İyi ki getirmişim bu kalın battaniyeyi yanımda. Ne kadar da soğuk oluyormuş geceleri böyle. Dün gece babamın evinde uyurken soğuğu hiç hissetmemiştim oysa. Fadime’nin fırın gibi ısı yayan tonton vücudundan olsa gerek, başka ne olacak! İçinde soba taşıyan bir ejder gibidir Fadime, her nefesiyle ailenin başka bir ferdini ısıtır, hayata döndürür, ona sadece sevildiğini değil aynı zamanda korunduğunu hissettirir. Ama bu gece başka, bu gece ne Fadime var, ne Elena ne de ondan öncekiler… Yumurta deliğe dayandı Ahmet Efendi, geri dönüşü olmayan yola girdin artık. Bundan sonrası hep karanlık, vıcık vıcık bir çamur yığını ve iğrenç bir çürük kokusu… Şu silahı şuraya koyayım da gözüm takılmasın ikide bir. Cepte de taşınmıyor baş belası şey, ne ağırmış deyyus. Filmlerde tüy gibi hafif görünüyor oysa, hoş filmlerde her şey olduğundan ya daha hafif ya da daha ağır gösterilir. Geniş zamana yayılınca hafifleyen ağırlıkları dar zamanlara sıkıştırınca mecburen yoğunlaştırıyorlar demek! Neyse, boş işler bunlar, boş laflar, Burhan’la son zamanlarda çok vakit geçirdiğimden olsa gerek dilim de değişti. Velette şeytan tüyü var. Gittiği yolu tasvip etmedikçe ondan hasbel kader kaptıklarım benimle daha çabuk bütünleşiyorlar. İnsan sevmediğinden, ilgi duymadığından, sırtını döndüğünden daha çok şey öğreniyor hayat hakkında. Ne tuhaf değil mi? Ah bu yaman çelişkiler, ah bu bitmeyen dersler. İşin sonuna geldim hâlâ nelerle uğraşıyor zihnim. Bir de bu soğuk olmasa, o zaman böyle daireler çizip aynı çukurun içinde debelenmek yerine güneşe doğru tırmanabileceğim belki.
Yalnızlık üşütüyor beni en çok, yolun sonuna
gelmiş olma duygusu, artık kimsenin sana yardım demeyeceği düşüncesine tüm
kalbimle inanmış olmak. Düşen bir uçaktaysan eğer ha dünyanın en zengin iş
adamı olmuşsun ha en çulsuz dilencisi… Fark eden bir şey olmaz. Kimse yardım
edemez sana, korkunç ve amansız bir yalnızlığın içindesindir; o anda yiyen,
içen, sıçan, osuran, uyuyan, esneyen, hapşıran, öksüren bir insan olursun
tekrar. Anadan üryan çırılçıplak bir varlıksındır artık, etrafındaki
dalkavukların üzerine giydirdiği tüm o giysilerden sıyrılmış, doğduğun günün
gerçekçiliğiyle Hakk’a yürümeye başlamışsındır. Bu kadarını ben bile şu kıt
aklımla, şu ortaokuldan sonrasını görmemiş beynimle çözebiliyorum. Ölümü
anlamak için ne Sadık gibi hayvan kesmek ne de Selim gibi mürekkep yalamak
gerekiyor! Hele Derya gibi sabah akşam mağdur edebiyatı okumak da yetmiyor
ölümün gerçeğini anlamaya. Ama soğuk başka, ete batırılan toplu iğne gibi dikkatimi
dağıtıyor, aklımı dumura uğratıyor, adam gibi düşünmemi engelliyor.