Bu Blogda Ara

31 Temmuz 2010

Grabbing the Pain

If suffering is freedom

we were both free

She is a homeless scrub bird

I am a caged canary

She flied from branch to branch

scattered her heart around

I split my heart

to the rebellious verses

 
 

If reunion is freedom

we were both free

Her hands were screaming
              two worlds side by side
We were both from two mountains
               like two tempestuous streams
                             flowing down. 
We had met at a crossroads
We had forgotten being apart
We had forgotten missing
             we were lost in our song
Happiness was a blue child
             playing in our garden
 

Love was actually to seek, I understood

Love was actually to miss, I realized

It is to find, to find again and to lose

a dreamy toy.

They were lies, all lies

There was such a thing called love once upon a time

There was no such thing called love once upon a time

What remained after the pain

were those stares only.

The swans in my eyes

              were actually the clouds of a sunset
They were lies, all lies
I wish I was scattered 
              towards different trajectories.
 

I suffered for many days.

I suffered silently.

In that short life as a guest,

In the chaos of an earthquake,

I lived several thousands years

by grabbing the pain.

If suffering is freedom

               We were both free.
 
Hasan Hüseyin KORKMAZGİL

Translation: Ali Rıza Arıcan

*********************************************************

ACILARA TUTUNMAK

 acı çekmek özgürlükse
       özgürdük ikimiz de
o yuvasız çalıkuşu
        bense kafeste kanarya
o dolaşmış daldan dala
            savurmuş yüreğini
ben bölmüşüm yüreğimi
       başkaldıran dizelere
 
kavuşmak özgürlükse
       özgürdük ikimizde
elleri çığlık çığlık
           yanyana iki dünya
ikimiz iki dağdan
iki hırçın su gibi
            akıp gelmiştik
buluşmuştuk bir kavşakta
unutmuştuk ayrılığı
yok saymıştık özlemeyi
        şarkımıza dalmıştık
mutluluk mavi çocuk
       oynardı bahçemizde
 
aramakmış oysa sevmek
özlemekmiş oysa sevmek
bulup bulup yitirmekmiş
          düşsel bir oyuncağı
yalanmış hepsi yalan
sevmek diye birşey vardı
      sevmek diye birşey yokmuş
acılardan artakalan
           işte bu bakışlarmış
kuğu diye gözlerimde
       gün batımı bulutlarmış
yalanmış hepsi yalan
savrulup gitmek varmış
       ayrı yörüngelerde 
 
 
acı çektim günlerce
acı çektim susarak
şu kısacık konuklukta
deprem kargaşasında
yaşadım birkaç bin yıl
      acılara tutunarak
acı çekmek özgürlükse
          özgürdük ikimizde
 Hasan Hüseyin KORKMAZGİL


24 Temmuz 2010

Till The Day The Face of Earth Becomes The Face of Love

Till the day the face of earth becomes the face of love


Life was without love and it was in pieces.
I found you in the dignity of faith.
I loved you in the beauty of a fight.
That fight did not end yet, still going on
and it will go on
till the day the face of earth becomes the face of love.


“Love”, said all the gurus of life
is to appreciate the beauties with passion.
and to fight for the sake of that beauty.
Here, almond flowers on your face,
Soil and spring smile through your hair.
Are you the one whom I love as a fight?
or are you the one who is the beauty of that fight?


I found you in the dignity of faith.
I loved you in the beauty of a fight.
They chopped our arms a thousand times.
A thousand times they broke us.
But again we are in flowers, we are in fruits
A thousand times they choked the time with the fear.
A thousand times they killed us.
But again we are in birth, we are in happiness
That fight did not end, still going on
and it will go on
till the day the face of earth becomes the face of love.


Since we crossed the first rivers,
the feet of the water became our feet
our hands, hands of stones and soil
We used to multiply in the mornings which were thirsty for rain.
We used to climb your towers with ceremonies.
We used to sing songs from the same lands
with the same voice, with the same heart.
We were the ones giving the violet to the mountains.
Our youth was not yet looted like this in those times ...

Neither the sadness comes with the deaths like sunsets
nor the happiness comes with the births like sunrise
Aey, nature, in one hand you create the gravediggers
in other hand, midwives rushing around
Our call is only for you
Yes, we are living your beauty
It did not end, the fight is going on
and it will go on
till the day the face of earth becomes the face of love!


Palaces, dynasties collapse
The blood will be quitened one day.
Cruelties end
Violets open up on us
Lilacs start smiling
What will leave behind from these days are
those who sail to tomorrow
and those who fight for tomorrow...


Poems will emerge in maturity again.
Emotions will rain again with full of passion.
And heart
At the most unreachable peak of metaphores
Aey, those who claim everything is over.
Those who swallow the intimidation on the table of fear
Neither the flowers resisting in the wilderness
nor the hatred getting bigger in the cities
said farewell yet.
That fight did not end
and it will go on
till the day the face of earth becomes the face of love

Adnan Yücel
Translated by Ali Riza Arican / 24 July 2010

---------------------------------------------------------------------------------------------
Şiirin aslı burada:


Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek

aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!


aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa...


bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!


geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri
suyun ayakları olmuştur ayaklarımız
ellerimiz, taşın ve toprağın elleri.
yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık
törenlerle dikilirdik burçlarınıza.
türküler söylerdik hep aynı telden
aynı sesten, aynı yürekten
dağlara biz verirdik morluğunu,
henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz...


ne gün batışı ölümlerin üzüncüne
ne tan atışı doğumların sevincine
ey bir elinde mezarcılar yaratan,
bir elinde ebeler koşturan doğa
bu seslenişimiz yalnızca sana
yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!


saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler...


şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!


Adnan Yücel




20 Temmuz 2010

Bakandan Zaytung'a Ayakkabılı Uyarı / Öykü

BAKAN’DAN ZAYTUNG’A AYAKKABILI UYARI

Basından sorumlu devlet bakanı Üzeyir Akalın, bu sabah gazetecilerle yaptığı haftalık sansür toplantısında, Zaytung’da yayınlanan bazı haberlerden dolayı sayfanın genel yayın yönetmenine yasal uyarı gönderdiklerini belirtti. Toplantıya sürpriz bir şekilde Üsküdar Büyük Birader Camisi imamını da davet eden bakan Akalın, Zaytung’da yayınlanan ama çok güzel kurgulandıkları için gerçek haberlerden ayırt edilemeyen bir takım yazıların halkı galeyana getirebilecekleri, yaşlıları umutsuzluğa sürükleyebilecekleri ve gençleri suç işlemeye teşvik edebilecekleri için böyle bir uyarıyı yapmak zorunda kaldıklarını ifade etti. Bakanın konuşması sırasında yanında oturan güneş gözlüklü, polis uniformalı imamla birkaç defa fısıldaşarak görüş alışverişinde bulunması ise gazetecilerin gözlerinden kaçmadı.

Konuşmasında örneklere de yer veren bakan, özellikle '2 Yaşındaki Futbolcu Bebek' haberinin oğulları on sekiz yaşına gelmiş ama bir türlü amatör takımlara bile seçilememiş pek çok hayalperest babayı üzdüğünü belirtti. Bunun yanında Afrika’nın kuş uçmaz kervan geçmez bir ülkesine gönderilip, orada unutulan ve Türkiye’ye geri gelebilmek için 'Ermeni soykırımı olmuştur.' deyip, sırf bunun yüzünden hatırlanıp, Ankara’ya hesap vermesi için çağrılan büyükelçi haberinin, devletin üst kademesinde hareketlenmelere yol açtığını ve hatta bu haber yüzünden başbakanın eşinin, MÜSİAD’lı ev hanımlarıyla yapacağı altın gününü iptal etmek zorunda kaldığını söyledi.

Sansürsüzlük Özlemi gazetesinde çalışan iki gazetecinin zaman zaman şiddetini arttıran yuhalamaları ve ıslıklarıyla bölünen konuşmasında bakan, ayrıca, gerçek ve kurguyu ayırt etmeleri için her haberde ufak tefek aksaklıklar olması gerektiğini, aksi durumda haberin içinde tutarsızlık bulamayan okuyucuların, okudukları her şeye inandıklarını ve bunun da önce 'uygar tartışmalara' ardından da kaçınılmaz olarak 'aile içi şiddete' yol açtığını ifade etti. Sonrasında bakan şunları söyledi: "Kurgu ile gerçeğin birbirine teğet geçtiği yerlerde Zaytung yazarlarının abartmaları gerekir. Öyle abartacaklar ki haber vıcık vıcık olacak, neresinden tutsan elinde kalacak. Mesela Ay’da petrol bulundu haberinin sonuna, okuyucuları gereksiz aya gitme fantezilerinden uzak tutmak için BP’nin ayı satın aldığı ifadesi eklenirse çok güzel olur. Hem böylece insanlar artık BP’nin dünyayı kirletemeyeceğine inanırlar ve hayata daha bir umutla bağlanırlar."

Bakan konuşmasını bitirdikten sonra, gazetecilere girişte ellerine tutuşturulan kağıttaki soruları sırayla sormaları için kısa bir süre verildi. Ancak asıl olaylar bu noktadan sonra başladı . Bakandan söz alıp, çalıştığı gazetenin haklarını savunmak isteyen Zaytung muhabiri Ali Başeğmez’in önündeki dev mikrofon, konuşmaya başlar başlamaz, kimliği belirsiz kişilerce çalındı. Ardından 'bağırarak da olsa basın özgürlüğünü savunmalıyım' diyerek devam etmek isteyen Başeğmez, salondaki güvenlik görevlileri tarafından uyarıldı. Susmayan, bağırmaya devam eden, Zaytung’a yapılan uyarının saçmalığını, halkı aptal yerine koymanın gereksizliğini, sansürlere dur demenin zamanının geldiğini bakanın yüzüne haykıran Başeğmez, bakan beyin fırlattığı ayakkabıdan kıl payı kurtulmayı başardıysa da bu çevik manevranın hemen ardından salona doluşan motorsikletli polislerden kaçamadı.

Başeğmez’in ağzına beyaz bir çaput tıkayıp, elini kolunu domuz bağıyla düğümleyen polisler, yüksek orantılı güçle etkisiz hale getirilen gazeteciyi karga tulumba dışarı attılar. Salona geri geldiklerinde ise, bakan Akalın’a ait olduğunu sandıkları siyah ayakkabıyı, kısa süreli bir soruşturmadan sonra gerçek sahibi olan imam beye, saygıda en ufak bir kusur etmeden geri verdiler.

Bu olaylardan birkaç saat sonra kaldırıldığı hastanede bir basın toplantısı düzenleyen Zaytung muhabiri Başeğmez, bu sabah olanların, sırf okuyucular içeriğinden dolayı kuşkuya düşmesinler diye Zaytung’da yayınlanmayacağını, bu yüzden yürekli gazetecilerin ellerini vicdanlarına koyup, sabah cereyan eden olayları çalıştıkları yayın organlarının manşetlerinden vermeleri gerektiğini ifade etti. Zaman zaman sesinin çatallaştığı, sinirden elinin ayağının titrediği gözlemlenen Başeğmez, akşama doğru taburcu edileceğini ve iki gün evinde dinlendikten sonra işinin başına, yani haksızlıklarla ve adaletsizliklerle savaşmaya; yalan da olsa mutlu eden, güldürürken eleştiren, eleştirirken haksızlığı yapanın yüzüne şamar olup patlayan ve mazlumun ahını zalimin tepesinde dolaşan karabasan haline dönüştüren, birbirinden etkili haberler üretmeye, kaldığı yerden devam edeceğini belirtti.

Haber: 'Sansürsüzlük Özlemi' muhabiri Umut Yok.


• Bu, haber biçiminde yazılmış bir öyküdür. Haber değildir