Bu Blogda Ara

08 Mayıs 2012

FELSEFESİZLEŞTİREMEDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?


                        FELSEFESİZLEŞTİREMEDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?

Yeni eğitim yasası ile ülkemizde çok şeyin değişeceğini düşünenlerdenim. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyoruz aklın ve bilimin yolundan, bağırıp direndikçe üzerimize daha çok çamur döküyorlar sanki, içine saplandığımız bataklık daha bir çekiyor bizi bilinmez merkezine doğru. Oysa tarihin evrimi içerisinde aksini görmemiz, tersi yönde ilerlememiz gerekirdi. Masallardan ve mesnetsiz hikayelerden kaçıp bilimin deneyle test edilebilen, yeri geldiğinde yanlışlanıp çöpe atılabilen kuramlarına ulaşmamız gerekirdi tarihin bu aydınlanmış devrinde. Bu kötüye doğru gidişimizin altındaki önemli nedenlerden birisi –pekçok siyasi ve tarihsel nedenin yanında- olarak, felsefe eğitimine yeteri kadar önem vermememiz sayılabilir.

Felsefe, sözcüğün anlamına bakacak olursak, bilgelik sevgisi demektir. İşi etimolojiye yönlendirip, kafaları karıştırmaya gerek yok. Felsefenin en büyük amacı insana sorgulamayı öğretmesidir, kanıtı olmayan bir iddiayı kabul etmemeyi, iç tutarlılığın olmadığı bir sistemi ciddiye almamayı önerir felsefe. Her şeyi sorgulamayı, hiçbir şeyi söyleyenden ya da söylendiği ortamdan dolayı kabul etmemeyi öğretir. Gerçeğin ancak araştırmak, düşünmek, tartışmak ve uzlaşmakla kurulabilen –bulunulan demiyorum- bir amaç olduğunu gösterir bize. Felsefede durmak yoktur, tatmin olmak yoktur, şana şöhrete tamah etmek, paraya tapmak yoktur, onun bunun peşinden gitmek yoktur. Herkes insandır, herkes eşit derecede yanlıştır. İnsanın tek hocası ve rehberi gerçektir ve gerçek “yolda olmanın” ta kendisidir.

Felsefeyi böyle tanımlayınca ne derece tehlikeli bir silahtan bahsettiğim anlaşılmıştır sanırım. Tanımlara sığmayan, insanı sürekli yenileyen, asla yalnız bırakmayan bir dinamikten bahsediyorum. Böyle bir dinamik sanatı da bilimi de renklendirir, böyle bir hareketlilik eğitimi de siyaseti de canlandırır, yola getirir. Felsefe eğitiminden nasibini alamayanlar ucuz muhabbetlerin, lakayt eğlencelerin, klişe yapıtların, gündelik tatminiyetlerin kıskacından kurtulamazlar. Felsefe insanı hurafelerden ve bağnazlıklardan kurtarır, hayatta asıl önemli olana yönlendirir: Araştırmaya, yaratmaya, yaşamın anlamını aramayı –ya da bulmuşluk taslamayı- bırakıp yaşama anlam katmaya davet eder insanı...

İnsanımıza felsefe deyince akıllarına hemen “Düşünüyorum, öyleyse varım.” gibisinden matraklıklar gelir. Felsefeciler ya saçı sakalı birbirine karışmış çılgın adamlardır ya da “Niye benim ben?” diye düşünmekten aklını oynatmış delilerdir. Felsefecilere güvenmez bizim halkımız, sözünü dinlemez, kaâle almaz. Çünkü felsefesi kuşkucudur, halkın yüzyıllardır sormaya üşendiği ya da yanıtından korktuğu soruları bir çırpıda sorar, takmaz yıkacağı kumdan kalelerin altında kalacak hurafeleri ve onların üzerinde adını duyuran sözde ulakları. Bizde böyledir ama dünyanın başka yerlerinde hiç de öyle değildir.

Mesela, dünyanın dört bir yanında eğitim veren binlerce uluslararası lisenin IB müfredatında okutulan bir derstir “Bilgi Kuramı”. Bilginin kaynağını, tutarlılığını, geçerliliğini sorgular öğrenciler bu derste. Akılcılığın karşısına deneyciliği koyarlar, Descartes’ın karşısına Locke’u çıkarırlar, Hume’u, Kant’ı, Bergson’u tartışırlar. Yeni doğan bir bebeğin “idea innate”yle mi yoksa “tabula rasa”yla mı doğduğunu sorgularlar. Sonra bu tartışmaların ışığında siyasi kararları, dinsel inanışları, bilimsel kuramları, tarihsel gelişimleri masaya yatırırlar. Şuna inan, buna inan değildir amaç. Anlamaktır insanı tüm derinliğiyle, sığ göründüğü zamanlarda bile aslında derin olduğunu, bu derinliğin bulanıklığa kurban edildiğini baştan kabul ederek.

Bilimle bilim olanı ayırmak için, sanatla sanat olmayanı ayırmak için gereklidir felsefe. Bilimsel bilgiyi diğer tür bilgilerden farklı kılan nedir? Kanıtı olmayan bir bilgiye inanmak neden tehlikelidir? Bilimin teknik olarak asla yanıt veremeyeceği sorular var mıdır? Yanıtı olmayan soru sorulmaya değer mi? İnsan etik bir varlık olarak toplumun  neresinde yer alır? Sorular çoğaltılır, yanıtlar daha bir çoğaltılır. Bilimle ve matematikle uğraşanlar eğer felsefeye sırtlarını dönerlerse asla tam anlamıyla özgür düşünceli bireyler olamazlar.

Çünkü felsefe eğitiminin vereceğini maalesef içinden felsefesi çıkarılmış bilim ve matematik dersleri veremez. Verdiğini sananlar aldanıyorlardır. Bunu anlamanız için etrafınızdaki doktorların, mühendislerin, öğretmenlerin gündelik hayatlarına bakmanız yeterli. Verdiği ilaçlar fayda etmeyince hastayı üfürükçü hocaya gönderen doktorların, falcılardan medet uman mühendislerin yaşadığı bir ülkedir Türkiye. Şaşılacak ne var bunda! Bilim tek başına insana sorgulamayı öğretmez. Özellikle günümüzün her geçen gün biraz daha amacından saptırılan, uluslararası şirketlerin elinde oyuncak halini alan bilim bunu hiç yapamaz. Neden mi?

 Eskiden tüm bilimlere felsefe denirdi çünkü amaç hangi açıdan olura olsun insanı ve doğayı anlamaktı. Oysa günümüzde bilimler ve kolları o kadar gelişti ki felsefe bilimlerin çok altında kaldığı için unutuldu gitti. Bu yüzden de tüm bilimler hayatı kolaylaştırmaya yarayan pragmatik “soru çözme” kıvamına büründüler. Matematik mi öğreniyorsunuz, o zaman, harcamaları enaza indirip, geliri ençoka çıkar bakalım! Kâr edelim. Fizik mi öğreniyorsun, yap bir köprü, yap bir baraj! Kimya mı çalışıyorsun, yap bir alet sürtünmeyi sıfıra indiren... Sayı nedir?, Nereden gelmiştir?, İnsan zihni sayıyı ve saymayı nasıl keşfetmiştir?, Madde nedir?, Maddesizlik nedir?, Anlam ve dil ne kadar birbirine bağlıdır?, Düşünce ve dil birbirleriyle nedensel olarak mı yoksa zamansal olarak mı ilişkilidir? Tüm bildiklerimiz hakkındaki bilgimizin kaynağı nedir?

Bu gibi “gereksiz” sorularla sakın ilgilenme, bırak onları karanlık odalarında pipo içip, simsiyah kahvelerini acı suratlarına inatla içen felsefeciler düşünsün. Sen sana verilen soruları çöz, para getirecek projeleri idare et, mühendis de olsan doktor da olsan öğretmen de olsan, derine inme, faydasız sorularla uğraşma, hele yanıtı olmayan sorulara hiç ama hiç bulaşma...

Uzun sözün kısası, keşke ilkokullarda yaratıcı düşünme ve sorunlara farklı yaklaşabilme dersi verebilsek seçmeli olarak. Çocuklar düşünmeyi ve sorgulamayı öğrense erken yaşlarda. “Düşünce Tarihi”ni öğretelim ortaokullarda. Thales’den Aristo’ya, İbn-i Rüşd’den Newton’a, düşüncenin evrimini, insan zihninin o başdöndürücü serüvenini öğrensin çocuklar. Liselere “Bilgi Kuramı” dersi verelim. Duydukları, gördükleri ve hatta söyledikleri her cümleyi sorgulasınlar, kaynağını araştırsınlar, tutarlılık ve geçerlilik süzgecinden geçirsinler. Bilimi bilim olmayandan ayırsınlar. Çünkü inanın bana, ne matematik ne fizik ne de biyoloji verebilir felsefenin vereceğini. Tarih en büyük şahidimdir. Felsefesizleşenler uzun vadede tarih sahnesinden silinenlerdir.

İşte dünyaya demokrasiyi öğreten Yunan, işte insanlığa en kapsamlı hukuku sunan Roma, işte ortaçağda matematikte ve bilimde batıya hocalık eden İslam Medeniyeti...

Felsefesizleşmeyelim, felsefesizleştirmeyelim, felsefesizleştiremediklerinden olalım...










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder