Bu Blogda Ara

30 Ağustos 2011

GUADANYA - XIX


Now, I can understand you are the sister of Rimbaud
Now, I can understand that many destroyed gardens should be considered yours
At the train stations, in the empty boats, we will spend the frost of the night.
We are going to spend it, aren’t we?..

Don’t touch the kettle, the tea is being steeped.
Beyond your eyes, all become sooty
In your blood, one thousand one types of earthly substance
We are going to get warmer, aren’t we?..

No, we do not belong to another world…
But we came from another world, that is right…
Many thinkers call it the third world
We are going to keep quiet, aren’t we?..

We didn’t ask for “one official ticket to the world” at the station.
We didn’t say “let’s get off here and get on another train.”
Your arms are long, same as they were yesterday
We are going to be the one, aren’t we?..

One, unity of the universe, everything is in one
One, you are the master of that world
You didn’t treat me bad under your rule
We are going to continue the same, aren’t we?..

I accumulated your voice in the cells, full of moss
I inscribed your name on the gates of the sand castles
They were melting, as we are in the first world, melting
We are going to return, aren’t we?..

Aey the girl, the one lost in that ocean
You will win with our silent tears
While scattering all our passion to the soil
We are going to be lighter, aren’t we?..

Aey pashas, effendis and the masters of the world
Do not destroy our garden
We call it a rose garden but it has thorns too
We are going to fight till the end, aren’t we?..

We are the poets of boondocks, let’s admit this before everything
These expensive pens do not fit into our hands, we should sing
to the bugs and grasses all together
Let the sky open up, let the rain become complete
We are going to sing it, aren’t we?..

Stones have soul, sky has soul too
When we hear, what they hide, what they disclose
The entire universe will become a scene of craziness
We are going to play, aren’t we?..

When will you get on the boat…
After leaving that ancient boat at the pier
Then we will sail through the infinity of the horizon
We are going to look at the future only, aren’t we?..

But you are crying, I am crying
Tell me, which disaster that we have seen earlier than it happened
No, this is possible, you are wrong, this is possible
We are going to be comrades, aren’t we?..

Let’s become a tamada* before everything
In an evening of Tbilisi, in a house
Let’s have some guests, a few of them are poets
We are going to serve raki** too, aren’t we?..

You are crying again, string of my heart, don’t cry
We did not come to this world more than once but
We can still die more than once in this world
We are going to die too, aren’t we?

And this poem, in the Yellow River… I say this poem, in the Oka River,
In the Caspian Sea, it will sink and resurrect, after we disappear
What will it tell to the Turkmen boatman
We are going to be completely silenced, aren’t we?..

Written by Ulaş Başar Gezgin
Translated to English by Ali Riza Arican / 30 08 2011

* the toastmaster at a Georgian Supra (feast) or at a Russian wedding
** Turkish alcoholic beverage



GUADANYA - XIX

Rimbaud’nun bacısısın anladım
Anladım senin sayılır nice tarumar bahçe
Tren garlarında, boş kayıklarda geçireceğiz ayazını gecenin
Geçireceğiz öyle değil mi?..

Dokunma çaydanlığa, demleniyor
İs oluyor ötesi gözlerinin
Kanında binbir türlü dünyevi madde
Isınacağız öyle değil mi?..

Hayır, bir başka dünyaya ait değiliz…
Ama bir başka dünyadan geldik, o doğru…
Üçüncü dünya dediler buna nice düşünürler
Ses etmeyeceğiz öyle değil mi?..

‘Bir tane –numaralı- dünya bileti’ demedik istasyonda
Demedik biz ‘burada inelim, başka trene binelim’
Kolların dünkü gibi öyle uzunca,
Bir olacağız öyle değil mi?..

Birdir, vahdet-i vücud, herşey birdedir
Birdir, sensin o dünyanın hakimi
Kem davranmadın bana hükmün altında
Böyle sürdüreceğiz öyle değil mi?...

Sesini biriktirdim yosunlu hücrelerde
İsmini işledim duvarlarına kumdan kalelerin
Eriyorlardı, birinci dünyadayız ya, eriyorlardı
Geri döneceğiz öyle değil mi?..

Ol bahirde kaybettiğini ey nisa!
Suskun gözyaşlarımız kazandıracak sana
Nice tutkularımızı savurarak toprağa şöyle bir
Hafifleşeceğiz öyle değil mi?..

Behey paşalar, efendiler, kainatın hakimleri
Tarumar etmeyin bahçemizi
Gül bahçesi dediysek dikeni de var
Teslim olmayacağız öyle değil mi?

Taşra şairiyiz ikimiz de, kabul edelim bunu herşeyden önce
Yakışmıyor elimize divit kalem, türkü söylemeli börtüye böceğe hep bir ağızdan
Gök açılsın, yağmur tamam olsun diye
Söyleyeceğiz öyle değil mi?..

Taşın ruhu vardır, göğün ruhu var
Duyduğumuzda, ne gizler, neler söylerler
Çılgınlık sahnesi olacak evren
Oynayacağız öyle değil mi?..

Şu sandala ne zaman bineceksin…
Bırakıp o sal’ı kadim rıhtımda
Ki ufkun enginlerine açılacağız
Geriye bakmayacağız öyle değil mi?..

Ama sen ağlıyorsun, ağlıyorum ben
De, hangi felaketi önceden gördük
Hayır, bu mümkün, yanılıyorsun, bu mümkün!
Yol’daş olacağız öyle değil mi?..

Tamada olalım herşeyden önce
Tiflis’te bir evde bir akşam vakti
Konuklarımız olsun, bir kısmı şair
Rakı da koyacağız öyle değil mi?..

Ağlıyorsun yine, bam teli yüreğimin, ağlama
Bu dünyaya birden fazla gelmedik amma
Bu dünyada birden fazla ölmek var
Biz de öleceğiz öyle değil mi?..

Ve bu şiir, Sarıırmak’ta… Bu şiir diyorum, Oka Nehri’nde,
Hazar Denizi’nde batıp çıkarak, biz yokolduktan sonra
Neler anlatacak Türkmen kayıkçıya…
Tümden susacağız öyle değil mi?..

ULAŞ BAŞAR GEZGİN

22 Ağustos 2011

Sezen Aksu

No matter what other people say about the cliches of pop music or the abuse of melancholic feelings of Turkish people, I still very much like Sezen Aksu's songs. Yes, she is the kâbe of melancholy (huh, another cliche?) The lyrics, the rhythm of the song and her deep touching voice always make me to listen to her whenever I feel sad or helpless.

I will embed some of her best songs below so that I can listen to them whenever I need. Easier than searching on youtube... I might make one for Cem Karaca, one for Ahmet Kaya and one for Grup Yorum later...

If you don't like her music, close this page and do something else...






























11 Ağustos 2011

Kırık Kalplerin Tarihi

Aşkı hayatın merkezine koyup yaşayanlar bilir ancak kırık kalplerin de bir tarihi olduğunu. Yalnız yaşayamayanlar ya da yanında birisi olduğu halde yalnızlık çekenler bilir en çok bunu. Her bir kırılmadan sonra daha bir güçlü hale gelen, her bir çatlaktan sonra insanı daha bir insan eden, som bir acıdır kalp burkuntusu. Geçmez üzerine uyuyunca ya da başkalarını sevmeye başlayınca. Ezeli bir ur gibi kalır orada, cepte saklanan ve varlığı her saniye ete saplanan sıcak bir mermi gibi...

Kırık kalplerin tarihi kimi zaman üzücü, kimi zaman gülünçtür. Aşk cesaret isteyen fiziksel bir eylem olduğu için, eylemi gerçekleştiremeyenin içine oturur ağır bir taş. Etrafındakilerin ne diyeceklerini umursamaktan mutlu olmaya vakit bulamayan insanlar için mümkün değildir aşk. Onlar günboyu sahilde çakıl taşlarıyla oynayan, ama bir türlü yüzmeye yeltenemeyen çocuklara benzerler. Ayaklarına su değdi mi hoşlarına gider, uzun uzun ıslanmak, denizin affedici serinliğinde kaybolmak isterler. Bunu öyle isterler ki ara sıra girerler suyun altına, nefeslerini tutarlar. Ayakları yerden kesildiği anda paniğe kapılıp, gerisin geriye sahile, ait oldukları güvenli limana dönerler. Sonrasında çakıl taşlarıyla oynamaya devam ederler. Oysa tatmıştır bir kere beden suyun altında kaybolmanın zevkini. Bir daha gitmek, bir daha yok olmak, bir daha öldürmek ister zamanı tıpkı akşam oyundan eve gelmeyen bir çocuk gibi. Gidemez! Eflatun’un mağarasındaki zavallılar gibi kandırılmıştır aşkın bir gölge olduğuna, gerçeğinin yakıcı ve kahredici olduğuna, onun yaşamak için değil yaşatmak için var olduğuna...

Kırık kalplerin tarihinde en çok rastlanan kara delik suçluluk duygusudur. “Öyle değil de böyle olsaydı nasıl olurdu?” sorusu sarıp sarmalar ıssız gecelerin karanlık parıltılarını. Orada bulutlardan örülme pişmanlıklar, orada korkaklığın ve ihanetin birer abide halinde insanın üzerine üzerine yürümesi söz konusu olur. Aşk hayata karşı bir yenilgidir kırık kalpler için. Maça yenik başlamak, attığın her gole karşılık iki gol yemektir. Güçlendin sanmaktır gücünü kaybederken. Akşamüstleri kızıl güneşin yokoluşunu izlerken hiç bitmeyen soruları tekrar tekrar sormaktır. Parçalanan kalbin açtığı çatlakta yaşamak, yaşıyormuş gibi yapmak, soluk alıp vermek ama hayatı yüzde yüz ıskalıyormuş hissinden kurtulamamaktır tarih olamayan bitmiş serüvenlerin kuyruğunda oyalananların öyküsü.

Bir de dostlar vardır, işin komedisi, zevki ve hatta en güzel ifadeyle “tuzu biberi”. “Dünyada 3 milyar kadın/erkek var, takma kafana!” derler en ücra bilgelikleriyle. Şarap bardaklarının, bira şişelerinin arkasında hep o unutulmak istenen anlar dururken sabah yalnızlıklarında sancının katlanarak arttığını hissetmektir dostların bir görünüp bir kaybolan yüzleri. Karın ağrısı olur ayrılık, kalp çarpıntısı, zihin depremi. Dostların eli yakar dokunduğu yeri, dili acıtır çoğu zaman acıyı dindireceğine. Her sabah “Nasılsın bugün?” dediklerinde soru işaretinin uzantısında kaybolan aşkın sinsi kırıntıları görünür. Bir ani ölüm gibi çözer bacakları, yıkar yıkılmaz denen ağacı. Gözlerinde o gizli delik, o delikten fışkıran geçmişin lacivert parıltıları, geleceğe yollanan içi boş şişeler...

Hayat devam ediyordur, her mutsuz anının yanına üç mutlu anı koyarsın, mutluluk oyununun bir parçası olarak. Dünyanın bir köşesinde birisi birisini öldürmüştür, şanslı hissedersin hayatta olduğun için. Afrika’daki aç annelerin, Irak’ta bir kızın eline elini dokundurmadan öldürülen gençlerin, Afganistan’da yüzlerine kezzap dökülen kadınların acılarını düşünür, kendini bencillikle suçlarsın. Bir yetimhaneye gidip, anasız babasız büyüyen çocukların gözlerindeki geleceksizliğe ağlar, onlara elini uzatır, onların acısının yanında seninkinin ne kadar yapay kaldığına inandırırsın kendini. Başkalarının senden daha çok acı çekiyor olması yalan da olsa dindirir bir süre alınganlığını. Unutursun kendini, başkalarında kaybolursun.

Ateş sönmez ama üzerine küller serpilir. Tıpkı magma gibi korur altta kalan köz kendisini tarihin acımasızlığına karşı. Direnir oksijensizliğe, direnir karanlığa ve sessizliğe. O küllerin üzerine yeni ateşler yakılsa da, o küllerin üzerinde yeni danslar edilip, yeni saraylar inşa edilip, yeni hayatlar kurulsa da değişmez kırık kalplerin tarihindeki kara yazgı. Orada kalır, bir doğumgünü partisinde unutulup, tavanda asılı kalan renkli bir balon gibi büzülür yavaş yavaş. Büzülür ama patlamaz, büzülür ama ölmez. İçine havayı çekeceği günü bekler o günün gelmeyeceğini bilerek... Hayalini kurar 5-10 yıl sonrasının, senede bir kere buluşmanın, Ediz Hun-Hülya Koçyiğit masumluğunda yaşlanıp, Zeki Müren’in sesi eşliğinde elele tutuşmanın...

Oysa gerçekler bulutların üstündedir. Güneştir gerçekler, altı ve üstü yoktur. Onarılmayacak olan unutulmaya, çöpe atılmaya mahkûmdür. Ne közü sıcak tutmanın ne de mecnunvari hayallerin bir anlamı vardır eller birbirini kaybettikten sonra. Tarih tarihtir. Ders alırsın ve devam edersin. Dostların utandıran bakışları haklıdır çoğu zaman.. O delikte oturup, zindanıyla barışanlar bir daha hayat yüzü görmezler. Şiire verirler, şiire yani sarhoşluğa. Oysa hiçbir sarhoşluk mutlu etmez insanı, en sarhoş olduğun zamanda bile. Çünkü sen de bilirsin klişe tedavileri üzerinde zar atar gibi deneyen dostların sözlerinin doğru olduklarını: Kırık kalplerin tarihi gerçek anlamda bir tarihtir ve bu tarihi yaşayıp, sabırla ve inatla düştüğü delikten çıkabilen insan güçlüdür, olgundur, daha bir insan, daha bir yaşam doludur. Gerisi hüzün, gözyaşı ve edebiyat...




04 Ağustos 2011

Matematik Köyü ve Geleceğimiz

Bir köy düşünün ki içinde yaşayanlar günün 24 saati boyunca, matematik soluyup, matematik yeyip içip, matematikle yatıp, matematikle kalkıyor. Bir köy düşünün ki işler imece usulüyle, eşit bir biçimde paylaşılıyor; bulaşık, temizlik gibi gençlerin diğer zamanlarda horgördüğü amelelikler aşkla şevkle yapılıyor. Öyle bir köy ki öğrenciler köye gelirken not kaygısı yaşamıyorlar, kalıp geçme gibi bir endişeleri yok. Tek dertleri matematiği aşk derecesinde sevdikleri için öğrenmek istemeleri. Kendilerini geliştirmek ve belki de ileride açılacak yeni matematik ve bilim köylerine öncülük yapmak istiyorlar. Öğrencileri daha en ufak yaşlarda at gibi koşturduğumuz, sınavlardan sınavlara yetiştirdiğimiz için böylesine özgür bir eğitim projesi kulağa tuhaf gelebilir. Öyle ya! Diploma vermeyen bir okula neden gitsin bir öğrenci? Ucunda bankacı olup iyi paralar kazanmak ya da mühendis olup uluslararası şirketlerde çalışmak yoksa neden öğrensin bir insan matematiği?


Okulun kurucusu ve fikir babası olan Ali Nesin’in amacı tam olarak da bunu sağlamak. Matematik ve bilim sevgisini aşılamak, bir yarar amacı gütmeksizin insanları matematiğin güzel dünyasıyla tanıştırmak. Okul sıralarında, sırf sınav geçmek için çalışılan matematikle hayata atılan insanların bu noktayı anlaması zordur. Neden sever bir insan o karmaşık ifadeleri? Neden tutkun olur günlük hayatta çoğu zaman hiçbir işlevi olmayan kuramlara ve onların ispatlarına. Şunu kabul etmek gerekir ki takıntılar paylaşılamaz. Bir insan çiçek yetiştirmeyi sever, bir başkası göbeğinde biriken pamukların koleksiyonunu yapar. Birini diğerinden daha sık duyduğumuz için az duyulan tuhaf değildir. Tuhaf olan bunları tuhaf karşılamaktır.



Ali Nesin’i babası Aziz Nesin’in yolunda ilerleyen bir hayırsever olarak görebiliriz. Öğrencilerden alınan ücretler sadece yeme, içme ve kalacak yer masraflarını karşılamak için. Hocalar ise ücret almıyorlar verdikleri dersler için. Vakfın hiçbir şekilde kâr amacı olmadığı için maddi sıkıntı çekmesi normal. Ciddi destek gerekiyor resmi ve gayriresmi kurumlardan. Hele Türkiye gibi bir ülkede, hepimiz çok iyi biliyoruz ki, ne zaman genel iyilik anlayışının dışına çıkıp, farklı ve yaratıcı ürünler vermeye kalksan, yasaların en ince ayrıntılarını kullanma ihtiyacı duyan savcıları bulursun karşında. İşte bu yüzden de ülkemizin yegane Matematik köyü 2007’de “İzinsiz Eğitim” bahanesiyle kapatılmıştı. O zamanlar etrafı polis şeridi ile çevrilmiş karatahta fotoğrafıyla da dış basına maskara olmuştuk. İzinsiz açılan Kuran kursları ve yurtlar işlerini yoluna koymuş devam ederken, resmi kurumlara sızsınlar diye yetiştirilen ortaokul öğrencileri malum evlerde yetiştirilip, en hassas noktalara gönderilirken, amacı sayıların arasındaki ilişkileri öğretmek olan bir grup öğretmenin önü tıkanıyor.



Daha sonra tekrar açıldı köy. Fakat zorluklar bitmedi. Tübitak’ın desteğini çekmesiyle ciddi maddi sıkıntı içine giren köy bu aralar bağışlara yönelmiş durumda. Ali Nesin ve onun gibi matematiğe gönül vermiş diğer hocalar bağış yapanlara cennette arsa vaat etmiyor, sırat köprüsünü jet hızıyla geçme garantisi de yok. Zaten öyle olsaydı bağış toplama konusunda sıkıntı çekmezdi. Bildiğim kadarıyla vergi muafı da mümkün değil! Verilen söz sadece ve sadece bu ülkeye “zihni hür, fikri hür, vicdanı hür” bireyler yetiştirmektir. Matematik bir insana sorgulamayı, kanıtsız kabul etmemeyi, meraklı olmayı, araştırmayı, sorunlara farklı açılardan yaklaşmayı, çözümleri kısaltıp güzelleştirmeyi öğretir. Ne zengin olmayı garantiler ne de siyasi bir kurtuluş yolu gösterir. Geleceğin bilimde, teknolojide ve özgür düşüncede olduğuna inanıyorsak matematik köyünün varlığının devam etmesi için elimizden geleni yapmalıyız.



Bir matematik öğretmeni olarak Türkiye adına övünç kaynağı olarak gördüğüm matematik köyüne yardım etmek isterseniz, aşağıdaki sayfaya gidebilirsiniz. Umarım, bilgiye ve bilime inanan insanların katkılarıyla, matematiğe gönül veren genç dimağların sürekli faydalanabileceği bir merkez olmaya devam eder köy. Türkiye’nin eleştirel düşünen, düşündüğünü sindiren ve çözümleyebilen insanlara ne kadar ihtiyacı olduğunu bilmem yazmaya gerek var mı?

Bağış için: http://matematikkoyu.org/nmk_bagis

01 Ağustos 2011

Libya War Lies Worse Than Iraq

Source: http://www.informationclearinghouse.info/article28666.htm

By Thomas C. Mountain

July 23, 2011 "
Information Clearing House" --- Asmara, Eritrea: The lies used to justify the NATO war against Libya have surpassed those created to justify the invasion of Iraq. Amnesty International and Human Rights Watch both had honest observers on the ground for months following the rebellion in eastern Libya and both have repudiated every major charge used to justify the NATO war on Libya.

According to the Amnesty observer, who is fluent in Arabic, there is not one confirmed instance of rape by the pro-Gadaffi fighters, not even a doctor who knew of one. All the Viagra mass rape stories were fabrications.

Amnesty could not verify a single “African mercenary” fighting for Gaddafi story, and the highly charged international satellite television accounts of African mercenaries raping women that were used to panic much of the eastern Libyan population into fleeing their homes were fabrications.

There were no confirmed accounts of helicopter gun ships attacking civilians and no jet fighters bombing people which completely invalidates any justification for the No-Fly Zone inSecurity Council resolution used as an excuse for NATO to launch its attacks on Libya.

After three months on the ground in rebel controlled territory, the
Amnesty investigator could only confirm 110 deaths in Benghazi which included Gadaffi supporters.

Only 110 dead in Benghazi? Wait a minute, we were told thousands had died there, ten thousand even. No, only 110 lost their lives including pro-government people.

No rapes, no African mercenaries, no helicopter gun ships or bombers, and only 110 ten deaths prior to the launch of the NATO bombing campaign, every reason was based on a lie.

Today according to the Libyan Red Crescent Society, over 1,100 civilians have been killed by NATO bombs including over 400 women and children. Over 6,000 Libyan civilians have been injured or wounded by the bombing, many very seriously.

Compared to the war on Iraq, these numbers are tiny, but the reasons for the Libyan war have no merit in any form.

Saddam Hussein was evil, he invaded his neighbors in wars that killed up to a million. He used Weapons of Mass Destruction (WMD’s) in the form of poison gas on both his neighbors and his own people, killing tens of thousands. He was brutal and corrupt and when American tanks rolled into Iraq the Iraqi people refused to fight for him, simply put their weapons down and went home.

Libya under Col. Gadaffi hasn’t invaded their neighbors. Gadaffi never used WMD’s on anyone, let alone his own people. As for Gadaffi being brutal, in Libya’s neighbor Algeria, the Algerian military fought a counterinsurgency for a decade in the 1990’s that witnessed the deaths of some 200,000 Algerians. Now that is brutal and nothing anywhere near this has happened in Libya.

In Egypt and Tunisia, western puppets like Mubarak and Ben Ali had almost no support amongst their people with few if anyone willing to fight and die to defend them.

The majority of the Libyan people are rallying behind the Libyan government and “the leader”, Muammar Gadaffi, with over one million people demonstrating in support on July 1 in Tripoli, the capital of Libya. Thousands of Libyan youth are on the front lines fighting the rebels and despite thousands of NATO air strikes authentic journalists on the ground in western Libya report their morale remains high.

In Egypt the popular explosion that resulted in the Army seizing power from Mubarak began in the very poorest neighborhoods in Cairo and other Egyptian cities where the price of basic food items like bread, sugar and cooking oil had skyrocketed and lead to widespread hunger. In many parts of Egypt's poor neighborhoods gasoline/benzene is easier to find then clean drinking water. Medical care and education is only for those with the money to pay for it. Life for the people of Tunisia is not that much better.

In contrast, the Libyan people have the longest life expectancy in the Arab world. The Libyan people have the best, free public health system in the Arab world. The Libyan people have the best, free public education system in the Arab world. Most Libyan families own their own home and most Libyan families own their own automobile. Libya is so much better off then its neighbors every year tens of thousands of Egyptians and Tunisians migrated to Libya to earn money to feed their families, doing the dirty work the Libyan people refused to do.

When it comes to how Gadaffi oversaw a dramatic rise in the standard of living for the Libyan people despite decades of UN inSecurity Council sanctions against the Libyan economy honest observers acknowledge that Gadaffi stands head and shoulders above the kings, sheiks, emirs and various dictators who rule the rest of the Arab world.

So why did NATO launch this war against Libya?

First of all Gadaffi was on the verge of creating a new banking system in Africa that was going to put the IMF, World Bank and assorted other western banksters out of business in Africa. No more predatory western loans used to cripple African economies, instead a $42 billion dollar African Investment Bank would be supplying major loans at little or even zero interest rates.

LIbya has funded major infrastructure projects across Africa that have begun to link up African economies and break the perpetual dependency on the western countries for imports have been taking place. Here in Eritrea the new road connecting Eritrea and Sudan is just one small example.

What seem to have finally tipped the balance in favor of direct western military intervention was the reported demand by Gadaffi that the USA oil companies who have long been major players in the Libyan petroleum industry were going to have to compensate Libya to the tune of tens of billions of dollars for the damage done to the Libyan economy by the USA instigated “Lockerbie Bombing” sanctions imposed by the UN inSecurity Council throughout the 1990’s into early 2000’s. This is based on the unearthing of evidence that the CIA paid millions of dollars to witnesses in the Lockerbie Bombing trial to change their stories to implicate Libya which was used as the basis for the very damaging UN sanctions against Libya. The government of the USA lied and damaged Libya so the USA oil companies were going to have to pay up to cover the cost of their governments actions. Not hard to see why Gadaffi had to go isn't it?

Add the fact that Gadaffi had signaled clearly that he saw both Libya’s and Africa’s future economic development linked more to China and Russia rather than the west and it was just a matter of time before the CIA’s contingency plan to overthrow the Libyan government was put on the front burner.

NATO’s war against Libya has much more in common with NATO’s Kosovo war against Serbia. But one still cannot compare Gadaffi to Saddam or even the much smaller time criminals in the Serbian leadership. The Libyan War lies are worse than Iraq.

Thomas C. Mountain - Asmara, Eritrea - thomascmountain at yahoo dot com - Thomas C. Mountain is the only independent western journalist in the Horn of Africa, living and reporting from Eritrea since 2006. He was a member of the 1st US Peace Delegation to Libya in 1987 .