Gazete Duvar'dan yazı istemişlerdi. Ben de iki haftada bir yazabilirim demiştim. Bu ilk yazı oldu. Bundan sonra iki haftada bir yazacağım ve yazı gazeteduvar.com.tr sayfasında yayımlandıktan bir gün sonra burada da olacak.
ÇANCO'DA BAHAR
ÇANCO'DA BAHAR
Çanco’ya bahar geldi; gökyüzü her zamankinden daha cömert,
ağaçlar adı konulmamış çılgınlıklar peşinde, güneş önüne çıkan bulutları mağlup
etmiş olmanın gururuyla göğsünü gere gere gülümsüyor müzmin evlatlarına. Diş
ağrısı gibi geçmek bilmeyen uzun kış gecelerini, kükürt ve karbondioksit kokularının
eşiklerde beklediği sabahları, tam kurumamış çamaşırların yarattığı o baygın
kokuların çökerttiği ruh dünyalarını, elektrik kesintisi gibi bir anda
üzerimize çullanan akşam karanlıklarını geride bıraktık. Ne uzak semtlerin
ışıkları gibi bakıyor insanlar artık ne de kapı aralığından misafiri gözetleyen
utangaç çocuklar gibi. Hayatın kendisini yineleyen gücü, çok bilinmeyenli o
muhteşem denklem, en katı kurallarla bile dizginlenemeyen delişmenlik, bet
sesli saksağanların seslerine karışan davetkâr kedilerin miyavlamaları, kış
boyunca açık kalıp da cemrenin düşüşüyle kapanmaya başlayan umarsız cılk
yaralar, ne’idüğü belirsiz tıngırtıların insanın damarına aşıladığı fiyakalı heyecanlar,
dedikodu kumkumalarından arta kalan serin ve taze fidanlar, sevilmekten
yorulmaya hazır hale gelmiş genç âşıklar ve onların nadasa bırakılmış tül gibi
ince yürekleri… Yağıyorlar üzerimize bulutsuzluk özleminin bir yanıtı olarak.
Evet, Çanco’ya da bahar geldi, tıpkı Çin’in daha soğuk
bölgelerine geldiği gibi. Her görüşmede ilk defa karşılaşılıyormuşuz gibi tepki
verdiğimiz –bu tepkiyi verme hakkına sahip olduğumuzu sandığımız- ve ister
istemez bizlere “Bu güzelliği hak etmek için ne yaptım ben?” dedirten bir
dilber gibi geçti kapımızın eşiğinden. İnsan, her şeyden önce önündeki ve
ardındaki baharları saymalı. Kaç bahar gördüm bugüne kadar ve kaç bahar daha
göreceğim? Öyle ya, insanın ölümlü bir varlık olduğuna en çok hayıflanacağı
mevsimdir bahar. Doğanın silkinmesi, kendisine gelmesi, yol boyunca sağlı sollu
dizilmiş dev iskeletleri andıran ağaçların yeşillenip tomurcuğa vurması, insanı
mutsuz olmaya utandıracak harikaların gözün değdiği her yerde deli fışkınlar
halinde boy atması ve var olma kusurlarımızın üzerlerini örtmesi. Budur bahar,
dirilişten ziyade daha önce hiç başlamamış gibi başlamanın hakkını verebilmektir,
çizginin berisine ayakucunu bir kere daha değdirmektir. Beklemektir kimseler
beklemiyorken, döngüye girmiş bir düzeneğin bozulup yeni döngüler arayışına
çıkmasıdır. Çiçeklerin güneşin parlaklığına şaşırıp, yüzlerini hangi yöne
döneceklerine bir türlü karar verememeleridir.
Evet, Çanco’ya da bahar geldi. Gelirmiş yani, öğrenmiş
olduk. Kışın sevimsizliğinden kurtulmaktan şikâyet edemeyiz elbette ama,
baharın bir tereddüt mevsimi olduğu kaçınılmaz bir gerçektir, özü varlığın
önüne koyan acemi yaşam uzmanları için. Sokaklara, caddelere taşan bu
kalabalıkların kafasında hep aynı soru işaretleri vardır. “Ya öğleden sonra hava
serinlerse, ya akşama sert eserse rüzgâr, ya şu uzaktaki boz bulut yağmur
getirirse gölge yerine…” Tereddüt dinç tutar zihni, bilinci alışkanlıklardan
korur, tembellikler girmesin diye kapıda bekleyen muhafız olur. Kırık piyano
tuşlarını andıran kaldırımlarda salına salına yürürken, arkadan sessiz katil gibi
yaklaşan e-bisikletlerin varlığını unutmazsınız bu aylarda. Teninizi sabahları
ısıran, öğlenleri yakan, akşamları ise acıtan havanın dilini anlar ve saygı
duyarsınız doğanın sözünün eri oluşuna. Caddelerde yağ gibi akan araç ve insan
seline bakar, parklarda koşuşturan çocukların cıvıltılarına kulak verir,
bekçilerin ısrarlı –kimi zaman gülünç ve sıradan- düdüklerini ihmal eder ve en
çok da küs haritalarının ağır ağır yok olmaya başladıklarını gözlemlerseniz.
Bir balyoz gibi iner kışın kuyruğuna ağaçları süsleyen efsuni kokular, aydınlık
bir gölge gibi ışıtır evlerin arka odalarına gulyabani gibi çöken
yalnızlıkların üzerini, dirilişin bir adının da direnmek olduğunu
anımsatırcasına hareketi tembihler ergen ve acemi zihinlere. Tepemizden
süzülerek geçen bulutun gölgesi daha az sarsar içimizdeki o hassas dengeyi bu
mevsimde. Hayat sunar kendisini, tıpkı
bir tepside sunulan düğün hediyeleri gibi, geri çevrilmeyeceğini umarak.
Evet, bahar geldi Çanco’ya. Nan Da Jie insan kaynıyor
gündüzün en ışıklı saatlerinde. Yan Ling yolu, metro inşaatına rağmen kıpır
kıpır günün her vaktinde. Kırmızı Erik Parkı’nda ağaçlar gelinlik giymiş genç
kızlar gibi dans ediyorlar tiril tiril. Parklar daha önce börtü böcük görmemiş
çocukların avuçlarında daha hızlı yeşeriyor, daha çabuk dönüyor yüzünü insana. Çıplak
ayakla çimlerin üzerinde yürüyen çocukların parmaklarının arasını gıdıklayan
nemli otlardır bize müjdelenen, sevgilinin kirpiklerinin gölgesinden çıkıp
ağaçların gövdelerine vurulmaktır belki de.
“Doğa uysal değildir ama uysal görünmeyi sever. Bu yüzden sessizliği
intikam planlarıyla doludur.” diyen küskün yazardır bahar, elindeki küçücük
kurşun kalemle sarkacın en yavaş olduğu anda kentin ruhunu resmetmeye çalışan
fiyakalı şairdir kimi zaman.
Bahar geldi ya Çanco’ya, kış istenmeyen misafir gibi bu
derece bıktırmışken bizleri, nasıl olur da uyandırmaz tene değen güneşin ılık
nefesi içimizdeki baygın közleri? Renk cümbüşlerinden insanların kahkahalarına;
köpek havlamalarından arabaların sessiz kararsızlıklarına kadar sızacaktır
havadaki değişim insanın bedenine. Dışarıdan içeriye giren cevher, içerinin
dışarıya doğru açılmasına ön ayak olacaktır. Ayılacaktır kimi ölgün duygular
meltemlerin ıslıklarıyla, uyarılıp ayaklanacaktır kimi arzular sirenlerin
şarkılarına kanan gemiciler gibi. Ve düşecektir insan bahara; yolculuğa ve aşka
düşer gibi. Öpüldükçe kapanan yaralar baharın mümkün kıldığı bahçelerde
kuruyup, dökülecektir yeryüzünün uçsuz bucaksız zeminine.
Çanco’ya bahar hoş geldi, evet! Yeni başlangıçların sözünü
vererek girdi kanımıza, ılıttı yüreğimizi. “Bu da böyle bir başlangıç olsun”
dedi, kendisini ele vererek, kendi üzerine kapanarak. Ardından da ekledi,
sonsözü başkasına bırakmayacağını herkese kanıtlamak istercesine, “Gerisi gelecektir elbet!”
25
Nisan 2017 – Çanco, Çin