Bu Blogda Ara

15 Kasım 2016

Puslu Kentin Mavisi: Modern Çin'den Öyküler

Uzun süredir yayımlanmasını beklediğim öykü kitabım nihayet raflardaki yerini buldu. Kitaptaki öykülerin hepsi 2013 - 2016 yılları arasında Çin'de yazıldı. Çin'de yazılıp da konusu Çin olmayan öyküler bu seçkiye alınmadı. 

Yaşadığım kent olan Çanco'yu (Changzhou) yazdım en çok; Çanco'nun sokaklarını, caddelerini, insanlarını, dilencilerini, temizlikçi kadınlarını, hayalperestlerini, kedilerini, kentin üzerine kasvetli bir bulut gibi bir anda çöküveren akşamlarını... Ve tabii ki her sanatçı gibi ben de elimden geldiğince yerelden yola çıkarak evrenseli, daha doğrusu insanı yakalamaya çalıştım. Ne kadar başarılı olduğumu okuyucular ve zaman belirleyecek... .

Kitabın kapağını ve kitaptan alıntıladığım birkaç paragrafı aşağıya geçiyorum. Umarım hak ettiği ilgiyi görür, okurlarını bulur. 

Kitap internetteki kitapçılardan edinebilir. Benim gördüklerim şunlar oldu. Diğerlerine de zamanla gelir sanıyorum:

D&R: http://www.dr.com.tr/Kitap/Puslu-Kentin-Mavisi/Ali-Riza-Arican/Edebiyat/Turk-Oyku/urunno=0000000727646

Idefix: http://www.idefix.com/Kitap/Puslu-Kentin-Mavisi/Ali-Riza-Arican/Edebiyat/Turk-Oyku/urunno=0000000727646 

Kitapyurdu (Tüm kitaplar): http://www.kitapyurdu.com/yazar/ali-riza-arican/40596.html

Ali Rıza Arıcan - 16.12.2016 


Kitabın ön ve arka kapağı

İÇİNDEKİLER


1. Denizi Özleyen Adam / 9
2. Baloncu / 26
3. Tutukluk / 36
4. Yağmurun Durmasını Bekleyen Adam / 47
5. Bir Seri Katilin Doğuşu / 71
6. Yüzük / 114
7. Çanco Kanatlarımın Altında / 131
8. Kaza / 180

* * * 

Azur bir acelecilik, ıslak bir arzu, sert bir iniş bekliyordu kendisini bugün, sezmişti bunu daha yataktan doğrulmadan. Çünkü denize gidecekti, ne pahasına olursa olsun. Rüyasında gördüğü yakamozlara kavuşacak, teninin üzerinde ıslık çalan meltemi tadacak, kulaçlarıyla suyun üzerinde anında kapanan yaralar açacak, ayaklarını suya sokup ancak ilk öpüşmede duyumsanabilen o berrak şelalede yunacak ve paklanacaktı. Akşam olunca sahilde oturacak, suyun üzerinde erimiş altın gibi kıpraşan ay kırıklarını izleyecekti. 

(Denizi Özleyen Adam adlı öyküden)

 * * *

Piayo dayanamayıp kızının gözlerini diktiği yöne çevirdi başını. Çevirmesiyle, şaşkınlığı bir kat arttı. Yüzlerce balon, birbirine bağlanmış halde, spiraller çize çize göğe yükseliyordu. “Ne oluyor?” dedi şaşkınlığını gizleme ihtiyacı duymadan. Baloncu da tanıdık birisi, bizim sokağın başında oturan, Ping’in kocası, ikizlerin babası Wenhua. Balonlar göğün griliğinde bir cümbüş meydana getirmişti. Parkın kenarında biriken bir yığın insan başını yukarıya çevirmiş, birazdan griye karışıp kaybolacak olan canlı renklerin zevkini çıkarıyordu. 

(Baloncu adlı öyküden)

* * * 

Bir yandan yüreğinde büyüttüğü aşk, bir yandan evin bitmeyen işleri... Unutmuştu genç adam kentin diğer köşesinde bir evi olduğu gerçeğini. Öyle ki kimi zaman iki üç gün boyunca bir kere bile aklına gelmiyordu evi, odası, arkada bıraktığı çalışma masası. Böyle günlerden sonra odası aklına gelir, içini durduk yere bir özlem kaplarsa; kaç gündür bu olayın gerçekleşmemiş olduğunu hesaplamaya çalışırdı. Geride bıraktığı hayatı aklına bile getirmediği günlerden dolayı yetişkince bir gurur duyardı içinde, bir şeyleri geride bırakabiliyor olmanın getirdiği haklı bir özgüven belirirdi göğsünün ortasında. 

(Yağmurun Durmasını Bekleyen adlı öyküden)

* * * 

Ben ki elindeki çöpü atacak çöp kutusu bulamayınca cebine koyan, yemek yediği lokantada garsona yük olmamak için masadaki kırıntıları peçeteyle temizleyen, yeni gelen müşteriler ayakta kalmasın diye kalabalık kafeyi erkenden terk eden, banka ve postane sıralarında yerini emekli olmuş yaşlılara veren, yazıcıdan çıktı alırken iki tarafa da basmış olmak için sayfa sayısını çift yapmaya gayret gösteren, fotokopi makinesinin kâğıdını her seferinde yedekleyen, telefonu çalıp da iş arkadaşlarının dikkatini dağıtmasın diye ofisteyken telefonunu hep sessizde tutan, birisinden bir şey rica ederken on büklüm katlanan, trafik kurallarına harfiyen uyan, çöpünü her akşam binanın önündeki kutuya döktükten sonra kutunun kapağını kapattığına emin olan, umumi tuvaletlerde idrarının bir damlasını bile pisuarın dışına düşürmeyen, işyerindeki sebilden su alırken suyu asla taşırmayan, o sebilin suyu bittiğinde sıra bende miydi diye aldırmadan damacanayı yenileyen, ortaklaşa gidilen yemeklerde her zaman için payından biraz fazlasını ödeyen, evinde otururken komşuları rahatsız olmasın diye müziğin sesini kısan, asansöre sigarayla binenleri nazikçe uyaran, içki meclislerinde ölçüyü asla kaçırmayan, sarhoş arkadaşlarını evine kadar bırakan, faturalarını zamanında ödeyen, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin borçlarını asla unutmayan, dilencilerin önünden geçerken mutlaka para bırakan ya da para bırakamamanın suçluluğunu boğazında bir yumru gibi taşıyan, insanların doğasında barışın ve huzurun olduğuna inanan ve hepsinden öte insanın doğasına uygun yaşadığında gerçek anlamda insan olabileceğini savunan birisiydim. 

Artık değilim!

(Bir Seri Katilin Doğuşu adlı öyküden)

* * * 

Orta yaşlı, çenesinde uzunca sakalı olan yuvarlak gözlüklü bir adam oturaklı bir sesle lafa karıştı. “Bu devirde birilerinin duygularını, bedenlerini ya da emeklerini sömürmeden para kazanmak mümkün mü? Az çok hepimiz dilenciyiz aslında, sadece dilenme şeklimiz farklı. Birbirinin aynısı, içerikten yoksun hüzünlü şarkılar üretip, milyoner olan şarkıcıların ne farkı var merhamet duygularımızı sömüren dilencilerden?”

(Yüzük adlı öyküden) 

* * * 

Gençliğinde kendisinin farklı olduğunu, farklılıklar yaratacağını ve bu yüzden hayatın bir anlamı olduğunu düşünürdü. Şimdilerde akıntıya karşı kürek çekmenin yararsızlığına inanıyor. İçi çöp dolu şu siyah poşetlerden ne farkı vardı hayatının? Başkalarının görmek istemediği, koklamak istemediği, bırak taşımayı dokunmak bile istemediği şeyler için vardı o. Bir de çocukları ve kocası için. Bu aralar iyice sessizleşmişti kocası da. Bir erkeğin susması bir kadının susması gibi değildir, bilirdi bunu. “Kadın, söylenecek sözlerin sonuna geldiği için erkek ise sakladığı şeyleri daha derinlere gizlemek için susar.” diye öğrenmişti yirmi yıla yaklaşan evlilik hayatında. 

(Çanco Kanatlarımın Altında adlı öyküden)

* * * 

İnsanın, dikkatini dağıtacak şeyleri tüketmiş olması böyle bir şey olsa gerek. Vazgeçememek bir türlü alışkanlıklardan; bugünün oyalanması yarının meşguliyeti oluyor ne de olsa, bugün dikkatini dağıtan şey bir bakmışsın yarın hayatının merkezine çöküvermiş. Hep bir döngü var, gizemli bir döngü. Göremediğimiz, çözemediğimiz, anlayamadığımız için devam ediyor gizem; koruyor hayat en tılsımlı yanını bize ve bizim gibilere inat. Oysa her şey çok mekanik aslında, tekrarlı; birbirini kopyalayan günler, saatler, saniyeler... Programlanmış bir robotun mekanik cızırtıları dolanıyor kollarımda; içinden şiiri çıkarılmış bir kentte geziniyorum başıboş, aşkın ıslaklığıyla avunan ama gerisine erişemeyen gençler sinsi bakışlarla işgal ediyorlar parklardaki en karanlık kuytulukları. Yaşanmamış bir hayatın tortularına tutunmaya çalışan bir düşperestim ben, evet! Çünkü; titrek ellerinde küçücük bir kalemi tutmuş halde kentin ruhunun resmini çizmeye çalışan yaşlı bir şairi kıskanıyorum en çok. 

(Kaza adlı öyküden)