Bu Blogda Ara

14 Mayıs 2014

Soma: Gözlerim Nemli Değil, Gözlerim Namlu Bu Sabah

Yine işçiler, yine ölümler, yine dışarıda bekleşen analar, babalar, çocuklar, eşler... Yerin yüzlerce metre altında kazmaların taşa vurduğu yerden kıvılcımlara bulanmış ekmeğini çıkaran çaresiz insanların, kömür karası yüzlerini yıkayan ak gözyaşları. Yine pişkinlikte sınır tanımayan hükümet açıklamaları, yine sosyal medyada yaşanan bilgi kirliliği, kutuplaşma, yas gününde bile birlik olamayan bir milletin acınacak durumu.  En son açıklamaya göre166 işçi hayatını yitirmiş. Yüzlercesi daha içeride, yaşıyorlar mı bilen yok. 166 can demek 166 ocağa düşen ateş demek, bir kasabayı yakıp kül edecek büyüklükte yangın demek. Güney Kore’de iki hafta önce gerçekleşen feribot kazasında gencecik lise öğrencileri hayatlarını yitirince başbakan istifa etmişti. Dememişti “Bu kaderdir” ya da “Bizim bir kusurumuz yok.” Bizdeki sorumluların ya da sorumlulara sorumluluk verenlerin böylesi bir onurluluk sergileyeceklerine kargalar bile gülerler. Eskiler “Kurb-us sultan, ataş-ı suzan” demişler. Sultana yaklaştıkça yanma tehliken artar. Yükseldikçe güçten başın dönmesi vardır, bir de onu dengeleyen gördüklerinden ve tanık olduklarından sorumlu olma durumu vardır.  Sorumluluk duygusu olmayana iş emanet edilmez, hele insan hiç emanet edilmez.

Şunu peşinen yazayım. Hükümetin gevşek açıklamaları ne kadar sinir bozucuysa durumdan siyasi rant sağlamak adına suiistimal yarışına girenler de bir o kadar rahatsız edici. Daha madenin derinliklerinde işçiler kurtarılmayı beklerken, durumdan istifade edip hükümet devirmeye çalışmak yanlıştır. Ülkenin farklı yerlerinde doğrudan hükümete karşı girişilecek olan gösteriler, kutuplaşmayı körükleyecek girişimler olacaktır ve yanlış yönlere rahatlıkla çekilebilecekleri için bu tür girişimlere yol vermemek gerekir. En azından karanlığa hapsolmuş son işçiye ulaşılıncaya kadar sakin olmak, kurtarma çalışmalarına mümkünse fiilen, mümkün değilse başka yollardan katkıda bulunmak gerekir. Hükümet masum değildir, hiçbir zaman da masum olmadı. Bu faciadan da masum taklidi yaparak çıkamayacak. Yine de duygusal davranıp, asıl hedefi ıskalayarak yapılacak her türlü saldırının kamunun vicdanında yara açacağını düşünüyorum. Madenin dışında bekleşen ailelerin halet-i ruhiyeleri göz önüne alınıp, ona göre davranılmalıdır. Kayıp en çok onların kaybıdır, ateş en önce onların evine düşmüştür. Sağduyu ve vicdan, yakınlarını kaybeden ailelere saygı duymayı, onların acılarını paylaşmayı gerektirir.

Olayın sorumlusunun kim olduğu bellidir. Madenin sahibiyle iki yıl önce yapılan röportaj tekrar yayınlandı birkaç saat önce. Madenin giderlerini yüzde seksen oranında azaltmakla övünen bir patron karşımızdaki. Önce yanlış okudum sandım. Hayır, hayır, yüzde yirmi kısıntı yapıp, giderleri yüzde seksene indirmemiş. 100 TL olan gideri 20 TL yapmış, yani her 100TL giderden 80 TL fazladan kâr sağlamış. Vicdan sahibi bir insanın bu hesapta bir yamukluk olduğunu matematik veya ekonomi bilgisi olmasa bile anlayacağına eminim. Kazanılan yüzde seksenlik tasarrufla Maslak’ta plaza dikmiş maden firması. Peki ya işçilerin maaşları, peki ya madendeki güvenlik önlemleri? Onlardan da kısmış mı? Madencilik konusunda daha önce çalışmalar yapmış avukat bir arkadaşım önceden yayınlanmış raporları okumuş. “Facia” diyor. Gazetecilerin madende kaza sırasında kaç işçinin çalıştığı sorusuna işletme müdürlüğünden “Net olarak bilemiyoruz” gibi fırıldak bir yanıt gelmiş. Ayıp be kardeşim, işçinin gömleğinden kırptığınız kumaşın yüzde kaç tasarruf sağladığını biliyorsunuz ama aşağıya kaç işçi gönderdiğinizi bilmiyorsunuz. Bu mu sizin yanan yüreğiniz? Bu mu sizin insan hayatına önem veren, özelleştirilince değeri artan firmanız?

Olayın ikinci sorumlusu doğal olarak hükümettir çünkü madenleri özelleştirip, yeni sahiplerin kâr marjinleri artsın diye giderlerden kısıntı yapmalarına izin veren, teftişlerde yeteri kadar sıkı olmayan, kendi adamlarını kayırma ve kollama konusunda kurnazlığın âlâsını yapan; adından başka hiçbir yanı ak olmayan bu hükümettir. İnsanların, özellikle sosyal medya üzerinden yaptıkları şiddetli saldırıları haklı çıkaracak tek bir gerekçe sayılabilir.  O da hükümetin bugüne kadar bir kere bile halkından özür dilememiş, bir kere bile hata yaptığını kabul etmemiş, bir kere bile hak hukuk talep eden vatandaşına ona hakkını talep eden vatandaş olduğunu hissettirmemiş olmasıdır. 

Kentin merkezindeki üç beş ağacı kestirmek istemeyenlerin üzerine bomba olup yağmadı mı bu hükümet? Döve döve öldürdükleri gençlerin arkasından miting meydanlarında “Emri kim verdi diye soruyorlar. Emri ben verdim. Ben” diye işlediği cinayeti gururla anlatan bu başbakan değil miydi? Gaz bombasından kaçıp camiye sığınanlar hakkında akla hayale gelmeyecek yalanlar uyduran bu hükümetin bakanları değil miydi? O camide mesleki yemininin gereğince yaralıları tedavi eden hekimleri mahkemelik eden yine bu hükümet değil miydi? Sırf bizim de bir mağdurumuz olsun diye Kabataş masalını uyduran AK Partinin apak yetkilileri değil miydi? Evlerinde içi milyonlarca avro dolu kasalarla yakalanan bakan çocuklarını aklamak için savcıları suçlayan, polisi suçlayan, hâkimi suçlayan, istihbaratı suçlayan ama asla ve asla kendi elemanlarına toz kondurmayan bu hükümetin başbakanı değil miydi? Bir yılan hikâyesine dönüşmüş lüks saat hikâyesinde yalanlandıkça batan ama her seferinde yeni yalanlarla yağ gibi üste çıkan bu hükümetin bakanı değil miydi? Yargıya paralel, polise terörist, eylemciye ateist diyen ve kendisi gibi düşünmeyen herkesi ülke düşmanı ilan eden bu zihniyetin savunucusu olan hükümetin hepsi birbirinden meczup bu milletvekilleri değil miydi?

 Bütün bunlar gün ışığı gibi ortadayken kim nasıl güvensin bu hükümetin Soma’daki cinayeti çözeceğine, nasıl inansın anaların yüreğini yakan o kâr marjini geniş patronların cezalandırılacağına? Adaletin, polisin, askerin, siyasetin içini oya oya çürük birer elmaya dönüştürdüler. Şimdi halktan bu elmayı ısırmalarını istiyorlar.  Isırmayacağız tabii ki! Isırmayacağız ve hesap soracağız kendi yöntemimizle. “Zalimin kılıcı varsa mazlumun Allah’ı vardır.” der Anadolu halkı. Aynı Anadolu halkı Allah’ın bir adının “Adil” olduğunu da bilir, bir başka adının “Hak” olduğunu bilir. 

Salon entelektüelliği yapıp işin kolayına kaçacak değilim. Bu sabah dörtte uyandım, iki saat boyunca, normalde yataktan kalkma saatim olan altıya kadar haberleri okudum. Birkaç haber paylaştım facebook’ta ama sonra kendimi samimiyetsiz buldum, sildim hepsini. Hayatında tek bir işçinin bile elini sıkmamış, bir kere bile madene girmemiş, bir gün bile ekmeğini terinden çıkarmamış bir insan olarak utandım kendimden. En son tek bir cümle bıraktım facebook’a. Yıllar öncesinden kalma bir şiirden mülhem, tek bir cümle. İçimdeki yası anlatan, aynı zamanda bu yasın salt bir üzüntü değil de bir kinin, bir tepkinin habercisi olduğunu belli eden tek bir cümle…

Alirıza Arıcan – 09:25 a.m., 14.05.2014 – Çanco, Çin


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder