Bu Blogda Ara

21 Ekim 2012

Yazma Lisansı


Vapurların eski aşklar gibi durmaksızın gözümün önünden geçtiği bu sahil mekânını iyi buldum. Oturdum bir tabureye, çay söyledim az ileride semaverde çay yapıp 2 liraya satan açıkgöz adamdan. Çıkardım defterimi, başladım yazmaya. Her bir cümleyi yazdıktan sonra başımı kaldırıp, birkaç metre ileride balık tutan gençlerin oltalarına bakıyordum. Sanki onların balığı düşecekti benim defterime. Uzun süredir yazmayı tasarladığım öyküye nihayet başlayabilmiştim. Demek eksiğim buymuş; yumruk olup sahili döven deniz, yerde buldukları pet şişeye vurdukça vuran çocuklar, sudan çıkacak hamsileri bekleyen kediler, ellerinde haritalarıyla gezen turistler… Birinci sayfanın sonuna yaklaşmış, soğumakta olan çaydan bir fırt çekmek için sabırsızca yazıyordum ki önümde dev bir gölge belirdi. Başımı kaldırdım, resmi elbisesi ve gayri-resmi bıyığıyla bir bekçiye benziyordu bu.

- Merhaba hanfendi?

-Me, merhaba!

-Kusura bakmayın rahatsız ettiğim için ama ne yazdığınızı öğrenebilir miyim, sizin için mahsuru yoksa?

-Ne ne, na nasıl yani? Size ne benim ne yazdığımdan? Hem siz kimsiniz?

-Hanfendi, polisim ben. İşte bu da kimliğim. Sadece ne yazdığınızı öğrenmek istiyorum.

-İyi ama neden? İstediğimi yazarım. Değil mi? Kimi ilgilendirir benim ne yazdığım?

-Hayır hanfendi, maalesef istediğinizi yazamazsınız. Kanunlar var, kurallar var. Dingonun ahırı mı burası, öyle herkese her istediğini yazsın?

-İyi ama memur bey, ben sadece yazıyorum. Yayınlama aşamasında yaparsınız, zaten yapıyorsunuzdur ya neyse, o aşamada yaparsınız sansürü.

-Hah işte hanfendi. Biz sansür yapmak istemiyoruz. Sansür yapmaktan kaçınmak için yazılanları daha yazılmadan ortadan kaldırıyoruz. Böylece ifade özgürlüğüne bir halel de gelmiş olmuyor. Malum, Avrupa Birliği falan, hükümetin başı sıkışık.

-Ba ba bakın memur bey, ben sıradan bir öykü yazıyorum. Bunun ne siyasetle ne de başka türlü bir yasadışılıkla ilişkisi var. Bundan emin olabilirsiniz?

-Olamayız hanfendi. Maalesef olamayız ve olamadığımız için de işimizi şansa bırakamayız.  

-İyi ama daha konuya bile girmedim. Öylesine boğazı betimliyordum. Martılar, balıkçılar, boğazın dalgaları falan filan. Karakterleri yazmaya birazdan başlayacaktım.

-Ha, demek zamanında geldim. Yalnız, ben konuya girmeden önce şu formu doldurabilir misiniz? Soruşturmanın devamında bana yardımcı olması açısından bu form önemli.

- Ne formuymuş bu? Bir bakıym!

-Bu arada ben çay söylüyorum. Size de alayım mı bir çay? Bu soğumuş.

-Ama bu formda öyküdeki karakter sayısı, karakterlerin meslekleri, birbirleriyle olan akrabalık ilişkileri, olayların geçtiği yerin adı soruluyor. Ben bunların pek çoğuna henüz karar vermedim.

-İyi ya işte, yazar hanım. Bu form size yardımcı olur. Çabucak bu eksikleri tamamlarsınız.

- Ama memur bey, ben bu şekilde çalışmam. Yani, öykü yazıldıkça kendi karakterlerini yaratır, ben onları takip ederim. Öyle işin başından sonunu bilerek yazmam öykülerimi. Belki başka yazarlar her şeyi baştan planlayıp, yapıyor olabilirler. Ben farklıyımdır.

-Bakın hanfendi, devletin memuruna zorluk çıkarmayın. Bu formu eksiksiz doldurun. Öykünüz bittiğinde yayınlanmasını istiyorsanız bu formun Kültür Bakanlığı’na en yakın zamanda ulaştırılması ve Bakanlık müfettişleri tarafından onaylanması gerekiyor.

- Ama neden?

- Çünkü geçen ay bir dergide yayınlanan öykünüzde, koşan bir adam yolda yürümekte olan polis memurunu geçiyordu. Bakanlık yaptığı incelemede, yazmış olduğunuz öykünün halka, “eğer hızlı koşarsanız polisin elinden kurtulabilirsiniz” türünden tehlikeli bir mesaj verebileceğini öngördü. Fakat, yayınlanmış yapıtlara sansür uygulamayı AB müktesebatına ters bulduğu için müdahale etmemeyi tercih etti. Bu yüzden sizin bundan sonra yazacağınız yapıtları, yazılma aşamasında elden geçirmek istiyor. Yani amacımız sizi sansürlemek değil, öykünüzü sansür gerektirmeyecek hale getirmek.

- A, anlamadım! Böylesi daha kötü değil mi? Benim elimden çıkan yapıtı, sağından solundan kırpıp, bir hilkat garibesine dönüştürdüğünüzde, ben ona nasıl benim yapıtım diyebilirim? Saçma sapan bir iş yaptığınızın farkında mısınız?

- Sorgulamayın hanfendi, formu doldurun. Siz doldurmuyorsanız, ben doldurayım. Verin bana kalemi de! Yıllarca düşünce özgürlüğü dediniz. Tamam düşünmekte özgürsünüz. Ama söyleyemezsiniz aklınızdan geçen her şeyi. Yazın karakterlerin adlarını birer birer.

- Yazmadığım öykünün henüz var olmayan karakterlerinden mi bahsedeceğim.

-Evet, en ufak kırıntılar bile işimize yarayacak bilgiler içerir. Söyleyin bakalım, kimler var bu öyküde?

-Ali, Süleyman ve Rıfkı adında üç kardeş, öykünün başında boğazda balık tutuyorlar. Oldu mu?

- Dalga mı geçiyorsunuz hanfendi? 2010 Mayıs ayında, adları İlker, Başer ve Soner adlı üç kardeşin boğazda balık tutarken ettikleri kavgadan bahseden bir öykü yazmıştınız. Aynı şeyi yazamazsınız, beni de kandıramazsınız!

-Yazdığım tüm öyküleri ezberlediniz mi?

-Evet, işim bu. En çok kullandığınız sözcük “heves”, en gereksiz yere kullandığınız sözcük “meltem”, en sık seçtiğiniz konu “varoşlarda büyümüş çocukların ve gençlerin hüzünlü hikayeleri”.

-Tamam, susma hakkım var mı? Zaten şu anda yazmakta olduğum öykünün karakteri dilsiz ve sağır birisi. O yüzden öyküde pek konuşma yok. Sadece betimlemeler.

-Olmaz öyle şey, sizin öykülerinizde betimlemeler asla öykünün ana kısmını oluşturmaz. Diyaloglara önem veren bir kişisiniz. Hatta okuduklarıma dayanarak yazdığınız betimlemelerin yetersiz ve çiğ kaldıklarını söyleyebilirim. Diyaloglarda iyisiniz. Bence böyle devam edin yalnız etrafınızdaki insanların konuşmalarına azıcık kulak misafiri olun. Yazdığınız bazı diyaloglar fazlasıyla eklektik ve yapay geliyor kulağa. Yazdıklarınızı seslice okuyun bir kere, düzeltmeleri ona göre yapın.  

-Beni bu kadar tanıyorsanız, buyurun yazın benim yerime. Anlaşılan beni de üslubumu da çok iyi biliyorsunuz. O halde benim yerime de yazabiliyor olmalısınız.

-Olmaz öyle şey. Yazar ve yazılan iki farklı şeydir. Ben yazılanları biliyorum, yazarı değil. Hadi söyleyin artık, kim bu öyküdeki karakterler.

-Söyleyemem memur bey, bilmiyorum. Vallaha billaha bilmiyorum.

-Bu konuşan siz misiniz yoksa varoşlarda emniyet sübabı olarak inşa edilmiş bir camiden çıkan bir delikanlı, polise, cebinden çıkan çakının kendisine ait olmadığını mı anlatmaya çalışıyor?

-Ne, deli misiniz siz memur bey? Benim ben, yarım saattir vaktimi çalıyorsunuz, şimdi de yalancılıkla itham ediyorsunuz.

-Karakterler lütfen. Bakın sizden sonra bir şair bir de senaryo yazarı var sırada. Daha fazla almayın vaktimi.

- Tamam, tamam, yazın. Siz de kurtulun, ben de kurtulayım. Ana karakter, 15. yüzyılda boğazı geçerken batan bir kayıkta hayatını kaybeden bir genç kızın hayaletinin günümüzde geri gelmesi ve İstanbul’u anlatması.

- Öyküde polis var mı?

-Şimdilik yok ama olabilir.

-Olmasın. Asker var mı?

-Çarşı iznine çıkmış bir askerle karşılaşacak kız, aşık olacak ama hayalet olduğu için…

- Anladım, o askeri çıkarın. Askerleri aşık olan zayıf erkekler olarak yansıtamazsınız.

-Nasıl yani, aşık olamaz mı askerler?

-Bu tartışmaya girmeyeceğim hanfendi. Devam edin, öykünüzde ülkemizi ziyaret edecek turistleri ve işadamlarını rahatsız edecek türden gereksiz betimlemeler var mı? Kirli sokaklar, toplanmamış çöpler, başıboş köpekler falan…

- Olabilir, yani hayalet pis bir sokaktan geçecekti ve orada dilenen bir çolağa yardım edecekti.

-Olmasın. O dilenciyi de çıkar öyküden. Yerine zengin bir adam koy, arabası da olsun. Bıktı artık bu millet sizin toplumsal gerçekliğinizden. Hayal kurun azcık, hayal…

-Tamam memur bey, kızmayın.

-Hem öyle kuru taklitleri de bırakın. Satmayın artık Latin Amerika’dan, Rusya’dan devşirdiğiniz konuları. Özgün olun.

-İyi ama benim öyküm özgün olacaktı, sayenizde olamayacak.

-Gerek yok, önemli olan halkın hükümete güvenidir. Halk hükümete güvensin ki istikrar sürsün, insanlar mutlu mesut para harcamaya devam etsinler. Sizin gibi hep çirkini betimleyen yazarları okuyarak insanlar sadece şikâyetçi olurlar, ellerindekini beğenmemeyi öğrenirler. Umut verin azcık, umut…

-azıcık

-ha?

-azcık değil, azıcık.

-Saçmalamayın hanfendi, konuşuyoruz. İstediğim gibi söylerim. istersem hepsini küçük harfle söylerim, istersemarayahiçboşlukbırakmadansöylerim. Konuşan benim, söz benim, devir benim.

-Diyemezsiniz, dedirtmem. Verin o formu bana, yırtacağım onu.

-N’apıynuz hanfendi? Resmi bir evrak o.

-Sizin de resmi evrakınızın da canı cehenneme!

-Hah, işte o lafı da söyleyemezsiniz.

-Söylerim, ben bir yazarım. Ne yazacağımı sormam size.

-Memura mukavemet, yasayı uygulamayı engellemek ve yasak kelimeleri kullanmak. Sizi tutukluyorum hanfendi. Derdinizi karakolda anlatırsınız…

-Tamam, kelepçeye gerek yok. Geliyorum. Umarım karakolda sıradan bir polis vardır. Boktan bir öykü yazayım da kafam dağılsın dedim, şu başıma gelene bak. Bir de üzerinde ciddi ciddi düşünsem, uzun uzun kurgulasam, siyasi görüşlerimi ince ince örsem; kim bilir neler gelirdi başıma…

-Yürüyün hanfendi, yürüyün. Ayakkabınızın rengini sakın yazmayın öykülerinizde. Karışmam!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder