkışı
konusunda pek çok görüş vardır ama belli bir paradigmanın (Kuhn’un tanımladığı)
içerisindeki bilginin gelişmesi ve ilerleyişi üzerinde modern bilim aşağı
yukarı hemfikirdir.
Geleneksel Çin Tıbbı
Neden Bilimsel Değildir?
Bunun en geçerli nedeni GÇT’nin deneye değil de gözleme
dayanıyor olmasıdır. Bilgi, ister yüz yıllık ister bin yıllık olsun, sonuç
değişmeyecektir. Deneye dayanmadığı sürece bilimsel olamaz, doğruluğu
kanıtlanamaz. İşe yarayabilir, yaramayabilir de! Bunlar ayrı konulardır. Salt
gözlem, gerçek nedeni mızıkçı nedenden ayıramadığı için bilimsel bir bilgi
doğuramaz. Zaten GÇT’nin genel ilkelerine bakan bir bilim insanı birkaç
okumadan sonra kararını verir. Hiçbir kanıtı olmayan, kaynağı belirsiz bir “qi”
kavramı üzerine kuruludur koca sistem. “Qi” akmak ister, akacağı yollar
(meridyenler) bellidir falan filan… Onurlu bir bilim insanı için bu ifadeler
safsatadan başka bir şey değildir. İşin içinde para, ticaret ve benzeri başka
hesaplar varsa o zaman zaten bilim insanı ortadan kaybolur. Zaten bugün GÇT’ye
gösterilen rağbetin temelinde biraz da bu vardır.
Geleneksel Çin Tıbbı
Bilimsel Deneylerle Kanıtlanırsa Ne Olur?
Tıp olur. Aslında sorunun yanıtı bu kadar basittir. GÇT’de
kullanılan bir ilacı laboratuvarda sınayın, gerekli işlemlerden geçirin ve
sonuçları hakemli bir dergide yayınlayın. Diğer bilim insanlarının konularda
görüşünü alın, farklı okulların onayını ve desteğini sağlayın. Bunları
yaptıktan sonra sonuçlarınız güvenilir ve bilimseldir diyebiliriz. Eğer tüm bu
süreçten sonra GÇT’de kullanılan ilaç hastayı iyi ettiği kanıtlanırsa; bırakın
artık o ilaç GÇT’nin değil tıp biliminin bir ürünü olsun. Nasıl ki bugün bir
Alman, ürettiği ilaca Alman ilacı demiyor, nasıl ki bir Kenyalı keşfettiği ve
deneylerle faydalı olduğunu kanıtladığı bir ilaca Kenya ilacı demiyor; Çinliler
de bilimsel yöntemlerle sınayıp, doğruluğuna karar verdikleri bir ilaç için Çin
ilacı demeyi bırakmalıdırlar. Bilim insanlığın ortak ürünüdür, gelişimi
sırasında her milletten insanın az çok katkısı olmuştur. Çinliler de bilime
katkıda bulunabilecek milletlerden birisidir ve bilimin yöntemlerine sadık
kaldıkları sürece üretecekleri bilgi birikimi, bilime mâl edilecektir.
Demek istediğim şey şu. GÇT işe yaramaz demiyorum, işe yarıyor olması bir anlam ifade etmiyor, yani uzun erimde bilimsel
bilgi değildir diyorum. Bilimsel olarak laboratuvara sokulan, denenen ve
sonuçta doğru olduğu anlaşılan kısımları varsa o kısımlara kısaca tıp
denmelidir. Sonuç olarak modern tıp dediğimiz bilgi birikimi de gökten zembille
inmedi. Modern bilimin hemen her safhasında, gelenekten gelen bir beslenme
olmuştur. Simyanın modern kimyanın atası olması gibi, muhakkak ki modern tıp da
kocakarı ilaçlarından, geleneksel formüllerden nasibini almıştır. İşe
yarayanları geliştirmiş, işe yaramayanları elemiştir. Bu elemeden geçirdikten
sonra bilim olma özelliğine kavuşmuştur. GÇT’nin ya da benzeri geleneksel tıp
modellerinin sorunu da bu elemeyi gerçekleştirecek bilimsel bir yöntemden
yoksun olmalarıdır.
Geleneksel Çin Tıbbı
Neden Bu Kadar Çok Tartışılıyor?
GÇT’nin günümüzde bu kadar çok tartışılmasının, bana göre üç
ana nedeni var.
1. Birincisi geride bırakmaya çalıştığımız
post-modern dönem. Malumdur ki postmodernizm, modernizme tepki olarak doğdu
ve güya modernizmin sığ kaldığı alanları dolduracak, insanlığa yeni bir soluk
getirecekti. Kendilerine postmodern diye tanımlayan düşünürler, kültürel
görecelilik (cultural relativism) adına –Bir de utanmadan Einstein’ın
görecelilik kuramına, kuantum mekaniğine gönderme yaparlar. Kafalarının
almadığı konularda saçma sapan göndermeler, benzetmeler yapıp, sosyal konularda
ahkâm keserler.- bilgiler arasındaki hiyerarşik düzeni yerle bir etmek için çok
uğraştılar. Postmodernistlere göre bilimsel bilgi de tıpkı büyü gibi, fal gibi
bir bilgidir, ne fazlası vardır ne eksiği. İnsan üretimi olduğu sürece bilimsel
bilgi de görecelidir ve gerçeği değil de gerçeği algılamaya çalışan bireyin
düşünce yapısını yansıtır. Meta-anlatıların devri kapanmıştır, hiçbir anlatı
gerçeği tümüyle kavrayamaz.
Tabii, böylesi cesur bir ön kabulle başlayınca durmak kolay
olmaz. Özellikle edebiyatta ve sanatta güzel açılımlara yol açabilecek olan
postmodern akım, çabucak şarlatanların eline düştü. “Bilimsel bilgi de herhangi
bir bilgidir. Ne doğrudur ne de yanlıştır diyebiliriz.” gibi özünden sapan
noktalara ulaştı. İşte bu noktadan sonra da geleneğe dönüş fikri ortaya çıktı.
Modern dışı yaşamlar da mümkündür tezinden yola çıkarak her şeyin geleneksel
olanına doğru bir akıncı ruhu gelişti. “Modern ilaçlar zararlıdır, bitkisel
olanlar daha faydalı.” gibi aslı astarı olmayan bilgiler, bilimsel bilgilerle
yarışır oldu. Bunun sonucunda, kendilerini bir yüz yıl önce bilim karşısında
mağlup gören fikirler ayağa kalkıp direnmeye başladırlar.
Bu yüzden; dinle, maneviyatla (spirituality) ilgili yazılar yayınlayan
dergilerin/gazetelerin aynı zamanda geleneksel ilaçlarla yoğun bir şekilde
ilgilenmesi kimseyi şaşırtmamalı. Çünkü; nasıl ki dinsel bilgi bilimsel olarak
doğrulanamadığı için bilim karşısında bir alternatif sunuyor, geleneksel tıp
dedikleri şey de modern tıbba karşı bir alternatif olduğu için, sırf bilim-dışı
bilgilerin varlığına destek olması amacıyla pohpohlanıyor. Kısaca verilmek
istenen mesaj şu: Bakın her şey bilim değildir. Başka türlü bilgi de mümkündür.
Nasıl ki alternatif tıp hastayı iyileştirebiliyor, aynı şekilde dinsel bilgi de
insana ihtiyacı olan mutluluğu ve huzuru verebilir. Dikkat edilirse, geleneksel
olanı modern olan karşısında eşdeğer görenlerin büyük bir kısmı dindar ya da
tutucu kimselerdir. Çünkü bu şekilde bilim dışı görüşlerine de bedavadan destek
bulmuş olurlar.
2. Çin’in ekonomik bir güç olarak dünya
sahnesinde yerini alması. Postmodern akımın verdiği gazla hızla büyüyen Çin
ekonomisi birleşince, GÇT’nin sıklıkla konuşulur olması kaçınılmaz hale geldi.
Çin, tarihten gelen bilgi birikimini batıya karşı bir alternatif olarak sunmak
istiyor. Bunun için de GÇT’yi destekliyor, bu konuda özellikle İngilizce yayın
yapan medyada programlar hazırlıyor, makaleler yayınlıyor. GÇT’nin diğer
geleneksel tıplardan özünde bir farkı yoktur. Çin’in çok büyük bir nüfusa sahip
olması ve dünyada her geçen gün biraz daha sözü dinlenen bir ülke olması,
GÇT’nin yayılmasını da etkiliyor. Yarın bir gün Hindistan da Çin gibi ekonomik
olarak güçlenirse, Geleneksek Hindistan Tıbbını (GHT) konuşmamamız için ortada bir
neden yok.
3. Çinli göçmen
doktorların özellikle gelişmiş batılı ülkelerde yaygın bir biçimde GÇT
yöntemlerini uygulayabiliyor olmaları. Gerçi son yıllarda, özellikle ABD’de
bu konuda ciddi denetimler getirildi ve pek çok GÇT ilacı zararlı olması
nedeniyle yasaklandı. Yine de yasadışı yöntemlerle pek çok ilaç gelişmiş
ülkelere götürülüyor ve bu ülkelerde yaşayan Çinli göçmenlere satılıyor. Sonuç
olarak büyük paraların döndüğü ciddi bir sektör GÇT.
Geleneksel Çin
Tıbbının Modern Tıp Karşısındaki Savunusu
GÇT’ye kuşkuyla yaklaşan bir insana yapılan ilk savunulardan
birisi GÇT’nin bütüncül olduğu (Batı tıbbı gibi analitik değil), yumuşak olduğu
(Battı tıbbı gibi saldırgan değil) ve uzun vadede sağlığı koruduğu (Batı tıbbı
gibi hastalıkları iyi etmeye yönelik değil) gibi paradigma farklılığını öne
süren bir yaklaşımdır. Ben bu üç noktayı da anlamsız bulanlardanım. Örneğin, ne
demektir bütüncül? İnsan bedeni bir bütündür. Eeee, sonra? Buradan nereye
varabilirsin? Basit bir gerçeği ifade etmiş olmaktan başka bir anlamı yoktur bu
ifadenin. Zaten, GÇT’nin insan bedeni hakkındaki sıcak – soğuk gibi ayrımları
hiçbir bilimselliğe sığmayan çözümlemelerdir ve lafazanlığın ötesinde bir yeri
yoktur. Ne demektir insan bedeninin hayati enerjisi olan “qi”? Ne demektir bu
“qi”nin akıp gittiği “jingluo” (kanal)? Ayrıca, bugünkü modern tıbbın insanların
sağlığını koruma konusundaki çabasını görmezden gelebilir miyiz? Yağlı yemeyin,
tuzlu ve şekerli yemeyin, spor yapın, stresten uzak durun, temiz hava alın,
yürüyüşü ihmal etmeyin, uzun süre oturmayın diyen modern tıp değil mi? Eğer
modern tıp bu anlayışı GÇT’den aldıysa amenna. GÇT’nin modern tıbba büyük bir
katkısı olmuştur.
Özet
Birkaç cümle ile özetleyeyim. GÇT, bilimsel olmayan kabuller
üzere kurulmuş ve yine bilimsel olmayan yöntemlerle gelişmiş, deneye değil de
geleneksel gözleme dayanan bir bilgi birikimidir. Bilimsel olarak bir değeri
yoktur. Bu yararlı olmadığı anlamına gelmez ama aynı zamanda zararlı olmadığını
da garantilemez. GÇT’nin günümüzden sıklıkla konuşulmasının ticari, ekonomik ve
sosyal nedenleri; GÇT’nin işe yararlılığının çok önündedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder