Bu Blogda Ara

12 Kasım 2013

Çin Mektupları 17 - Tianning Pagodası

Bu cumartesi hava fena değildi. Çanco’nun simgesi haline gelmiş olan Tianning Pagoda’sına bir gidelim dedik. Ne de olsa dünyanın en yüksek pagodası. Aynı zamanda 154 metreye varan yüksekliğiyle yeryüzündeki en uzun boylu ahşap yapı. Toplam on üç katı var ve her katı bir önceki katına göre biraz daha küçük çaplı. Her biri bir öncekinden biraz daha ufak şemsiyelerin üst üste konmuş hali gibi düşünülebilir. Ya da internete girip “pagoda” sözcüğünü arayarak pek çok resme ulaşılabilir. Uzaktan bakınca pek fark etmiyorsunuz ama dibine gidip gözümüzü dikince heybetli bir şey olduğunu anlıyorsunuz. Kentin simgesi dedim ama eski bir yapı olduğu sanılmasın. 2002’de inşaata başlamışlar, 2007’de de bitirmişler. Topu topu altı yıllık bir geçmişi var. 

Pagoda'nın tapınağın bahçesinden görünüşü.
Gerçi, pagodanın bulunduğu alan 1350 yıldır (Tang Hanedanlığından beri) kutsal bir yer. Buraya defalarca pagoda dikmişler, defalarca da yıkmışlar. 2001 yılında, Dünya Budist Topluluğu tarafından buraya bir pagoda dikilmesi kararı alınmış. Uzak yakın tüm Budist ülkelerden gelen bağışlarla pagoda inşa edilmiş. Kullanılan ahşabın hemen hepsi Burma’dan ve Papua Yeni Gine’den getirilmiş. Pagodanın en üst katında 30 tonluk bir çan var ama çanı çalmak için bağış yapmak gerekiyor. Ayrıca pagodaya giriş çok ucuz değil. Kişi başı 80 Yuan (26 TL) ödedik. Şanhay’daki Konfüçyüs Tapınağı sadece 10 Yuan idi.

Çaputlar ve künyeler. Tibet Budizmini anımsatıyor. 
Uzun uzun pagodayı ve içindekileri anlatmaya gerek yok sanırım. Tıpkı tüm diğer kültür nesnelerinde olduğu gibi burada da önemli olan deneyimi yaşamak olduğu için ben ne kadar canlı sözcüklerle anlatırsam anlatayım, okuyucu için çok bir şey ifade etmeyecektir. Pagoda, adını taşıyan Tianning Tapınağının bir parçası, aynı zamanda Kırmızı Erik parkının hemen yanı başında. Parka giriş ücretsiz olduğu için ikisinin girişi ayrı tutulmuş. Parktan bakınca pagoda ne kadar haşmetliyse, pagodanın tepesinden bakınca da park o kadar geniş ve alımlı.

Tapınağın içi. Bronz Buda heykelleri. 
Tıpkı diğer tapınaklarda da olduğu gibi burada da toprak rengi kumaşlara bürünmüş rahipler, mini eteğini çekiştirerek secdeye eğilen Budist kadınlar, sıkıntıdan akşama kadar cep telefonuyla oynayan müze sorumluları, gördüğü her şeyin fotoğrafını çeken gençler ve sağda solda çığlıklar atarak koşturan çocuklar vardı. Aslına bakılırsa benim en çok ilgimi çeken şey pagodanın kendisi olmadı. Büyük kapıdan içeri girmeden önce, yürüme yolunun iki tarafındaki duvarlara işlenmiş, sanırım Budist hikayelerden sahnelerin canlandırıldığı kabartmalardı en çok dikkatimi çeken. Her bir yüzde, hayatı takmamayı kendisine düstur edinmiş, gülerek birbirleriyle konuşan, bir Zen menkıbe kitabından fırlamış olduklarını düşündüğüm, şen şakrak adamların hayat hikayeleri vardı. Çehrelerini saran o mutluluğu, yanaklarına yayılan o tatmin olmuşluk duygusunu izledim. Hepsinin bakışlarında hayatı çözmüşlüğün, ufak tefek sorunları dert etmenin gereksizliğinin mesajı vardı.  Yüzyılları aşan, hanedanların üzerinden atlayan, savaşların ve kıyımların yanından geçen bir bilgiçlik, bir tamamlanmışlık, bir Nirvana’ya ulaşmışlık duygusu fışkırıyordu gözlerinden. Sönmüş ateşin külleriyle ustaca oynayan yüzlerdi bunlar… Uzun uzun baktım her birisine, birkaçının da fotoğrafını çektim, sonra etrafta dolanmaya devam ettim.

Tianning Tapınağı - Neden sarıya boyanmış? Müze olduğu için mi?
Bu gezintiler sırasında iki defa Çinli gezginler tarafından durdurulduk. Birincisinde kulağımın dibinde ben sağırmışım gibi bağırarak konuşan bir yazarla tanıştım. Bendeki şansa bakın ki adam roman ve öykü yazıyormuş. Tek sorun benim Çince, onun de İngilizce konuşamıyor olmasıydı. Üç beş kelime İngilizce biliyordu ama derdini anlatana kadar –örneğin bana nerelisin diye sorana kadar- beş dakika geçiyordu. Gerçi, tapınağa gelen diğer ziyaretçilerden birisinin İngilizcesi iyiydi de bize biraz yardımcı oldu. Ayaküstü 10-15 dakika konuştuk. Telefon numaralarımızı verdik birbirimize. Eleman Çanco’lu değilmiş. Kristalleriyle ünlü olan Lianyungang adlı bir kenttenmiş. Eve gidince baktım, buraya çok da uzak değil. Belki bir hafta sonu atlar gideriz, adını bile söyleyemediğim (Defterime adını Çince karakterlerle yazmış. Neyse ki telefon numarası Çince rakamlarla değil.) bu yazar arkadaşın misafiri oluruz.
Kadın mutluluktan çıldıracaktı neredeyse :) Neyse ki adamın aklı başında idi biraz. 
Bir diğer ilginç olay da pagodanın bahçesinde gerçekleşti. Genç bir çocuk utana sıkıla yanıma geldi. “Merhaba, ben … “dedi. “Babam sizinle resim çekilmek istiyor. Mümkün mü acaba?” Ben şaşırdım tabii, kendisi için konuşsa anlayacağım da babası için böylesi bir ricada bulunması tuhaf geldi. “Babanız kim?” dedim, şaşkınlığımı gizleme ihtiyacı duymadan. “Babam, bakın şurada. Yanındaki de annem. Ben onu mutlu etmek istiyorum. Sizinle bir fotoğraf çekilirse çok mutlu olacak.” dedi. “Bir insanı mutlu etmek ne kadar da kolay bazı ülkelerde.” diye geçirdim tabii aklımdan. “Olur” dedim gülümseyerek. Genç delikanlıyı medeni cesaretinden dolayı tebrik etmek için sırtını sıvazladım. Genç, koşarak babasına gitti. Birkaç saniye sonra babasıyla beraber yanımdalardı. Önce babasıyla fotoğraf çekildim, ardından annesiyle, ardından hem babası hem annesiyle, sonra kim olduğunu bilmediğim genç bir kadınla (ablası, halası ya da teyzesi olabilir), ardından bu kadının kocası olduğunu düşündüğüm bir adamla, ardından da ikisiyle, sonra genç çocukla ve annesi babasıyla… Bu arada J, benim konu mankenliğimi tarihe geçirmek için bir iki kere deklanşöre bastı. Fotoğraf faslı bittikten sonra ben onlara, onlar da bana teşekkür ettik ve ayrıldık. Pagoda'ya girdik.
Sahneye sonradan girenler. 
Pagodanın her katı birer müze olarak yapılmış ama her kata giriş yok. Biz ilk iki katı gezdikten sonra asansörle 11. kata çıktık. Burada camdan ve kristallerden yapılmış Buda heykelleri vardı. Manzara da fena değildi. Yalnız, ne kadar yüksek yapılırsa yapılsın artık insanlar bu yüksekliğe rağbet etmiyorlar çünkü hemen herkes gökdelen gibi binalarda yaşıyor. Kim ne yapsın pagodanın tepesine çıkıp kenti izlemeyi. Biz yine adet yerini bulsun diye 11., 12. ve 13. katlardan balkona çıkıp, şehr-i Çanco’yu tüm sisleri, tüm kirleri ve tüm sakinliğiyle temaşa eyledik.  Açıkca itiraf edeyim, “Sana dün bir pagodadan baktım aziz Çanco” diyesim hiç gelmedi. Zaten hava kirliliğinden dolayı uzakları göremedik. Sadece burnumuzun dibindeki yapıları gördük, tanıdık, parmakla işaret ettik. Çalıştığım okul hemen yanı başımızda görünüyordu, parktaki insanlar bizim pagodanın tepesinde olduğumuzu fark etmeyecek kadar yeşille meşgul, az ileride Yanling yolu, kilise, AVMler. Gerisi de yok zaten. Uçsuz bucaksız bir grilik, sürekli dünyaya buzlu bir camın arkasından bakıyormuşuz hissi uyandıran bir yabancılık…
Pagoda'nın tepesinden Kırmızı Erik Parkı
En üst kattan sonra içeriden bir merdivenle dev çanın olduğu bölüme gidiliyor. İnsan sormadan edemiyor cidden, “30 tonluk bu demir çanı bu yüksekliğe nasıl çıkardınız?” diye. Çan’ın etrafı çevrilmiş, arkasında bir görevli bekliyor. Çan çalmak için yüklü bir para ödemek gerekiyor. Tek başına çalmak diye bir seçenek yok. Onun yerine, 1-3 kişi için 200 Yuan, 3-5 kişi için 300 Yuan gibi bir ücret tarifesi var. Çan çalmak gibi bir fantezim olmadığı için bir iki fotoğraf çekip inişe geçiyoruz.
Pagoda'nın tepesinden çalıştığım okul.
Eve gidince pagodalar hakkında biraz okuma yapıyorum. Çin’deki pagodaların hemen hepsi birbirine benziyor. Budizm’in ortaya çıktığı ülke olan Hindistan kaynaklılar. İlk yapılanların tabanı daire ya da kare şeklindeymiş ama 10. yüzyıldan itibaren sekizgen bir şekle bürünmüşler. Kutsal emanetleri, dinsel metinleri ve halk tarafından saygı duyulan kişilerin küllerini saklamak için yapılan stupalardan türemişler. Her ne kadar böyle somut amaçlar için yapılmış olsalar da halk tarafından üretilen hurafelerden nasiplerini almamaları olanaksız. Aşağıdaki alıntı wikipedia’dan.

Kristal Buda heykeli ve etrafındaki ışıklı süsleme.
Fuzhou’daki bir pagoda 1210 tarihinde çökünce; kent ahalisi bu elim kazayı, o yılki memurluk sınavlarında (KPSS) yaşanan büyük başarısızlığa bağlamışlar. Malum, bu sınavları geçmeden devlette önemli noktalara gelmek kolay değil. Halk, 1223 yılında pagodayı tekrar dikmiş ve üzerine o yıl sınavlarda başarılı olan adayları adlarını kazımış.  Böylece kentin başındaki uğursuz havayı kovacaklarını düşünmüşler.

30 tonluk demir çan. 
Küçük bir hikaye ama aslında Çinlilerin inançları hakkında çok şey söylüyor. Hatta hemen hemen tüm halkların inançları hakkında bir şey söylüyor da diyebiliriz. Herbert Allen Giles, 1911’de yazdığı “Çin Uygarlığı” kitabında (Bu kitabın ve aynı devirde yazılan benzeri oryantalist kitapların eleştirisini ileriki yazılarda yapacağım.) şöyle diyor.

Adını anımsayamadığım bir tanrı ya da tanrıça. 
İlahi bir müdahale gerekmedikçe sıradan Çinli vatandaş etrafındaki kutsalları ihmal etmekten çekinmez. Ne zaman ki bir hastalık ya da bir ekonomik sorun adamın ailesinin başını sarar, o zaman adamcağız hemen tapınağa koşup tanrılarının önünde secdeye gider.

Duvardaki kabartmalardan bir tanesi. Diğerleri için ağbağını aşağıya koydum.
Burada her ne kadar Giles’ın görüşüne itiraz etmesem de –kendi gözlemlerimden ve okuduğum diğer metinlerden yola çıkarak-, bu söylemin oryantalist bir tarafı olduğunu savunabilirim. Çünkü sadece “Çinli sade vatandaş” değil, dünya üzerindeki “tüm sade vatandaşlar” yapıyor böylesi bir hareketi. Dolayısıyla, doğuluya vurduğu sopayla kendisine ya da kendisinin geldiği batı uygarlığına vurmayı unutuyor Giles.

Asya'da sıkılıkla karşımıza çıkan heykellerden birisi. 
Bunu belki yaptığı ayrımcılığın nereye varacağını bilmeden yapıyor. Sonuçta kendisi Çin’e kısa bir yabancı gözüyle bakmış, üç-beş Çinli aydınla konuşmuş, ama kitabında yollarda gördüğü, dillerini ve geleneklerini bilmediği fakir fukaraları yazmış birisi Giles. Pek çok oryantalist yapıtta görülen sınıf-farkı kökenli tuhaflıklar onun kitabında da var olduğu kabul edilen “Çinli kimliğine” indirgeniyor. Gilles adından söz etmese bile, Kuzey Amerikalı bir misyoner olan Arthur Smith’in, “Chinese Characteristics” adlı kitabından etkilendiği bir gerçek.  Hatta Lu Şun’un da bu kitaptan çok etkilendiğini ve bu yüzden yıllarca kafasını Çinli kimliğindeki arızaları tanımlamaya ve çözümlemeye yorduğunu söyleyebiliriz. 

Çin Kimliği ve Oryantalizm başlı başına bir mektubun konusu olacağı için burada kesiyorum. Aşağıya pagodada çektiğimiz diğer resimleri ekliyorum.

Daha fazla bilgi için:











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder