In an evening everyone withdraws one by one
you kiss the loneliness that flows towards the road like black water.
In your mouth, the urgent taste of plums,
You kiss the slap landing on the dreams of a boy,
whose hands are clouds, eyes are a field with crops.
Rain does not always bring the rainbow.
The throbbing of waiting at the door ajar,
the more she loses, the more it adds to my life,
you are kissing the long nights and pale body of a woman.
The moonlight that catches the distant mountain villages
creates palaces with mud-bricks towards poverty.
Neither the vibrations in the water nor the sky nor the wind;
you kiss an unstoppably darkening country whenever you kiss me.
Drunken men on Sakarya street
to the nights that are misted with raki.
They are drawing something with their high-pitch voice.
Loneliness can always find a shelter, I say.
You reach and kiss my trembling lips.
Love in the heart of men who grow up silently
beats ferociously wherever it falls.
To utter elegance with the taste of rust in one’s mouth
is a ridiculous sincerity, late and meek.
You kiss the sedimentary of a wrong life whenever you kiss me.
Love is one’s only chance against time.
It can find its mirrors among innumerable doors and walls.
Do you know what you kiss when you kiss me?
In an evening everybody becomes pitch-black
you kiss the seven-colored sky with its stars.
You, with the light of a mother in your eyes
kiss a colossal child who was born out of pallidity.
Şükrü Erbaş (1953)
Translated to English by Ali Rıza Arıcan. (30.12.2009)
Sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen
Herkesin perde perde çekildiği bir akşam
Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun
Ağzında eriklerin aceleci tadı
Elleri bulut, gözleri ot bürümüş ekin tarlası
Bir çocuğun düşlerine inen tokadı öpüyorsun.
Yağmur her zaman gökkuşağını getirmiyor
Aralık kapılarda bekleyişin çarpıntısı
Bir kadının eksildikçe ömrüme eklenen
Uzun gecelerini, solgun gövdesini öpüyorsun.
Uzak dağ köylerine vuran ay ışığı
Kerpiçlerden saraylar kuruyor yoksulluğa
Ne suların ibrişimi ne gökyüzü ne rüzgâr
Sen bende gittikçe kararan bir halkı öpüyorsun.
Sakarya Caddesi'nde sarhoşlar
Rakıyla buğulanmış kaldırımlarına gecenin
Yüksek sesle bir şeyler çiziyorlar.
Yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorum
Uzanıp dudağımdaki titremeyi öpüyorsun.
Örseler acıyla düştüğü yeri
Susarak büyüyen adamların sevgisi.
Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek
Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik
Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun.
İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk
Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını.
Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun
Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam
Yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorsun.
Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla
Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun.
Şükrü Erbaş (1953)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder