Bu Blogda Ara

09 Eylül 2017

Kaşgar Notları 9: Çinçarpmış Bir Yazarın Hafakanları


Sabah kalktığımda vaktin geç olduğunu fark ediyorum. Telefon çalıyor. Karakul gezisini iptal ettiğimi sanıyordum ama İskender sandığımdan da ısrarcı çıktı. İlla git diyor bana. Paramın yanacağına üzüldüğünden mi yoksa daha fazla para kazanma olanağından –gittiğimiz yerlerde yediğim yemekten, aldığım hediyeli eşyalardan tur şirketi komisyon alıyor olabilir- mahrum kalacağı için mi benim gitmemi istiyor, bunu kestirmem imkânsız. Ben birkaç defa daha gitmeyeceğimi belirtiyorum. Artık gerekçe falan göstermiyorum, sadece yorgun olduğum bahanesini sığınıyorum. Belki de böylesi daha iyi, öteki türlü zor oluyor izah etmek geziyi iptal etme nedenimi. En sonunda o da bıkıyor, yılıyor ve aramayı bırakıyor. Odamda, yatağıma uzanmış bir halde bekliyorum uzun süre, pencerenin önünden gölgeler geçiyor arada, içi domates ve salatalık dolu poşetin periyodik hışırtısı beklentiye sokuyor zihnimi, aynı işi sürekli yapan bir insanın zihni nasıl olur da bir süre sonra bambaşka dünyalara açılırsa benimki de açılıyor, saçılıyor, uzak köşelerdeki uzak noktaları birbirine bağlıyor. Bir yandan tavanı izlerken bir yandan dışarıdan gelen ve estirecin uğultusuna karışan sabahın keskin seslerini dinliyorum. Okula giden çocukların çığlıkları ve kahkahaları, demir çubuğun dövdüğü tenekenin çıkardığı tiz çınlama sesi, uzaklardan gelen araba kornaları, polis düdükleri, belli belirsiz konuşmalar ve aceleci birisinin merdivenleri tırmanırken ayaklarının topuğuyla yarattığı ritmik takırtılar. Gözlerimi kapayıp birkaç metre ilerimde var olan Kaşgar’ı dinliyorum. Bir yandan da soruyorum kendime, Çin’i, istikrarı ve güvenliği koruma konusunda çok mu kayırıyorum acaba diye! Haksızlık mı ediyorum buranın insanına? Onların bu konudaki fikirlerini çok bilmesem de!

Çin hakkında yazmak zordur çünkü henüz kendisini kanıtlamış, dünyaya sunduğu sistemle başarılmış somut bir gelişme, bir buluş ya da bir yenilik yok görünürde. Sözler var sadece, verilmiş binlerce söz ve tutulmuş kendine has bir yol var. Çin usulü sosyalizmin ya da Çin usulü demokrasi dedikleri şeyin ne kadar daha yürürlükte kalacağı bilinmiyor. Şimdiye kadar yapılan icraatlardan yola çıkarak ortaya konan gelişmeler ümit veriyor. Mevcut güçlerin tepkisine ve çekinceli tavırlarına rağmen Çin, bildiğini okuyarak dünyaya ders verme çabasında. Bunun yanında aynı Çin, kendi demokrasi ve sosyalizm anlayışını başarılı kılarak dünyaya alternatif bir sistem sunma arzusunu da saklamıyor pek. Belki şimdilik mevcut rejimin başka coğrafyalara yayılma ya da diğer bölgelerde kök salma gibi bir amacı olmayabilir ama ben eninde sonunda bu amacın ortaya çıkacağını düşünenlerdenim. Birlikte çalıştığı, değer ürettiği ve karşılıklı ticari ilişkiler kurduğu ülkelerde kendisininkine benzer yönetim sistemleri olması işine gelecektir. Hiçbir şey olmasa kendisiyle iyi çalışan rejimleri desteklemek isteyecektir ki bu da yeter dünyanın başka bir köşesindeki huzuru kaçırmaya ya da en azından dengesizlikleri koruyup ezilenlerin acısını artırmaya. Örneğin, bir ülkede askeri rejim varsa ve o ülkede insanlar işkencelere, yargısız infazlara maruz kalıyorsa; Çin, ticari standartları gereğince, bu ülkeye sesini çıkarmayacak ve ülkenin elit kesimiyle –askeri rejimin uzantısıyla- iş yapmaya devam edecek, nihayetinde bu alışverişte hiçbir ahlaki yanlış görmeyecektir. Kendisini yönettiği gibi onları da ya yönetecek ya da ekonomik yaptırım gücünü kullanarak istediği şekilde yönetilmesini sağlayacaktır. Bütün bu belirsizlikler Çin hakkında yazmayı zorlaştıran etkenlerden birincisini oluşturuyor.

İkincisi ise Çin etrafında oluşan siyasi okullar. Gördüğüm kadarıyla üç ana okul var. Çinseviciler, Çinyericiler ve Çinçarpmışlar. Çinseviciler, Çin ne yaparsa yapsın övmeye proglamlanmış, Çin’in her alanda yaptığı gelişmeleri sürekli öne süren ve olumsuz gelişmeleri hasır altı eden kesimdir. Bu kişilerle konuşurken Çin’i eleştirmeye dikkat etmek gerekir. Onlara göre Çin dünyanın değişen eksenindeki son hamledir ve batının sömürgeci / kapitalist döneminin ölüm vuruşunu Çin gerçekleştirecektir. Gerçek sosyalizm bu ülkenin topraklarında yaşanmaktadır ve geçmişte yaşanan bir takım talihsiz deneyimleri ikide bir akla getirerek geleceğe yapıla yatırımları sekteye uğratmak yanlıştır. Hem bu kadar büyük bir ülkeyi yönetmek için hem de ülkenin kaynaklarını doğru kullanabilmek için sansür ve sıkı denetim şarttır. Aksi halde ne büyüme olur ne de gelişme. Bireylerin özgürlüğü halkın huzurundan sonra gelir, gelmelidir de. İnsan özgür olmadan da yaşar ama huzur olmadan yaşayamaz.  Çin hakkında yapılan olumsuz haberlerin büyük bir çoğunluğu ya yalandır ya da abartıdır. Münferit olaylardan yola çıkarak koca Çin hakkında yorum yapmak, sistemi acımasızca eleştirmek ancak artniyetle ve / veya kapitalist zihniyetle açıklanabilir. Burası hem güvenli, hem huzurlu hem de yasaların sınırlarında kalmak kaydıyla zengin olmak isteyenlere her türlü fırsatı sunan birinci sınıf bir ülkedir.

Çinyericiler ise, Çin ağzıyla kuş tutsa bile beğenmeyen, patlayacak inşaat balonunu ya da çökecek borsayı dört gözle bekleyen, bireysel özgürlükten mahrum bir toplumun bilim, sanat ve teknoloji alanında gelişebileceğine asla ihtimal vermeyen, batının demokrasisinin eninde sonunda galip geleceğine inanan ve bunun kanıtlanacağı günün bir an önce gelmesini arzulayan gruptur. Bunlara göre Çin’deki sistem baskıcı, halk da bu baskıcı rejim altında inin inim inleyen zavallılardır. Bunun farkında olmamaları baskı ve zulüm gerçeğini değiştirmez. Ellerinden gelse hemen isyan bayrağını açıp devlet yapısının altını üstüne getireceklerdir. Çin şimdiye kadar almış aldığı yolu ucuz iş gücüne ve taklitçilikten beslenen ekonomiye borçludur. Dolayısıyla bu ülkenin bilim ve teknoloji üreten bir topluma dönüşmesi ham hayaldir. Dünyaya sunduğu şeyler hep pratik alanda boşlukları dolduran araçlardır. Oysa teorik alanda, salt bilgi üretme adına ciddi bir girişimi olmamıştır, ileride de olmayacaktır.

Üçüncü grup ise benim de içine dâhil olduğumu düşündüğüm (olmak için gayret sarfettiğim); arafta kalmayı tercih eden ve “Durum iyiye gidiyor ama dur bakalım ne olacak?” diyerek kalabalığa katılmaksızın yürüyüşü kenardan izleyenler. Çinçarpmıştır ve Çin'in kendisine çarptığının farkındadır. Ayılana kadar sağlıklı bir karar veremeyeceğini bilir. Yeri geldiği zaman Çinsevici olurlar, yeri geldiği zaman da Çinyerici. Bir türlü karar veremezler hangi tarafta duracaklarına, karar verememek rahatsız etmez onları çünkü nasıl ki batının kötü yanlarının yanında iyi yanları da vardır, Çin’den de farklı bir tutum beklenemez. Münferit olumsuzlukları, “münferit” kelimesinin meydana getirdiği kolaycılıktan izole etmek için bu olumsuzluğun arkasında yatan sistemsel soruna odaklanarak analiz etmeye çalışırlar. Bir dağın yüz ayrı yerinde kar birikir ama bu birikintilerin birisi çığa dönüşür. Çığı var eden şey münferit bir aşırı ses ya da uzaklardaki plansız patlama olabilir. Sorun yüz tane düşmeye hazır çığın yakınlarında neden insanların konakladıklarındadır. Dolayısıyla potansiyel “kaza” olmadan kazanın kendisini gerçekleşmesi de olmaz. Bunu gözardı etmek, suçluları cezalandırmamak, sadece ve sadece gelecekteki benzeri kazaların tekrarını sağlayacaktır. Bir düzelmenin olması, sorumluların sıkı çalışıp sorunları yavaş yavaş da olsa çözüyor olmaları, insanların büyük bir çoğunluğunun mutlu ve huzurlu olması sistemi eleştirilemez yapmaz. Samimi bir entelektüele (düşünen zihne) düşen her iki tarafa da söz hakkı vermek ve ezilenlerin / masumların haklarının önceliğini korumaktır. Devlet her ne kadar iyi niyetli olursa olsun hatalar yapar ve bu hatalar kendisine gösterilmezse yapılmış hataların daha büyüğünü de yapar. Çinçarpmışlar, bir yandan Çin’in son yirmi-otuz yılda göstermiş olduğu olağanüstü başarıyla başlarının dönmesine izin verirken bir yandan da akli melekelerini yitirmeksizin bu hızlı büyümenin getirdiği sorunlara insancıl, tarafsız ve hakperest açılardan bakmaya çalışanlardır. 

Bir Çinçarpmış olarak; Çin’in Sincian politikasını güvenlik ve istikrarı koruma adına överken, Çin'in toprak bütünlüğüne saygı duyarken ve Sincian eyaletinin Çin'de kalarak hem ekonomik hem de kültürel* açıdan daha verimli / özgür durumda kalacağını düşünürken; yine de ara ara kendini gösteren sert uygulamalardan kaynaklanan bazı aksaklıkları görmezden gelemem. Örneğin yola çıkmadan önce okuduğum “Yabani Güvercin**” adlı öykünün yazarının on yıl hapse mahkûm edilmesini ve büyük bir olasılıkla hapishanedeyken yeterli tedavi kendisine verilmediği için genç yaşta hayatını kaybetmesini, kendim de bir öykü yazarı olarak nasıl affedebilirim? Nurmuhammet Yasin Örkeş, sözünü ettiğim öyküyü, 2004 yılının mayıs ayında Kaşgar’daki bir edebiyat dergisinde yayımlıyor. Aynı yılın kasım ayında dergi toplatılıyor, Örkeş’in evine baskın yapılıyor. Defterlerine, bilgisayarına, notlarına el konuluyor. Ardından yapılan avukatsız bir yargılamayla –kendisi istememiş avukatı güya- Örkeş 10 yıl hapse mahkûm ediliyor. İnternette bulduğum bilgilere göre yazar 2013’te ölmüş, yani hapisten çıkmasına bir yıl kala. Bu öykünün şimdilerde ayrılıkçı Doğu Türkistan Dernekleri tarafından övülmesi (Çin böyle sert bir önlem almasaydı ayrılıkçıların umurunda bile olmazdı bu öykü, unutulur giderdi, Uygurca ve Çince bilmeyen benim de haberim olmazdı. Şimdi en az on ayrı dile çevrilmiş halde, internetin her yerinde mevcut.) ve web sayfalarında bu konuda yazıp çizmeleri, yazarın düşüncelerini ifade ettiği için cezalandırılması yanlışını düzeltmiyor maalesef. Bağımsızlık istemek bir şeydir, bağımsızlık adına eline silah alıp masumları öldürmek başka bir şeydir. İkincisi insanın canına kıymıştır, suç işlemiştir ve cezasını çekmelidir. Birincisi ise düşüncelerini ifade etmiştir. Bu düşünceleri beğenmiyorsanız karşı düşünceler üretirsiniz, özgürlüğün kuşlar için ne kadar zararlı olduğunu işlersiniz farklı sanat eserlerine. “Yabani Güvercin”in intihar etmediği, hatta tam tersine kafesteyken daha mutlu olduğunu anlatan öyküler yazıp halka dağıtırsınız. Düşünceye düşünceyle, eyleme eylemle karşılık verirsiniz. Devletin gücü ve ciddiyeti bunu gerektirir. Düşüneni hapseden, düşündüğünü ifade edeni susturan, ezen ve yok eden bir rejim içinde yaşadığımız dünyada düşman sayısını artırmaktan başka bir iş yapmış olmaz.

Burada parantez açıp öyküyü sanatsal açıdan pek de beğenmediğimi, metaforik anlatılarda duyduğum o meşhur acı tadı bu öyküde de aldığımı söyleyeyim. Belki edebiyatla haşir neşir olmayan insanlar için değerli bir anlatı olabilir, bilemiyorum. Ben Orwell’ın “Hayvan Çiftliği” ve “1984” gibi romanlarını da “Burma Günleri” romanından ya da “Paris’te ve Londra’da Beş Parasız” anı kitabından sanatsal açıdan daha düşük seviyede görürüm. Anladık, Stalin’i domuz yapmışsın, Troçki’yi fare. Stalin köpeklerini Troçki’nin üzerine salıyor ve Troçki çiftlikten kaçıyor, falan filan... Yaşım ilerledikçe, kendi yazdıklarım da dâhil olmak üzere böyle metinlere dayanamaz hale geldim. İçinde oyun olmasın, yazar zekâsını değil de duyarlılığını göstersin, gözlemleriyle hikâyeyi harmanlayıp, bir mesaj vereyim kaygısı duymaksızın anlatsın öyküsünü. Mesaj yine bulunur zaten, o istemese de bulunur. Yeter ki samimi olsun, bir sancısı olsun, masanın başına otururken “Ben yazarım ve bir şeyler yazmalıyım.”dan başka bir derdi olsun. Konudan uzaklaşıyorum. Parantezi kapatayım burada.

Şunun da farkındayım. Yasaları uygulamanın şiddeti noktasında dengeyi yakalamak çok zordur. Yani, eğer yasa koyucular çok sert davranırlarsa pek çok masumu da gereksiz yere cezalandırmış olurlar. Yok, eğer yumuşak davranırlarsa pek çok suçlu dışarıda elini kolunu sallayarak gezer ve suç işlemeye devam eder. Bu dengeyi korumak ve halkın şikâyetlerini engellemek için adalet sisteminin şeffaf, tarafsız ve eşitlikçi olması gerekir. Oysa Çin bu konuda pek de iyi bir iş çıkarıyor denilemez. Bırakalım şeffaflığı, eleştiriyi bile hoş karşıladığını sanmıyorum. Hoş karşılasa bile eleştirinin dozunu kontrol eder, şikâyetlerin yayılmasını ya da duyulmasını engeller. Bunu da yine istikrarın korunması ve / veya ekonomik büyümenin devamı bahanesiyle yapar. Halk için bireyler feda edilir. Feda edilen bireyin şikâyet etme araçları da elinden alınır. Çin'in toprak bütünlüğünü, terörle mücadelesini ve dini kullanarak dış kaynaklı ayrılıkçı hareketleri körükleyenleri cezalandırmasını anlamak ve bu tedbirlere hak vermek bir şeydir; bu tedbirler uğruna sanatın ve edebiyatın kurban edilmesini desteklemek başka bir şeydir. Birincisine ne kadar hak veriyorsam ikincisine o kadar karşıyım. Kendisine güvenen, haklı olduğunu düşünen bir güç kendisi gibi düşünmeyeni susturmaz, tam tersine ona karşı mantıklı tezler üretir ve onu ikna eder. Güce ve akla yakışan budur. Ancak haksızlar, karşı tarafın kazanacağından korkanlar sorulara izin vermez. Çin gaddar bir öğretmen değildir, ama arada kendisini tutamayıp gaddar bir öğretmen gibi davrandığı ve karşısındaki öğrenciyi ezdiği doğrudur. Bunu görmezden gelmek bir düşünürün / yazarın aydın kimliğine yakışmaz. 

Bu düşünceler, ben böyle gözüm kapalı bir halde yatağa uzanmışken gelmiyor aklıma tabii ki. Uzun süredir kafamı meşgul eden sorular bunlar, Çin’e ayak bastığım ilk andan beri kafamda evirip çevirdiğim ve asla yanıtlayamadığım için havasız bir ortamda salınan bir sarkaç gibi beni, Çinsevicilikle Çinyericilik arasında sürekli götürüp getiren sorular. Öykü yazdığı için hapse atılan ve hapishanede yeterli tıbbi tedaviyi alamadığı için ölen, geride de iki çocuklu bir eş bırakan bir yazarın yerine koymaya çalışıyorum kendimi. Koyamıyorum gerçi, “devletin bekası” denilen saçmalığa inanmadığım için koyamıyorum. Tarihteki hangi devlet baki kalmış ki günümüzdeki şu ya da bu devlet bundan sonra baki olsun? Sömürgeci ya da kapitalist olmayacağım derken sanatçıyı sınırlayan, hatta sınırlamakla kalmayıp onu yazdıklarından dolayı hapse atan, içinde Çin kelimesi bile geçmeyen bir öyküden dolayı eli kalem tutmaktan başka bir şey yapmamış birisini öldüren bir rejime hak vermek zorunda değilim. Batı saldırgan ve sömürgeci tavırlarıyla kötü diye Çin ne yaparsa yapsın iyidir demek ya da böyle bir kural varmış gibi batının karşısına hatasız bir Çin koymak saflıktan da öte bir şey, bir çıkar ilişkisini andırıyor daha çok. Ne zaman Çin’i övsem vicdanım bir nebze rahatsızlık duyuyor bu yüzden çünkü Çin’i överken yapmış olduğu adaletsizlikleri de övmüşüm gibi hissediyorum. Tarihte ne hükümdarlar, ne halklar ve ülkeler gelmiş. Hepsi “devletin bekası” demişler ama hiçbirisi tutunamamış, yok olup gitmişler. Beş bin yıl sonra, yirmi bin yıl sonra kalacak mı bugün kurduğumuz devletler, onların güçlü orduları. Bir Hititli de en az bugünkü bir Amerikalı ya da Çinli kadar çok güveniyordu ülkesinin sonsuza kadar ayakta kalacağına. Hititleri yıkan Frigyalılar da aynı şekilde düşünüyorlardı. Ne ona yâr oldu toprak ne de diğerine. Geride ise bu toprağı paylaşamayanların acısı kaldı geriye, onların ahları, analarının gözyaşları, çocukların kapı ağızlarında bekleyen umutsuz bakışları… Her şey geçici ama insanın acısı, ıstırabı ve çilesi geçici değil, bir tek bunlar sabit, toprağın bağrına saplandıkça daha gür çıkıyorlar ne yazık ki. Hükmetmek, en büyük olmak, en zengin ve nüfuzlu olmak her zaman için iyi olmanın, güzel işler yapmanın ve geride güzel anılar bırakabilmenin önüne geçmiş tarih boyunca. Bu yüzden de kavga asla bitmeyecek, benim umutsuzluğum ölümümle sonlanacak.       

Gözümü açıyorum. Odanın içi estirece rağmen iyice ısınmış. Poşet periyodik hışırtısına devam ediyor, dışarıdan gelen ayak sesleri seyrekleşmiş. Kalkıp duş almak için hazırlık yapıyorum. Ardından, dünden kalma ekmek, kahve, domates ve salatalıkla karnımı doyuruyorum. Sonrasında da kendimi sokağa, güneşin yakıp kavurduğu kaldırımlara atıyorum. Kaşgar'daki son günümde viranşehiri (eski Kaşgar'ı), halk parkını, dev Mao heykelini ve ayaklarımın beni rastgele götüreceği sokakları dolanacağım. 

---

* Özgür bir Sincian çok kısa bir sürede civarındaki diğer ülkelerin kültürel hegemonyasının altına girecek ve çok hızlı bir şekilde asimile olacaktır. En azından Çin'in bir parçası olarak kültürünü yaşatabiliyor, dilini konuşup yazabiliyor, radyosunda ve televizyonunda kendi değerlerini yayımlayabiliyor.  

** Öyküye ağbağı koymuştum ama web sayfası ABD destekli bir grubu temsil ettiği için ağbağını iptal ettim. İsteyen google'da ufak bir arama yaparak öyküye ulaşabilir. Benim okuduğum Türkçe çeviride hata çoktu. İngilizce biliyorsanız İngilizcesini okuyun.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder