Bu Blogda Ara

03 Ekim 2018

3. Bölüm: Sadık Dost



Tüneli de geçtik, akşam yemeği için nerede mola vereceğiz acaba? Ben çok acıkmadım ama Ayşegül acıkmıştır. Öğlen yemeği de yememişti, telefonda sağa sola babamın vefat haberini vermekten vakit bulamamıştı. “Hava kararsın öyle duralım” demişti şoför ilk sorduğumda. “Akşam namazını da halletmiş oluruz, bir de onun için durmayız.” Tecrübe böyle bir şey işte, senin aklının ucundan bile geçmeyen ayrıntılar işin ustasının aklında yerlerinden milim oynamayan taşlar gibi sabitlenmişler. Çırağın ustasına saygı duymasının nedeni de tam olarak budur. Böyle bildik biz yıllarca, böyle talim ettik ustamızın yanında, sevmesek de istemesek de yaptık denileni. Bizim dükkândaki yeni çocuğa da anlatabilsem keşke bunları. Aklı bir karış havada çocuğun, her gün kasaplık mesleğini yeniden keşfetmekle meşgul. Bıçağı tutmayı bile öğretemedim üç ayda, hâlâ “Ama usta, bu şekilde daha rahat” diyor. Benim de aynı yollardan geçmiş olduğumu, aynı hataları yaptığımı ve tek dileğimin onun zaman kaybetmeden bazı kısa yolları öğrenmesi olduğunu kabullenemiyor. Gururuna mı yediremiyor nedir! Demişti İbrahim Hoca, üniversite mezunundan kasap çırağı mı olur diye. Sonra da eklemişti, “Usta-çırak ilişkisi şeyh-mürit ilişkisi gibidir. İmtihanlara dayanabilmesi için çırağın ustaya itaati, ustanın çırağa itimadı elzemdir.” Ne yapayım, almayacaktım ama vicdanım dayanamadı.  Çocuk işsiz, “iki yıldır atama bekliyorum” diyor. “En azından beklerken biraz para girer cebime” diye de ekliyor mahzun mahzun bakarak. Mesleği geçici gördüğü için belki de bu cebelleşme. Çok düşünmeyeceksin bu işte, bisiklet sürüyorken pedalları çeviren ayaklara bakmamak gibi ya da ne bileyim yerleri süpürürken dükkânın en dip köşesinden başlamak gibi… Yok ama, zorlanıyor, beceremiyor yani. Sonradan fark ettim, yaşken eğilmemiş ağacı büyüyünce eğmeye kalkınca kırılıyor hemen, ağır hasara uğruyor ağaç. Sadece ağaç mı, çevresi de tarumar oluyor! Hayır, dünyanın neresinde görülmüş böyle zahmetli bir usta-çırak ilişkisi? Yapmasını istediğim her şey için, hiç gereği olmadığı halde nedenini, nasılını, ilerisini, gerisini izah etmem gerekiyor. Yap işte, ustam öyle istiyor de ve yap. Ne kadar zor olabilir ki en basit emirleri yerine getirirken sorgulamamak, vardır bir hikmeti deyip tüm kalbinle işin içine dalmak ve ihlasla çalışıp en mükemmel sonucu elde edene kadar ülfete teslim olmamak, tekamül etmek yani, kendine galip gelerek ve nefsini aşarak…
Otobüsün içi karanlık, bizim köyden olup İstanbul’da yaşayan ve rahmetli babamı tanıyan kim varsa bindirdik arabaya. Gençler pek tanımıyorlar yaşlıları, o yüzden yolcuların büyük bir çoğunluğu işi gücü olmayan emekli takımı. Hiçbirinin de acelesi yok. Derya boşuna dertleniyor Selim hakkında. Ne olursa olsun, babamızdır, atamızdır, Allah’ın nazarında çocukları olarak mesuliyetimiz vardır kendisine karşı. Selim gelmeden olur mu hiç? Ne yapsın çocuk, Hızır Aleyhisselam mı ki ışınlansın buraya! Eldeki imkânları sonuna kadar zorlayıp babasının cenazesine katılacaktır muhakkak. O köye varana kadar da bekleteceğiz babamızı. Köy camisinin morgu yokmuş. Olsun, ilçedeki morgda tutarız. Hem Dutluklar köyünün morgu var diye biliyorum. Oraya da götürebiliriz, daha yakın olur. İsteyince çözüm bulunuyor, yeter ki Allah’ın rızası olsun yaptığımız işte.

Devamı yayımlanacak romanda... (Bölümler bir hafta boyunca sayfada kalıyor, sonrasında başlangıçtan birkaç paragraf dışındaki kısımlar siliniyor.)