Bu Blogda Ara

02 Kasım 2013

Çin Mektupları 16 - Çü Çiubay

Çanco, Çin’in 1,3 milyarlık nüfusu düşünüldüğünde küçük denilebilecek bir kent. Buraya gelmek zorunda kalanların haricinde kimsenin keyif yapmak için bu kente uğrayacağını sanmıyorum. Bazen yolunu kaybetmiş bir iki turist uğrayıp, günübirlik gezilerini yapıyorlar ama onlar da sayıca az. Sanırım bir kısmı aldıkları tatil paketinin parçası olduğu için uğruyorlar buraya, diğerleri de Tianning Pagoda’sının ya da Kırmızı Erik Parkı’nın ününü duydukları için. Bu ikisini gezmek de zaten yarım gün bile almaz. Sonra da hızlı trene binip bir sonraki gidilmesi gereken kente –Nanjing’e ya da Suğço’ya- giderler.

Çü'nün evinde bir oda.
Benim gibi bu kentte yaşamak zorunda kalan bir yabancı için ise Çanco, okunmamış yüzlerce sayfası olan büyük bir kitap. Elimden geldiğince gezmeye, kentin ruhunu tatmaya çalışıyorum. Ara sokaklarda geziniyorum, kızarmış tofu kokan dükkânların önlerinde dikilip insanları gözlemliyorum, parklarda oturup kitabımı okurken çekingen tavırlarla yanıma yaklaşan gençlerle konuşuyorum.
Anne-babasının yatak odası. Duvarda, yatağa yakın olan resim genç yaşta intihar eden annesinin resmi.
Bugün kendisi de Çanco doğumlu olan, ÇKP’nin kurucularından ve ilk önderlerinden sayılan Qu Qiubai (Çü Çiubay)’ın doğup büyüdüğü, şimdi müze haline getirilmiş olan evine gittim. Çü’nün adı Çin tarihi okurken karşıma çıkmıştı. Spence onun romantik şair Xu Zhimo ile Çanco’ya gelip, Tianning Tapınağı’nda dinlendiğini yazmış. Biraz araştırınca hemen buldum kentin merkezinde adına bir müze yapıldığını. Meğer müzenin önünden birkaç kere geçmişim ben, farkında olmadan. Zaten eve yürüyerek 15 dakika mesafede, gitmezsem ayıp olurdu.
Lu Xun ile oturmuşlar, Çin'in geleceğini konuşuyorlar.
Müzeden bahsetmeden önce Çü’nün hayat öyküsünü anlatayım. 1899 yılında benim şu anda yaşadığım kent olan Çanco’da doğuyor. Dedesi varlıklı ama babasının zamanında aile ekonomik anlamda gerileme dönemine giriyor. Bu gerilemede, babasının o zamanlar rahat yaşamak için şart koşulan iki meslekle de (sınav geçerek elde edilen devlet memurluğu ya da risk alarak kazanılan tüccarlık) ilgilenmemesinin payı büyük. Annesi ise önemli bir devlet memurunun kızı, şiirle ve klasik edebiyatla uğraşan kabiliyetli bir kadın. Her ne kadar babası öğretmenlik yaparak ailenin geçimini sağlamaya çalışsa da afyon bağımlısı olması nedeniyle bir türlü çocuklarına (toplam altı kardeş) ve karısına yeterli maddi imkânları sağlayamıyor. 1915’te hayatın omuzlarına bindirdiği yükü daha fazla taşıyamayacağını anlayan annesi intihar ediyor. Bu intiharın genç Çü üzerinde çok büyük bir etkisi olduğu tartışılmaz bir gerçek.
Çü, Şanhay'daki çalışma odasına.
Parasız pulsuz ama gururlu bir genç olan genç Çü, kuzeninin desteğiyle, 1916’da Hankou’ya gidip İngilizce öğreniyor. 1917’de de üniversite okumaya Pekin’e gidiyor. Normal okulların kayıt ücretlerini ödeyemeyeceği için o zamanlar ücretsiz olan Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Rusça Dil Okuluna kaydoluyor. Burada bir yandan Rusça ve Fransızca öğrenirken, bir yandan da çok sevdiği Budacı ve Konfüçyüsçü metinlerini okuyor. Devrimcilerle ilk teması bu yıllarda oluyor. Pekin Üniversitesi’nin baş kütüphanecisi olan Li Dazhao’nun düzenlediği seminerlere katılıyor. Aynı seminerlerde o yıllarda öğrenci olan Mao Zedung da bulunuyor.

Pekin'deki ÇKP binası ve toplantı odası. 
Okul bittikten sonra, “Sabah Haberleri” gazetesinde muhabirlik işine başlıyor. Rusça bildiği için de gazete Çü’yü SSCB’ye gönderiyor. Burada devrimin gerçekleştiği yılları, devrim sonrası yaşananları bizzat gözlemleyen Çü, 1921’de “Açlık Ülkesinde Gezintiler” başlıklı bir kitapta anılarını topluyor. Moskova’da Lenin’in yaptığı konuşmalara tanıklık ediyor, ünlü anarşist filozof Kropotkin’in cenazesine katılıyor, Tolstoy’un çiftliğini ziyaret ediyor. 1923’te ÇKP lideri Chen Duxiu’dan gelen davete icabet edip Çin’e geri dönüyor. 1924’de “Kızıl Başkentten Anılar” başlığıyla ikinci bir kitap çıkarıyor.
Karısının ölümünden sonra evlendiği ikinci karısı ve üvey kızı.
Döndüğünde ÇKP’nin propaganda kolunda görev alıyor. İşçileri grev için örgütlüyor, Şanhay civarında pek çok grevde öncülük yapıyor. 1927’de bir süreliğine ÇKP geçici başkanlığı görevini yürütüyor. Bu sırada fikir öncülüğünü yaptığı Guangzhou ayaklanması, maalesef 5.000 komünist devrimcinin ölmesi ve Guomintang’ın (Ulusalcı Parti) kenti üç günde geri almasıyla son buluyor.

Kültür Devrimi sırasında parçalanan mezar taşı. 1980 sonrası pek çok yazara, politikacıya yapıldığı gibi Çü'ye de iade-i itibar yapıldı ÇKP tarafından.
1928’de tekrar Moskova’ya gidiyor. 1930 yılında geri döndüğünde parti üyeleriyle ciddi anlaşmazlıklar yaşıyor. Özellikle devrimin nasıl yapılacağı konusunda Mao ile fikir ayrılığına düşüyor. Mao devrimin kırsal kesimden başlatılıp, kentlere doğru ilerlemesi gerektiğini savunurken; Çü tam aksini iddia ediyor. Partiyle yaşadığı bu ihtilaflardan sonra bir süre modern Çin edebiyatının iki ünlü yazarı olan Lu Xun ve Mao Dun (Komünist Parti Lideri olan Mao Zedong değil) ile birlikte çalışıyor. Onların “Solcu Kültür Hareketi”ne katılıyor. Her ikisiyle de yakın arkadaşlıklar kuruyor. Partiyle olan bağlarını da koparmıyor. Bir yandan mücadeleye devam ediyor. 

Yeni Gençlik dergisinin bir nüshası. 
1934'de Şanhay devrimciler için yaşanmaz bir kent haline gelince Merkezi Devrim Üssünün olduğu Ciansi eyaletine gidiyor. Burası aynı zamanda Mao'nun Büyük Yürüyüşü'nün başladığı yer. Çü yürüyüşe katılmıyor, güneyde kalıp, gerilla savaşına devam ediyor. Aynı yıl içinde Guomintang güçleri tarafından Ciansi’de yakalanıyor. İşkence görüyor ve hiçbir şekilde Guomintang yetkilileriyle anlaşmayacağını belirtiyor. Hapishanedeyken son kitabı olan “Gereksiz Sözler”i yazıyor. 18 Haziran 1935’te kafasına mermi sıkılarak idam ediliyor. İdam ediliş sahnesi şu şekilde anlatılır:

Üvey kızına yazdığı bir mektup. 
İdam gününde, idamın gerçekleşeceği Çanting’deki Congşan Parkına doğru sakin bir şekilde yürüdü. Sürekli, kendisinin Çinceye çevirdiği "Enternasyonal"i ve “Kızıl Ordu Şarkısını” söylüyordu. Arada bir de “Yaşasın Çin Komünist Partisi”, “Çok Yaşa Komünizm” diye bağırıyordu. Parkın içindeki küçük bir yokuşa vardıklarında, çimenlerin üzerine oturdu, gülümsedi ve başıyla celladına işaret ederek “Burası çok iyi.” dedi. Ardından kafasına sıkılan kurşunla 36 yaşında hayata veda etti.

Karısıyla birlikte gittiği bir seyahat sırasında. Muhtemelen güney Çin'de bir kasaba.
Çü sarsılmaz bir devrimciydi. Bunu daha iyi anlamak için, zamanın romantik şairi Xu Zhimo’nun, Nobel ödüllü şair Tagore’u, Çin’e getirip, Çinli gençlere seminerler verdirmesi düşüncesine, Çü’nün verdiği tepkiye bakabiliriz. Tagore, verdiği derslerde Çin’i uyarıyordu. Modernleşme uğruna kökünüzden kopmayın, sevgi ve kardeşlik bağlarını zayıflatmayın, saygıdan ve anlayıştan ödün vermeyin, hırslı olmayın ama umudunuzu da asla yitirmeyin.

Güya bu derslerle Tagore, Çin’in bin yıllık sorunlarını çözecek, pek çok sorunun arkasında yatan Konfüçyüsçü felsefeye zarar vermeden yoksulluğu, yolsuzluğu ve eğitimsizliği halledecekti. Çü’nün bu “sevgi pıtırcığı” şaire karşı sözleri çok sert ve net olacaktı.

Lenin ve Çü, yanyana. 
“Hindistan zaten yıllardır İngiliz sanayisinin bir sömürgesi olarak yaşıyor. Buna rağmen Tagore geçmişin dünyasında kalmış, hala “sevginin ve ışığın” mesajlarıyla kapitalist İngiliz sömürgecilerinin kalplerini kazanacağını düşlüyor. Hindistan’ın gerçek siyasi kavgasını görmezden gelmeye çalışarak bir bakıma imkânsızı başarıyor. Hindistan çoktan modernleşti ama öyle görünüyor ki Tagore, Brahma’nın barakasına dönmeye çok meraklı. Tagore ve Hindistan aksi yönlerde ilerliyorlar. Zaten kendisi birkaç yüzyıl öncesine gitmiş bile. “ (Kaynak: The Gate of Heavenly Peace: Chinese and Their Revolution, by Jonathan Spence. Çeviri AA)


Şu anki ÇKP genel sekreteri Xi Jinping de ziyaret etmiş müzeyi. 
Bu okumaları müzeye gitmeden önce yaptığım için gördüklerim karşısında çok bir şaşkınlık yaşamadım. Müze ücretsiz, girişteki broşür tamamıyla Çince.Yalnız kapıdaki defteri imzalarken yanımda beliren iki üniversite öğrencisi kız, gönüllü olarak müzede görev aldıklarını söyleyince acayip sevindim. Hoş, müze konusunda onlar benden daha bilgili olsalar da Çü’nin yaşam öyküsü hakkında ben onlara bilgi verdim. Ne Tolstoy’u biliyorlardı ne de Mao Dun’un Çü’nün arkadaşı olduğunu. Yaklaşık bir saat boyunca gezindik müzede. Çok görülecek bir şey olmadığını kabul edersek bol bol Çü ve onun zamanındaki diğer önemli adlar hakkında konuştuk diyebilirim. Resimlere uzun uzun baktım, kimisini kitaplarda görmüştüm. Kimisi ilk defa karşılaştığım için ilgimi çekti. Özellikle “Yeni Gençlik” dergisinin (Lu Xun, Mao Dun ve Çü Çiubay gibi devrin aydınlarının yazdığı bir dergi) bir nüshasını görünce acayip sevindim. Spence çok bahsediyor bu dergiden kitabında. Üvey kızına yazdığı mektubu görmek de güzel bir sürpriz oldu benim için. İlginç bulduğum şeylerin fotoğraflarını çektim. Kızlardan birisinden de rica ettim benim Çü heykeli önünde bir fotoğrafımı çekmesini. Sonra da kızlara yardımları için teşekkür ettim ve müzeden ayrıldım.

Tabii böylesi tarihi bir figürün doğup büyüdüğü evde gezinirken insan ne düşünür, ne düşünmelidir, hangi duygularla odaları gezmelidir; bunları tartışmak lazım. Olumlu ya da olumsuz, ÇHC tarihinde önemli bir yeri var Çü Çiubay'ın. Çocukken, bu evin odalarında koşuştururken neler geçiyordu aklından acaba? Annesi onu nasıl seviyordu? Babası onu omuzuna alıp gururla gezdiriyor muydu? Hiçbir çocuk "Ben büyüyünce devrimci olacağım." demez, ileride hangi mesleği seçeceği sorulduğunda. Çü ne olmak istiyordu annesinin intiharından önce? Budacılığın yumuşak söylemlerinden uzaklaşıp, Tagore'a o lafları söyleyen bir insan olma yolunda hayatın hangi zorlukları, yaşadığı hangi deneyimler, gözlemlediği hangi iğrençlikler; Çü Çiubay'ı yılmaz bir devrim fedaisi yapmıştı? Hepsinden öte, ölüme giderken düşünmüş müydü doğup büyüdüğü evi, aklına gelmiş miydi annesinin şefkatli kolları, üvey kızının sevecen yüzü... Hem bir insan nasıl der celladına "Tamam burası iyi, beni burada öldürün." diye? İşkencelere katlanırken aklına gelmiş miydi evin bir odasında sızmış kalmış olan afyon bağımlısı babası? Yazdığı son kitapta kendisini aşağılayan bir dil kullanması aslında Budacı mütevazılıktan bir parça içinde kaldığı için miydi? 36 yaşında -benim şu anki yaşım- ölen bir insan nasıl olur da bir ülkenin tarihinde bu kadar etkili olabilir? Ne ilginç değil mi, geçen yaz şiirlerini okuduğum, nedense kafamın içinde karakter olarak Çü'ye benzediğini düşündüğüm, Mayakovski de 37 yaşında ölmüştü. Belki karşılaşmışlardı Moskova'da, kimbilir? Kimse bilemez! Bilmesin de zaten. Bilmeyelim daha iyi...

Aşağıda Çü Çiubay tarafından yazılmış bir şiir var. Yaşam felsefesini özetleyen, davasını anlatan güzel bir şiir. Kafamın dingin olduğu bir günde Türkçeye çevireceğim.

The Iron Flower*

I’m in no soft, smooth comfortable world,
I’m perched in no glory and splendor;
I’m in a smoke-filled somber factory
Casting my iron flower in the forge, flames around me.

Iron flowers get no reflected sunlight,
Iron flowers get no moonbeam solace;
In the furnace metals are fused in a typhoon of flame
Which laughingly molds the emerging pistils.

In that place the noise of clanging iron is raucous,
In that place the sound of golden metal is urgent;
It is like a copper tree withstanding the constant gales.
This is my love, I won’t reject it.

Nobody here is waving a feather fan, engaged in a stately dance<
Here what you see are calluses—and strength;
In the factory blaze inextinguishable jets of flame,
Dazzling our stalwart unfrightenable chests.

I breathe in the anger of the blast furnace workers,
I have a fantasy of the “Great Community”:
A shrill song surges in my throat—I call out in drunken laughter “The masses!”
Casting my iron flower in the forge, flames around me.

* İngilizceye çeviren kişinin adını bulamadım.

---

Kalan resimleri aşağıya ekliyorum. Bir sonraki yazıda Tianning pagodasından ve genel olarak Çin'deki pagodalardan bahsedeceğim.

Çü ve karısı. Not alıyorlar.

Lenin'in halka yaptığı konuşmalardan birisi. 

Çü ve Lu Xun
Ve ben: Çü Çiubay heykelinin önünde. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder