Bu Blogda Ara

19 Şubat 2020

Corona Virüsü Salgını Üzerine Notlar

Çin hükümeti salgını kontrol altına almak için olağanüstü bir çaba sarfediyor. Çin halkı da bu çabaya destek veriyor. Herhangi bir taşkınlık, isyan veya yasadışı bir olay yok. Salgının başlangıç yeri olarak kabul edilen Wuhan ve civarındaki birkaç şehir dışında, Çin'in kalan kesimlerindeki yerleşim yerlerinde gündelik hayat cüz'i seyahat kısıtlamalarına ve sıkı sağlık kontrollerine rağmen olağan şekilde devam ediyor. Marketlerde gıda, su, temizlik malzemesi gibi ürünlerde genel anlamda bir kıtlık yok. Hastalığın (Kolaylıkla zatürreye dönüşebilen bir grip virüsü) insandan insana bulaşıcılık seviyesi yüksek olduğu için doğal olarak halkta panik var ama sağlık uzmanları, doktorlar ve hemşireler insanüstü bir çabayla hem bu paniği hem de hastalığın kendisini yenmek için gece gündüz çalışıyorlar. Böyle zor bir zamanda, hastalığa yakalanmış ya da bir şekilde karantinaya alınmış masum insanlara en büyük iyiliği asılsız haberleri yaymayarak, kaynağı belirsiz videoları/fotoğrafları dikkate almayarak ve virüs konusunda etrafınızdakileri doğru şekilde bilgilendirerek yapabilirsiniz. 

Changzhoulu (Çancolu) bir arkadaşım şehirde tespit edilen corona virüsü vakalarının ayrıntılarını sosyal medyada paylaşıyor. Bilgiler valiliğin resmi sayfalarından alınıyor, sanırım o da bu bilgileri İngilizceye çeviriyor ve yayımlıyor. Tabii ki hastaların kimliklerini değil, hangi gün hangi saatte hangi otobüse bindiklerini, metroda hangi istasyonda indiklerini, saat kaçta hangi süpermarketten alışveriş yaptıklarını, hangi taksiye ya da otobüse bindiklerini vb bilgileri geçiyor ki o güzergâh üzerinde bu hasta (taşıyıcı) ile karşılaşmış olanlar kendilerine dikkat etsinler, gerekiyorsa doktora görünsünler. Peki tüm bu bilgiyi nereden alıyor? Onun yanıtı da Big Data denilen, kimi zaman bizlere öcü olarak tanıtılan kimi zaman da pek çok değerli teknolojik uygulamayı bizlere bedavaya (verilerimizle ödüyoruz) getirdiği için kendisine müteşekkir olduğumuz bulutsu muamma. Çin gibi mobil uygulamaların en ileri seviyede kullanıldığı bir ülkede attığınız her adımdan devletin ya da devletin kolaylıkla sözünü geçirdiği özel teknoloji firmalarının haberi oluyor. Çünkü taksiyi (ya da Uber'in muadili olan Didi'yi) telefondaki uygulamadan çağırıyorsunuz, süpermarkette (hatta seyyar satıcıda bile) ücreti telefondaki mobil ödeme sistemiyle (wechat veya alipay) yapıyorsunuz. Ulaşım için kullandığınız kart (telefonla da binilebiliyor) adınıza kayıtlı dolayısıyla metroda, otobüste, trende nereye gittiğiniz her zaman kayıt altında, yemek siparişini Meituan denilen uygulamayla yapıyorsunuz dolayısıyla saat kaçta hangi kuryeyle konuştuğunuz biliniyor. Kısacası Big Data böylesi bir salgın döneminde halk sağlığı için kullanılabiliyor. Tabii ki aynı Big Data başka zamanlarda bireylerin özgürlüklerini kısıtlamak ya da aykırı fikirleri olan bir bireyi kırmızı ışıkta (yüz tarayıcılar var kavşaklarda) geçtiği için hapse atmak için de kullanılabilir. Ayrı bir konu olduğu için şimdilik değinmeyeyim.

Görünen o ki son otuz yılda ortaya çıkan salgınların çoğunu anlamak için insanların kendisi dışındaki hayvanlarla kurduğu çarpık ilişkiye bakmamız şart. Meseleyi sadece yabani hayvan ticaretiyle izah etmek isteyenler kuş gribi, domuz gribi gibi salgınları göz ardı ediyorlar. İşe dini açıdan bakıp "Siz de Allah'ın yeme dediğini yemeyin." diyenler ise hem kuş gribini hem de MERS salgınının develerden insanlara geçtiğini unutuyorlar. Sekiz milyarlık insan nüfusunu beslemek için her gün yüz milyonlarca hayvan kesiliyor. Bu hayvanlar, endüstrinin giderlerini düşük tutmak amacıyla en ucuz koşullarda, bazen bir kafeste bazen kafalarından başka bir yerlerini oynatmalarına izin vermeyen cenderelerin kıskacında, kimi zaman güneş ışığını bir kere bile görmeden ömürlerini geçiriyorlar ve zamanları gelince mezbahalarda acı içerisinde son nefeslerini veriyorlar. Öyle hijyeni sağlamakla olmuyor iş çünkü hangi hayvandaki hangi virüsün ne zaman mutasyon geçirip insandan insana geçecek şekle bürüneceğine siz değil, birbirine doğal olmayan bir şekilde yanyana yetiştirilen milyonlarca hayvanın rastgele karşılaşmaları karar veriyor. Sonuçta bütün bu çiftlik hayvanları mutsuz bir ömür geçirip yine mutsuz bir şekilde ölüyorlar. Bütün bu acı ve ıstırap insanın koşullandırılmış lezzet arayışının (et yemezsem ölürüm!) ve kurulu düzendeki kâr güdüsünün bir sonucundan başka bir şey değil aslında. Bilinçli bir canlı olarak, eğer samimi bir niyetle istersek hayvan dostlarımızın bu acı dolu sesine kulak verebilir ve bu ıstırabı sonlandırabiliriz. Evet, günlük faaliyetler için gereken proteinler bitkilerde (baklagillerde mesela) fazlasıyla var. Vitamin, karbonhidrat, kalsiyum, mineral falan desen zaten bunların asıl kaynağı bitkiler. Bir düşünün, bir günde ne kadar proteine ihtiyacınız var? Taş mı taşıyorsunuz inşaata, ekin mi ekiyorsunuz güneşin altında, bacaklarınız kalınlığında kol kasları gerektiren kapı bekçiliği mi yapıyorsunuz? Ne olur sanki, etten gelecek lezzetten ve proteinden feragat edip milyarlarca hayvanı acıdan ve ıstıraptan uzak tutsak? Fena olmaz mı? En azından vicdanımız temiz kalmış olur. Araştırmalar (gözlemler) hayvan eti yememekle daha uzun ve sağlıklı yaşamak arasında pozitif bir ilişki olduğunu da gösteriyor, yani sanılanın tam aksine et yememek sizi daha iyi hissettiriyor, ortalamada daha uzun yaşamanızla ilişkilendirilebiliyor (neden oluyor demiyorum çünkü kapsamlı bir bilimsel deney yok ortada, korelasyon var ama nedensellik için gerekli kanıt yok). Hem kısa erimde hem de uzun erimde kazançlı çıkabilirsiniz... Bir deneyin derim, birkaç haftalığına. Özlerseniz geri dönersiniz sucuklu salamlı günlerinize. Kaybedecek bir şeyiniz yok ne de olsa. 

Şu konuda hemfikir olabiliriz. Çin hükümeti, yani ÇKP ve onun kontrolü altındaki tüm sivil ve askeri birimler, şu anda devam eden virüs salgınını idare etme konusunda müthiş bir iş çıkarıyor. Doktorlar, hemşireler, inşaat işçileri, bekçiler, muhtarlar ve gönüllüler; hepsi devam etmekte olan salgını durdurmak için gece gündüz demeden çalışıyorlar. Maske dağıtımının karneye bağlanması, gıda fiyatlarının çabucak stabilize edilmesi, altmış milyonluk bir nüfusu ev hapsine mahkum ederken bunun lojistiğinin ihmal edilmemesi, cenazelerin hijyenik yöntemlerle kaldırılması, hastalık belirtisi gösterenlerin Büyük Veri kullanılarak titizlikle belirlenmesi ve durumu kesinleşenlerin karantinaya alınması ve benzeri yüzlerce zor işin çabucak rayına oturması kolay bir görev değildir. Bu salgın başka bir ülkede olsaydı büyük bir olasılıkla halk isyan eder, yağma ve talanı durdurmak için silahlı güçler devreye girmek zorunda kalırdı. Kocaman bir hastanenin on günde inşa edilmesi ve evlerinde sıkılan milyonlarca insanın film izler gibi inşaatı izlemesi, hatta sözde de olsa denetleme görevi üstlenerek bir işe yaradıklarını hissetmeleri ("People need to be needed" demişti bir öykü kahramanım yıllar önce.) azımsanacak bir örgüt gücü ve sistem iradesi değildir. Fakat, bütün bu güzellikleri takdir ediyor oluşumuz şu soruyu sormamızı engellememeli. Gerçek gelişmişlik ve uygarlık zorunluluktan dolayı on günde hastane inşa etmek midir yoksa on günde hastane inşa etmeye gereksinim bırakmayacak, geçmişten ders almayı bilen temiz/bilinçli bir toplum yaratmak mıdır? SARS virüsünün de canlı hayvan pazarından insanlara bulaştığını bilen yetkililerin on yıl boyunca bu pazarlara ciddi anlamda bir müdahalede bulunmamış olması kriz zamanındaki örgütlenme gücünü övdüğümüz partinin eleştirilmesini gerektiren bir durum değil midir? Ya da salgının ilk ortaya çıktığı günlerde Pekin'in tepkisinden çekindiği için durumun vahametinin üstünü kapatmaya çalışan Wuhan valisinin (Kendisine bu konudaki tutumundan dolayı 100 üzerinden 80 veriyor haşmetmeab!) ihmalini görmezden mi geleceğiz? Ya da salgın daha başlamadan bunun bir salgın olacağını tahmin eden ve tedbir alınmasını talep eden doktorların gereksiz panik yaratmak suçundan ceza yemiş olmalarını... (Bir benzerini Çernobil'de görmüştük!). Örnekler çoğaltılabilir ama asıl incelenmesi gereken bu örnekleri var eden sistemdeki yozlaşmaya yer bırakan açıklardır. Sürekli üstlerini övmeye veya üstleri tarafından övülmeye, haklı olduğu halde eleştirilmekten ya da sistem içindeki konumunu yitirmekten korktuğu için sesini çıkarmamaya, bütün iyilikleri parti (liderler, başımızdakiler, yetkililer...) adı verilen o sisli muammaya, kötülükleri ise münferit hatalara atfetmeye programlanmış günümüz Çin toplumunun mülayim zihinlerini hiç konuşmayacak mıyız? Konuşmazsak, bir on yıl sonra yeni bir felaketle Çin karşımıza tekrar çıktığında sadece buna izin veren yetkililer değil de yıllar içinde önceki felaketlerin hesabını sormamış olan bizler de suçlu olmayacak mıyız? 


Dr. Li Wenliang’ı kim/ne öldürdü? Neredeyse bir haftadır kafamı meşgul eden bir soru bu. Kendisini tanımayanlar için giriş mahiyetinde Dr. Li’yi anlatayım önce. Sıradan bir doktor, Wuhan’da yaşıyor. 34 yaşında, evli, bir oğlu var. Aralık ayında tedavisini üstlendiği bazı hastalarda rastladığı virüsün SARS virüsüne benzerliğine şaşırıyor. Sonra bu benzerliği, kendisi gibi doktorların dâhil olduğu bir sohbet grubunda paylaşıyor, önlemler alınmasını salık veriyor. Ne oluyorsa bu paylaşımdan sonra oluyor. Bir gece yarısı evine polisler geliyor ve Dr. Li’yi karakola götürüyorlar. Karakolda önce azarlanıyor, aslı astarı olmayan bir dedikoduyu yaydığı için suçlanıyor. Ardından da bir daha böyle kanunsuz eylemlerde bulunmayacağına dair bir belgeye imza atması isteniyor. Dr. Li devletin bu sarsılmaz otoritesi karşısında boynunu eğiyor ve imzayı atıyor. Geçen günler ise hem o otoriteyi hem de o imzayı sorgulamamızı gerektirecek türden gelişmelere sahne oluyor. Dr. Li’nin hastasında karşılaştığı virüs SARS virüsü değildi belki ama SARS’a %70 oranında benzerlik gösteren, daha önce tanı konmamış yeni bir virüstü. Hastalık çok hızlı bir şekilde yayılıyor, sadece Wuhan’ın değil, Çin’in sınırlarını da aşıyor. Bu arada Dr. Li salgınla mücadelede ön saflarda yerini alıyor, canla başla çalışıyor hastaları iyi etmek için. Bu süreçte kendisi de hastalığa yakalanıyor ve 6 Şubat 2020’de hayata gözlerini yumuyor. Şimdi bu kısa girişten yola çıkarak Dr. Li’yi (ve onun şahsında sorgulanabilecek tüm diğer salgın kurbanlarını) kimin ya da neyin öldürdüğünü bulmaya çalışalım. Elimizdeki şüpheliler şunlar:
1. Dr. Li’yi öldüren yerel yönetimlerin yozlaşmış tutucu tavırları, üstlerinin korkusuna gerçeğin üzerini örtme çabası, işlerini doğru dürüst yapmamaları ve her şeyin ötesinde alanında uzman kişilere bile çocuk muamelesi yapıp onları korkutarak sorunları çözmeye çalışmasıdır.
2. Dr. Li’yi öldüren, o yerel yönetimlerin bu derece tutucu hale gelmesinde büyük rolü olan aşırı kontrolcü, aşırı sansürcü ve aşırı otoriter olan mevcut sistemdir. Sadece doktorların dâhil olduğu bir grupta paylaşılan mesajdan devletin nasıl haberi olmuştur, değil mi? Durumdan haberi olsa bile “Panik yapıyorsun, halkı galeyana getiriyorsun!” demeden önce “Dur bakayım, bu doktor doğru söylüyor olabilir mi?” demesi gerekmez miydi?
3. Dr. Li’yi öldüren, karakol olayından sonra yapmış olduğu seçimdir. Diğerkâm bir doktor olarak hastalıkla mücadelede ön saflarda yer almıştır ve bu mücadelede şehit düşmüştür. Devlet de ona hak ettiği unvanı vermekte gecikmemiştir. Birkaç hafta önce işlediği elim hatayı örtmek istercesine Dr. Li’den rejimin işine yarayacak bir kahraman çıkarma işine girişmiştir.
4. Dr. Li’yi öldüren, karakolda yapmış olduğu seçimdir. Eğer o gece polislerin karşısında boynunu eğmeyip, “Siz katılmasanız bile bu benim bildiğim doğrudur.” deseydi, yani Galileo efsanesinde olduğu gibi Engizisyondan çıkar çıkmaz “İşte hâlâ dönüyor.” diyebilseydi, durum belki de hem kendisi için hem de hastalıktan mustarip olan diğer binlercesi için farklı olabilirdi.
5. Dr. Li’yi öldüren, ona karakoldaki seçimi yaptırtan, rejimin ve partinin çok ötesinde Çin topraklarında bin yıllardır varlığını sürdüren, yeri geldiğinde kökleri Konfüçyüs’e kadar dayandırılabilecek olan konformist – Gerçek kimin umurunda. Yeter ki huzurumuz kaçmasın.- anlayışıdır. Onun ölümünden sonra “ifade özgürlüğü” adına düdük öttürerek evlerinin balkonlarından protestoya katılanların hemen hepsi, eğer Dr. Li’nin karakola çağrıldığı gece orada olsalardı, Dr. Li’nin değil de polisin / devletin tarafını savunacaklardı.
Yaklaşık yedi yıldır Çin’de yaşayan ve çalışan bir öğretmen olarak yanıtımın en çok 5 numaraya yakın olduğunu söyleyeyim. Aslında 3 numara hariç hepsinin katkısı var sonuca ama zaten 1, 2 ve 4 numaralar 5 numarayı bir şekilde kullanan, onun naifliğinden /mülayim görünüşünden istifade eden seçenekler.
Bu konu üzerinde düşünmeye ve yazmaya devam edeceğim. Bir doktorun ölümü değil bu, bir milletin damarlarında bin yıllardır gezinen ortak bir kodun sorgulanması. Lu Xun’un ömrünü yetirip tedavi edemediği hastalık, kendisinin tabiriyle neşteri vurup çıkaramadığı tümör…