Ali Rıza Arıcan'la 'Motosiklet Üzerinde Aşk' (2009) kitabı üstüne (Ulaş Başar) Gezgin söyleşisi...
ubg 1) 2007’de Pasifik Öyküleri kitabınız yayınlandı, 2009’da ise Vietnam öyküleriniz. Pasifik Öyküleri kitabınızın Tayland ağırlıklı olduğu görülüyor. 2007’den bu yana öykücülüğünüzde sizce ne değişti?
Öncelikle değişim üzerine değinmek gerek sanırım. Herakleitos’un klasik sorusu, bir nehirde iki defa yıkanamayız çünkü ne nehir eski bildiğimiz nehirdir ne de biz aynı kişiyizdir. Dolayısıyla aynılık, zaman içerisinde ele alındığında kendi başına çelişki içeren bir kavramdır. Değişmemek ya da değişmedim demek insanın kendisini inkar etmesinden başka bir şey olamaz.
Ben öykü yazmaya başladığımda öykünün ne olduğunu bilmeyen birisiydim. O güne kadar birkaç öykü kitabı ya okumuştum ya da okumamıştım.Yazdıklarım daha çok yaşadıklarımın bir yansımasından ibaretti. Bu Saat öyküsünde görmek mümkün. Zamanla işin teknik yanını kapmaya başladım. Detaylara önem vermeyi, cümleleri dikkatli kurmayı, karakterleri doğru seçmeyi öğrendim. Bu zaman alan bir iş ve titizlik gerektiriyor. Çünkü kurgu ürünü bir eser yazmak demek olmayan bir şeyi, örneğin tek girişi ve tek çıkışı olan bir labirenti kurmak demektir. Benim için son öykülerimin ilk öykülerimden en büyük farkı bu öğrenme süreciyle ilgili. Öğrendikçe karmaşıklaşıyor kurgunun yapısı. Bunu okuyucu sıkmadan verebilmek, ‘Ben zeki bir yazarım.’ noktasına getirmeden verilmesi gereken mesajı okuyucuya iletmek de ayrı bir uğraşı. Son öykülerimde sokakların, motorsikletlerin, bisikletlerin, insanların ayrı yerleri var çünkü Vietnam’da yaşayıp da sokakların kendisine has kokusundan, gürültüsünden, karmaşasından etkilenmemek olanaksız bir şey. Bundan sonraki eserlerimde de hayatı daha çok kucaklayan, felsefi sorulardan uzak, insanın günlük iç çatışmalarını yansıtan, küçük oynayıp büyük sorular sorduran kurgular üzerine düşünmek istiyorum.
ubg2) Son kitabınızda aşk öyküleri göze çarpıyor. Sizce aşk evrensel midir?
Acılara karşı bağışıklık geliştirmek kolaydır. Aynı şeyleri zevkler için yapmak zordur. Aşk her insanın, fakir ya da zengin, güzel ya da çirkin, uzun ya da kısa, herkesin az çok, uzundan yanından faydalandığı bir zevktir. Dolayısıyla ondan sözetmek sıradan ve kolaydır. Aşk güzel olduğu için içine girdiği öyküyü de güzelleştirir. Yalnız klişelerden uzak kalmak, tekrarlardan kaçınmak kaydıyla. Yoksa her ne kadar güzel olursa olsun Leyla ile Mecnun’u otuz defa okumak sıkar insanı. Banallıkları aşmak için yaşamak lazım. Yaşadıkça anlamak, anladıkça daha çok sevmek... Aşk evrensel midir? Evet! İnsan insana muhtaçtır, sevmeye ve sevilmeye muhtaçtır. Ben sevilmeye muhtaç değilim diyen birisini gördünüz mü hiç?
ubg3) Öykü düşüncelerinizi nasıl buluyorsunuz? Sokakta mı? Kütüphanede mi? İşte mi?
Hem hepsi, hem hiçbiri... Kimi öyküler bir çay sohbetinin ardından takılır peşime (Kısır), kimisi yorucu bir işgününün ardından (Sivrisinek ya da saat). Bazıları rüyalardan çıkarlar (Ziyaretçi), bazıları bilimsel bir makaleden (Bisiklet –İngilizce yazıldı-), bazıları da Kundera’nın Tereza’sı gibi karın gurultusundan (Kalanlar da bu gruba giriyor). Önemli olan bir not defterini sürekli yakında bulundurmak ve akla gelen kırıntıları unutmadan yazıya dökmektir. Bir süre sonra notlar o kadar birikir ki onları uygun bir kurgu ile birleştirip öyküye dönüştürmemek ahmaklık olur. Bu biraz düzlem üzerine 5-10 nokta çiziktirdikten sonra onların anlamlı bir şekil oluşturduklarını söylemek gibi bir şeydir. Kurgunun planı iyi yapılırsa noktaların aslında keyfi olduklarını kimse anlayamaz. Hem zaten hayatımız da bu tür keyfi noktaların birleşmesinden ibaret değil midir? Ortaya çıkan resim ne olursa olsun adını hayat koyacağız çünkü hayatın dışı yok, tıpkı evrenin dışının olmaması gibi.
ubg4) Sizce yurtdışında Türkçe yazmanın zorlukları neler?
İnsanın kendi diline yabancılaşacağını on sene önce söyleseler inanmazdım ama kullanmadıkça her şey eskiyor, paslanıyor, keskinliğini yitiriyor. En büyük sorunum doğal olarak Türkçe yazılan yeni eserlere ulaşamamak. Dergileri –internet dergileri hariç- takip edememek de başka bir dezavantaj. Ama bunun yanında işin iyi yanı da var. Burada yazdıklarım Türkiye’de yaşayan bir okur için farklı olacaktır. Çünkü farklı bir dünyayı, farklı bir coğrafyayı betimliyorum. Buradan yola çıkarak okura aşkın, acının, merhametin, kahramanlığın, can sıkıntısının ve yalnızlığın evrensilliğine dair sorular sordurabiliyorsam işimi yapmışımdır demektir. Sonuçta yazma konusunda zorluk çektiğimi söyleyemem. Hatta mecburi yalnızlığın getirdiği zamanla daha çok yazabiliyor insan. Yeter ki istesin…
ubg5) Bir matematikçi olarak, matematik ile yazın ilişkisi üstüne ne düşünüyorsunuz?
Bence ikisi arasında ciddi bir uyum var. Her ikisi de doğruyu ve güzeli hedefliyor. Pek çok insan matematikle güzeli yanyana koymakta zorlanabilir ama benim için Euler denklemini çerçeveleyip, matematiğin beş önemli rakamını uyum içinde gösteren bu denklemi oturma odamın duvarına asmak ile Da Vinci’nin Mona Lisa’sını asmak arasında pek fark yoktur. Güzellik göreceli değildir, bilgiye dayanır. İnsan bildiğini anlar, anladığını takdir eder, takdir ettiğini sever. Yazmak sonuçta planlı yapılan bir iştir. Bir amacı vardır ve çoğu zaman bir soruna parmak basmak, okura o sorunu yaşatmak yazarın en büyük ülküsüdür. Aynı şey Matematik için de söylenebilir. Bir soruyu çözmek için plan yapmak gerekir. Plan yaptıktan sonra onu uygulamaya koymak ve adım adım sona yaklaşmak gerekir. Sonuca ulaşıldığında da geriye dönüp, çözümü kısaltmak, cilalamak, güzelleştirmek gerekir. Bu noktadan bakınca öykü yazmak ile karmaşık bir matematik sorusunu çözüp öğrencinin anlayacağı berraklıkta çözümü ona iletmek aynı şeylermiş gibi görünüyor. Yalnız, doğal olarak öykü yazarken insanın çok daha geniş bir seçenek yelpazesi oluyor. Bu da bir matematikçinin yazması için sahip olabileceği iyi bir neden. Kuralların olmadığı bir yerde at sürmek, sınırların rahatlıkla aşılabildiği çayırlarda gezinmek bir çeşit özgürlük duygusu veriyor insana.
ubg6) Asya’da yaşayan bir yazar olarak Asyalı yazarları izliyor musunuz? Asyalı yazarlardan kimleri okuyorsunuz?
Daha çok Hindistanlı, Japonyalı ve Çinli yazarları okuyorum çünkü bu ülkelerin edebiyatlarını İngilizcede bulmak kolay. İsim vermem zor ama Rohinton Mistry’nin ‘A Fine Balance’ı, Salman Rushdie’nin ‘Midnight Children’ı, Ha Jin’in ‘Waiting’i ve Murakami’nin ‘The Wind-up Bird Chronicle’ı bende etkilerini bırakmış kitaplardır diyebilirim.
ubg7) 6 yıl Tayland’da öğretmenlik yaptıktan sonra, bu, Vietnam’da dördüncü yılınız. Sizce iki ülke benziyor mu? Hangi noktalarda farklılaşıyorlar?
Tayland, Budacılığın güçlü bir biçimde şekillendirdiği bir ülke. Vietnam’da insanların üzerinde dinin etkisini görmek pek kolay değil. Bunun yanında ekonomik ve tarihi farklılıklardan dolayı iki ülkenin aynı Asya kıtasında bulunduklarını söylemek bile şaşırtıyor beni kimi zaman. İnsanların vurdumduymazlıkları ortak bir tavır olarak görülebilir ama bunun da ekonomik sıkıntılarla ya da iklimle yakından ilgisi olduğunu düşünüyorum.
Buraya ilk geldiğimde Tayland’a dönmek bana büyük bir haz veriyordu. Yıllar geçtikçe Tayland’a dönmek o eski cazibesini kaybetti. Sonuçta eşim Taylandlı ve Tay yemeklerini hala eskisi gibi severek yiyorum. Ama bir süre kaldıktan sonra ister istemez Vietnam’a da ısınıyor insan. Şimdi Tayland’a kısa bir ziyaret için gittiğimde Vietnam’I, buradaki düzenimi özlüyorum.
ubg8) Siz bir matematikçisiniz. Öyleyse şu diziye bakın:
2000 Tayland, 2006 Vietnam, 2012 ?
Soru işaretli yere ne gelecek?
a) Soru işareti olarak kalacak.
b) Başa dönecek.
c) Ünleme ya da noktaya dönüşecek.
d) Aslında orada soru işareti yok; soru işaretini soru işareti yapan, bizim ona bir anlam veremememizdir.
e) Doğru yanıt yok.
Şimdilik soru işareti olarak kalsın. 2012’ye geldiğimizde düşünürüz… Belki başka bir Asya ülkesi olur belki de Vietnam’a devam ederim…
ubg9) Yeni kitabınızdan sonra düşündüğünüz çalışmalar var mı? Çalışma masanızın çekmecelerinde neler var?
Üzerinde çalıştığım Tayland eksenli bir roman var. Gerçi İngilizce yazdığım öyküler dolayısıyla uzun süredir bu romana el süremedim ama en geç 2010 sonunda bitirmeye niyetliyim. Bir de becerebilirsem yazdığım İngilizce öyküleri Vietnam’da bastırmayı düşünüyorum. Bu da 2010 gibi gerçekleşebilir…
ubg10) Genç yazar adaylarına neler önerirsiniz?
Sürekli yazmalarını, az da olsa her gün, biraz biraz yazmalarını…
Ayrıca sürekli okumalarını ve okuduklarından/gözlemlediklerinden notlar çıkarmalarını…
Ve tabii, başladıkları işi bitirmelerini…
Bu sonuncusu olmayınca yazmanın da pek bir anlamı kalmıyor…
defterin notu: Ulaş Başar Gezgin'in ağ bağlantısı;
http://ulas.teori.org/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder