Tüneli de geçtik, akşam yemeği için nerede mola vereceğiz
acaba? Ben çok acıkmadım ama Ayşegül acıkmıştır. Öğlen yemeği de yememişti,
telefonda sağa sola babamın vefat haberini vermekten vakit bulamamıştı. “Hava
kararsın öyle duralım” demişti şoför ilk sorduğumda. “Akşam namazını da
halletmiş oluruz, bir de onun için durmayız.” Tecrübe böyle bir şey işte, senin
aklının ucundan bile geçmeyen ayrıntılar işin ustasının aklında yerlerinden
milim oynamayan taşlar gibi sabitlenmişler. Çırağın ustasına saygı duymasının
nedeni de tam olarak budur. Böyle bildik biz yıllarca, böyle talim ettik
ustamızın yanında, sevmesek de istemesek de yaptık denileni. Bizim dükkândaki
yeni çocuğa da anlatabilsem keşke bunları. Aklı bir karış havada çocuğun, her
gün kasaplık mesleğini yeniden keşfetmekle meşgul. Bıçağı tutmayı bile
öğretemedim üç ayda, hâlâ “Ama usta, bu şekilde daha rahat” diyor. Benim de
aynı yollardan geçmiş olduğumu, aynı hataları yaptığımı ve tek dileğimin onun
zaman kaybetmeden bazı kısa yolları öğrenmesi olduğunu kabullenemiyor. Gururuna
mı yediremiyor nedir! Demişti İbrahim Hoca, üniversite mezunundan kasap çırağı
mı olur diye. Sonra da eklemişti, “Usta-çırak ilişkisi şeyh-mürit ilişkisi
gibidir. İmtihanlara dayanabilmesi için çırağın ustaya itaati, ustanın çırağa
itimadı elzemdir.” Ne yapayım, almayacaktım ama vicdanım dayanamadı. Çocuk işsiz, “iki yıldır atama bekliyorum”
diyor. “En azından beklerken biraz para girer cebime” diye de ekliyor mahzun
mahzun bakarak. Mesleği geçici gördüğü için belki de bu cebelleşme. Çok
düşünmeyeceksin bu işte, bisiklet sürüyorken pedalları çeviren ayaklara
bakmamak gibi ya da ne bileyim yerleri süpürürken dükkânın en dip köşesinden
başlamak gibi… Yok ama, zorlanıyor, beceremiyor yani. Sonradan fark ettim,
yaşken eğilmemiş ağacı büyüyünce eğmeye kalkınca kırılıyor hemen, ağır hasara
uğruyor ağaç. Sadece ağaç mı, çevresi de tarumar oluyor! Hayır, dünyanın neresinde
görülmüş böyle zahmetli bir usta-çırak ilişkisi? Yapmasını istediğim her şey
için, hiç gereği olmadığı halde nedenini, nasılını, ilerisini, gerisini izah
etmem gerekiyor. Yap işte, ustam öyle istiyor de ve yap. Ne kadar zor olabilir
ki en basit emirleri yerine getirirken sorgulamamak, vardır bir hikmeti deyip
tüm kalbinle işin içine dalmak ve ihlasla çalışıp en mükemmel sonucu elde edene
kadar ülfete teslim olmamak, tekamül etmek yani, kendine galip gelerek ve
nefsini aşarak…
Otobüsün içi karanlık, bizim köyden olup İstanbul’da
yaşayan ve rahmetli babamı tanıyan kim varsa bindirdik arabaya. Gençler pek
tanımıyorlar yaşlıları, o yüzden yolcuların büyük bir çoğunluğu işi gücü
olmayan emekli takımı. Hiçbirinin de acelesi yok. Derya boşuna dertleniyor
Selim hakkında. Ne olursa olsun, babamızdır, atamızdır, Allah’ın nazarında
çocukları olarak mesuliyetimiz vardır kendisine karşı. Selim gelmeden olur mu
hiç? Ne yapsın çocuk, Hızır Aleyhisselam mı ki ışınlansın buraya! Eldeki
imkânları sonuna kadar zorlayıp babasının cenazesine katılacaktır muhakkak. O
köye varana kadar da bekleteceğiz babamızı. Köy camisinin morgu yokmuş. Olsun,
ilçedeki morgda tutarız. Hem Dutluklar köyünün morgu var diye biliyorum. Oraya
da götürebiliriz, daha yakın olur. İsteyince çözüm bulunuyor, yeter ki Allah’ın
rızası olsun yaptığımız işte.
Devamı yayımlanacak romanda... (Bölümler bir hafta boyunca sayfada kalıyor, sonrasında başlangıçtan birkaç paragraf dışındaki kısımlar siliniyor.)