Bu Blogda Ara

26 Nisan 2012

Fe Eyne Tezhebun?


Gıdım gıdım ilerliyorlar, birer birer fethediyorlar henüz el sürülmemiş özgürlük kalelerini. Kimi zaman içeriden, gizlice ve sinsize; kimi zaman açık açık, zafer çığlıklarını eksik etmeden. Nereden çıktıkları belli olmayan kanunları, eften püften gerekçelendirmelerle halka yutturuyorlar. 4+4+4 nereden çıktı bilen var mı? Eğitim sisteminde daha önce hiç konuşulmayan bir konu nasıl oldu da şimşek hızıyla meclise gelip, onaylandı? Hem de eğitimcilerin ve uzmanların tüm karşı çıkmalarına rağmen. Eğitimi hallettiler, şimdi de sanata el attılar.  

Son günlerde gündeme düşen yeni tartışmadan haberdar olmuşsunuzdur. Belediyenin, Şehir Tiyatroları’nda oynanacak oyunları belirleme, ve hatta gerekirse müdahele etme hakkı arayışı olarak algılanabilecek bu gelişme, hangi yönden bakarsanız bakın, iktidarın toplumu kendi inandıkları ahlak anlayışıyla şekillendirme projesinin bir devamı gibi görünmekte. Başbakan dindar bir nesil yetiştirme arzusunu birkaç ay önce açık açık belirtmişti. Doğal olarak yetişecek dindar neslin, dindar bir sanat anlayışına sahip olması gerekiyor. Sanatı tamamıyla dindarlaştırmak imkansız olduğu için de en azından dindar neslin standartlarıyla çelişecek özelliklerini budamaya çalışıyor, halkın ahlakından kendini sorumlu tutan pek sevgili belediyelerimiz.

Bakın ne diyor yeni yönetmelik: “Toplumda sanatı ve estetik duyguları geliştirmek, tiyatronun kuruluş gayesinden sapmadan günümüz insanına vereceği sanat hizmetinde toplumun genel etik değerlerine özen gösterilmesini sağlamak.” Sanırım metinde geçen altı çizili iki ifadenin muallaklığı ya da bir sanatçı için geçerli olan anlamları bundan sonraki pekçok sansürün habercisi oluyor. Yeni yönetmeliğe göre sanatçı en büyük özelliği olan eleştirelliğini, başkaldırı yetisini, varolanla yetinmeme ve isyan edebilme kabiliyetini yitirecek. Herhangi bir oyun, herhangi bir bürokrat tarafından “tiyatronun kuruluş gayesine uymuyor” bahanesiyle reddedilebilecek. Peki ne kalacak sanatçının elinde? Eleştirmeyen, sorgulamayan, verilenle yetinmeyip yeni keşiflere açılmayan sanat sanat mıdır? Hem nedir bu “toplumun genel etik değerleri” dedikleri şey?

Etik bireye ait bir kavramdır ve topluma rağmen vardır. İnsan topluma karşı geldiği zaman, üzerindeki yargılayıcı gözleri takmadığı zaman ahlaklı olabilir ancak. İyi olan bir şeyi o şey iyi olduğu için yapar, toplum o şeyi iyi gördüğü için değil. Dolayısıyla toplumun iyi olanı belirlemede herhangi bir etkin rolü yoktur, toplum sadece kanıksar, onaylar ya da tepki gösterir. Sanatın ve sanatçının görevi de bireylere iyiyi, doğruyu ve güzeli toplumsal sınırlamalara rağmen verebilmek, onlara hakları için savaşabilme özgüvenini aşılamaktır. Toplumun yüzyıllar boyunca bizlere öğütlediği yalancı ahlaki davranışlara karşın gerçek iyiyi, gerçek doğruyu ortaya koyabilmek ve bunu bir biçimde kanıtlayabilmektir sanatın görevi. Bu görevi elinden alınan bir sanat ne işe yarayacaktır? Çocuklara ders çalışmanın önemini, gençlere yaşlılara saygı duymaları gerektiğini, yetişkinlere yalanın kötü olduğunu mu öğretecek?

Eski yönetmelikte oyunları sanatçılardan oluşan bir Repertuvar Kurulu öneriyordu ve  son kararı Genel Sanat Yönetmeni’nin başkanlık ettiği Yönetim Kurulu veriyordu. Şimdi ise bu iş içerisinde tek bir sanatçının olmadığı “Edebi” Kurula emanet olacak. Şaka gibi ama gerçek! Gerçi son on yılda şaka gibi olup da, daha haberin şokunu üzerimizden atmadan yüzümüze çarpılan pekçok şey yaşadık ama bu apayrı bir tokat. Belediye’de çalışan memurlardan oluşan bir kurul karar verecek hangi eserlerin sahnelenip, hangi eserlerin hangi kısımlarının sansürleneceğine. Böyle bir duruma ne denir, bilinmez. Erdal Beşikçioğlu’nun geçen gün Radikal’de yayınlanan mülakatında da dediği gibi “O zaman ben de cami imamı olayım.” Ekleyeyim: Ben de bir Matematik öğretmeni olarak imamın hangi rekatta hangi sureyi okuyacağına karar vereyim. Birileri gelsin benim dersime, hangi konuyu hangi sırayla anlatmam gerektiğini söylesin… Absürd böyle bir şeydir, bir başladı mı sonu gelmez. Ama tiyatro absürd değildir, emek ister, aşk ister, deli gibi bağımlılık ister. Öyle ki tiyatronun absürd olan kısmı bile bu gereksinimlerden muaf değildir.

Ayrıca cümlede geçen “edebi” ifadesine dikkat etmek gerek, sanırım! Eserler “edepli” olmak zorunda, toplumun genel etik değerlerine özen göstermek zorunda, kesinlikle var olan köhneleşmiş değerleri eleştiren ya da öyle yorumlanabilecek mesajlardan arındırılmış olmalı, her türlü cinsellik malzemesinden uzak tutulmalı… Nereye kadar gidecek bu sansür balonu? Bir gün gelecek her şeyi ve herkesi içine alacak ve doyuma ulaşacak. Yaprağın kıpırdamadığı rüzgarlı fırtınalara doğru ilerliyoruz, bu bir gerçek.

Istanbul halkının önümüzdeki yıllarda sanatsal değeri olan tiyatro eserleri izleyip izleyemeyeceğini bilmek zor ama şuna inanabiliriz ki ideolojik olarak halkı daha muhafazakar değerlere hazırlayacak oyunlar birer birer sahneleneceklerdir. Bundan sonra varsa yoksa “Vatan, Millet, Sakarya” olabileceği gibi, başa bela olan özgürlüklerin, insanı hezeyanlara sürükleyen isyanların, din eşittir ahlak denklemlerinin bol bol konu olarak seçildiği bir tiyatroyla karşılaşabiliriz.

Bitirirken, yazının başlığına da rahmetli Cem Karaca’nın sözleriyle yanıt vereyim “Bindik bir alamete, gediyoz kıyamete” Hadi hayırlısı…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder