Bu Blogda Ara

10 Mart 2011

Incredible India 2.4

İngilizcesi “International Society of Krishna Consciousness”, Türkçe’ye nedense “Uluslararası Krişnayı Yaşatma Derneği” diye çevirmişler. Krişna var olan bir değerimiz, bir büyüğümüz, onu yaşatalım, unutmayalım, gelecek nesilleri ondan mahrum bırakmayalım demek istemişler herhalde. Aslına bakılırsa çok da önemli değil nasıl çevirdikleri. Bu hareketin bir diğer adı da “Hare Krişna Hareketi”. 400’ün üzerinde merkezleri, onlarca okulları, kendi kendine yeterek yaşatılmaya çalışan çiftlikleri ve lokantaları olan dev bir hareket. Birkaç gün önce başka bir dev hareket üzerine yazmıştım. Bunların da siyasi gücü var mı ya da gizli saklı amaçları var mı bilemiyorum. Olsa bile bunu öğrenmem olanaksız. Bu yüzden işin siyasi yönünden çok dinsel yönüne eğileceğim. Bir de kişisel gözlemler var tabii.

Olaya girmeden önce bir itirafla başlayayım: Dinler içinde en çok kafamı karıştıran din Hinduculuktur. Ne kadar okursam okuyayım, ne kadar üzerine düşünürsem düşüneyim, bir türlü kafam almaz Hinduculuğun nasıl işlediğini. Yani, neye inanıyorlar, nasıl inanıyorlar, Krişna bir insan mı, Tanrı mı, yoksa ikisinin arasında bir şey mi? Cahilsem Hindu kardeşler bağışlasınlar beni ama Hinduculuk da diğer dinler gibi bulanıklıktan, muğlaklıktan pay çıkaran, bunu toplumu esir etmek için en iyi şekilde kullanan bir din gibi geliyor bana. Bulanık su boşuna derin görünmez. Asıl berrak olduğu halde derin olan sulara bakmak gerek. Mesela matematik böyledir. Berraktır ve derindir. Bir yerinden başlayıp, adım adım inşa edersin tıpkı bir duvarı örer gibi. Çelişkiye rastladın mı ya vazgeçersin (Hilbert gibi) ya da mantıksal bir çözüm üretirsin (Russell gibi). Ama asla görmezlikten gelmezsin, asla etrafından dolanayım, bu sefer de böyle olsun demezsin. Nemelazımcılık, adamsendecilik yoktur sayıların kırallığında. Matematikçilerle sahtekar müteahhitler arasındaki fark da budur işte. Oysa dinler kafa karışıklığından faydalanırlar, bu muallaklık en çok din adamlarının ve onların sırtından geçinen parazitlerin işine gelir. Neresinden tutsan soru işaretleri elinde kalır ama yine de yola devam ederler. İşte örnek:

Aksiyom 1: Her şeyin kendinin dışında bir nedeni vardır.
Kuram 1: A’nın nedeni B, B’nin nedeni C, C’nin nedeni D.... Bu böyle gider.
Kuram 2: Zaman ve mekan sonlu olduğu için hiçbir dizi sonsuza kadar gidemez.
Sonuç: Bu durumda tüm nedenleri var eden, kendiliğinden var olan bir NEDEN vardır ve bu NEDEN’e Tanrı deriz.

Başlangıçta gayet tutarlı görünen bu mantıksal çıkarımda çok temel bir çelişki vardır. Kanıt yapmadan doğru olarak kabul ettiğimiz “aksiyom 1”i en sonda yanlışlamış oluyoruz. Madem kendiliğinden var olan bir NEDEN’in varlığına inanacağım, bunu en başta da yapabilirim. Eğer sonuç önermesi, başlangıçta doğru kabul ettiğimiz aksiyomla çelişiyorsa bunun adı “reductio ad absurdum”dur ve matematikte sıkça kullanılan sağlam bir kanıt yöntemidir. Dolayısıyla, bu önermeler dizisi Tanrı’nın var olduğunu değil, eğer çıkarsama doğruysa, sadece aksiyom 1’in yanlış olduğunu kanıtlar.




Neyse, ben şimdi Krişna’ya geri döneyim. Bakalım Krişnacılık neymiş. Türkçe wikipedia’dan aynen alıntılıyorum:

Krişna yaygın Hint geleneğine göre Vişnu'nun sekizinci avatarıdır ve ona Vişnu'nun bir avatarı olarak tapılır. Çeşitli Vaişnava okullarında ise Yüce Tanrı yani en önemli ve yüksek tanrı olarak tapınılır. Gaudiya Vaişnavizm'de En üstün Kişilik yani Tanrı olarak görülmüş ve böylece onun diğer tüm enkarnasyonların, Vişnu dahil, temeli olduğuna inanılmıştır[1]. Genellikle flüt çalan bir sığır çobanı (örneğin Bhagavata Purana'da) ya da felsefî nasihatler veren genç bir prens (örneğin Bhagavad Gita'da) olarak betimlenir. Geleneksel olarak Krişna'nın Devaki'nin oğlu olduğuna inanılır ki Devaki bir iblisin çocuğu, kötü bir kral olan Kamsa'nın yarı kardeşidir. Kamsa kardeşinin çocuklarından birisinin kendisini öldüreceği haberine sahip olduğu için Devaki'nin birçok oğlunu öldürmüş, fakat sonunda Krişna tarafından öldürülmüştür.

Krişna sözcüğü Sanskritçede sözlüksel olarak "siyah" anlamına gelir. Betimlemelerde genellikle mavi veya koyu mavi renkli bir tenle tasvir edilen Krişna[2], murthiste ise daha çok koyu renkli veya siyahî olarak tasvir edilir. Krişna'nın yaşamına dair birçok hikâye vardır ve bunlar farklı Hindu öğretilerine göre çeşitlilik gösterir. Bununla birlikte genel olarak efsanelerde onun ilahî enkarnasyonuna, pastoral bir çocukluk ve gençlik dönemine, daha sonraları ise bir kahraman olarak yaşayışına değinilir, örneğin birçok canavarı yendiği öne sürülür[2].

Hinduizmin yanı sıra Jainizm, Budizm gibi dinlerde de Krişna'ya rastlanır. Bununla birlikte Krişna'nın rolü veya hikâyesi bu dinlerde değişiklik gösterir. Örneğin Budizmde Krişna'ya Jataka hikâyelerindeSariputra'nın yaşamlarından biri, efsanevi bir fatih ve Hint kralı olarak yer alır. Ayrıca Krişna Bahaiinancında Tanrı'nın bir tecellisi olarak anılır.





Ne öğrendik? Tanrı’nın tecellilerinden birisiymiş Krişna. İslam’da da Allah’ın yüzlerce adı vardır ve her adda onun mutlak gücüne, merhametine, bilgisine bir gönderme yapılır. Krişna da bunun gibi bir şey olmalı. Yani Tanrı’nın adlarından birisi. Diğer adları da Şiva, Vişnu... Bu durumda Hinduculuk çok Tanrılı bir din olmaktan çıkar. Sonuçta bir Tanrı vardır ve bunca ad onun tecellilerinden ibarettir.





Gelelim derneğe. Onun hakkında Türkçe bilgi bulmak zor internette. Bulduğum tüm sayfalar, harfi harfine aynı cümleleri yazmışlar:

Uluslararası Krişna 'yı Yaşatma Derneği " adı altında örgütlenmişlerdir. Sözkonusu dernek, 1966 'da ABD 'de Krişnayı üstün varlık, Mutlak Tanrı olarak kabul eden Bengali akımı örnek alınarak kuruldu.

Krişna müritleri günde 1728 kez " Hare Krişna " mantrasını (kutsal formül ) söyleyerek "Bhagavat - Gıta"nın mesajını yaymak zorundadırlar.

Krişna 'yı yaşatmak için inzivaya çekilmeleri gereken müritleri, böylece az uyumakta, sıkı bir biçimde oruç tutmakta, et yememekte, teslimiyet yogası yapmaktadırlar. Ayrıca Krişna müritlerinin inanmayanlardan uzak durması ve ailelerini terk etmeleri gerekmektedir.


Günümüzde başta ABD (San Fransisco sokaklarında "Hare Krişna" matrasını söyleyerek gruplar halinde dolaşırken rastlanılabilir) olmak Bazı Batı ülkelerinde Krişna müritlerine rastlanılabilir. 1980 ‘lerin sonunda, ruhani öndere tam bir boyun eğme Krişnacılık Akımının gücünü azaltan skandallara yol açmasına rağmen Akım ,bağımsız bir din olma yolunda ilerlemektedir.

Bu arada değinmeden geçemeyeceğim. 1728 rakamı ilginç bir rakamdır. 12’nin küpüdür. Bu sayıya 1 eklediğinizde de 1729’u, yani meşhur Hardy–Ramanujan sayısını elde ederiz. Bu sayının ilginçlikleri ise saymakla bitmez. En başta iki küpün toplamı olarak iki farklı şekilde yazılabilen bir sayıdır. 1729 = 10^3+9^3=12^3+1^3. Hem rakamlarını toplayınca 19 elde ederiz. Bu sayıyı ters çevirin: 91. 19x91 = 1729. Bunun gibi bir rakam da 1458'dir. Gene daldık sayılara. Dönelim Krişna'ya...

Hare Krişna Matrası ise şöyle bir şey:

Hare Krishna Hare Krishna
Krishna Krishna Hare Hare
Hare Rama Hare Rama
Rama Rama Hare Hare

Bu mantrayı söyleyip dans ediyorlar müritler. Bir çeşit zikr yöntemi. Ne kadar çok söylersen o kadar yükseğe eriyor başın...

Bu videoyu ben çektim. İçeride mantrayı söyleyip, kendilerinden geçmiş halde dans eden Hindu şakirtleri gösteriyor. Youtube'e de koydum.




Arabayı yine yolun kenarına park ettik. Etraf dilenci ve satıcı kaynıyor. Hava kararmak üzere olduğu için insanların yüzleri daha az seçilebiliyor. Ağır ağır kalabalıkta ilerliyoruz. Dilenciler kolumuza, bacağımıza yapışıp para ya da yemek istiyorlar. Versen bir türlü vermesen bir türlü. Bu kadar yoksulluğun olduğu bir yerde, bu kadar açın ve evsizin olduğu yerde Krişna derneğinin olması şaşırtıcı değil tabii. Onları buraya çeken şey derneğe gelen yerli ve yabancı ziyaretçiler. İçeriye girmeden önce yine ayakkabılarımızı çıkarmamız gerekiyor. Kaldırım üzerinde, parmaklıkların arkasında kalan birkaç gence ayakkabılarımızı verip, çıplak ayak yol kenarında 20 metre kadar yürüyoruz. Girişte polis kontrolü var. Metal algılayıcısından geçiyoruz, polis üzerimizi arıyor. İçerisi dışarıya göre daha serin ama bu serinliğin nedeni olsa olsa üzerinde yürüdüğümüz mermer zemin olabilir. Tüm mekan mermerden yapılmış, süslü püslü kubbeler ve kemerli kapılar, rengarenk Krişna heykelleri. Dışarısını bok götürüyordu, şimdi bir anda Eden cennetine vardık. Bu kadar süs, bu kadar şatafat, bu kadar albeni...





Tamam dünyanın her yerinde dinsel yapılar o kentin ya da ülkenin en güzel, en görkemli yapılarıdır. Avrupa’nın katedralleri vardır, İslam dünyasının camileri ve türbeleri, Asya’da tapınaklar... İnsanlar bu dünyada elde edemedikleri mutluluğu bir sonraki hayatta elde edebilmek için bu dev tapınaklara ses çıkarmazlar, hatta onları benimserlerö bu tapınaklarla gurur duyarlar. Günümüzde bu ihtişamlı yapılar turist çekmek için kullanılıyorlar en çok. Bu Krişna derneği de aslında yurt dışından gelip, para ödeyerek içeride kalan öğrencilerle ayakta kalan bir kurum. İçeride yüzlerce yabancı var. Hatta bir New York'lu bayanla tanıştım ayak üstü. Derneğin kurucularından olan bir Hindu azizin heykelinin önünde oturmuş, etrafına toplananlara bir şeyler anlatıyordu. Ben de kulak misafiri oldum ve sonra tanıştım kendisiyle. 30 yıl önce üniversitede öğrenciyken duymuş hareketi ve gelmiş. O gün bu gündür de hareketin bir parçasıymış. “Evini özlemiyor musun?” dedim. “Benim evim burası.” dedi. (Nasıl tahmin edemedim böyle bir yanıtı, yuh bana!) Etrafındaki Hindistanlılarla akıcı bir Hindiceyle konuşuyordu. Bana bir Krişna kitapçığı verdi. Sonra okurum diye aldım. 20 rupee bağış yapmak gerekiyormuş. Bağış yapmak için değil de kitapçığın değerini karşılamak için attım parayı kutuyaı. Yoksa bağış yapmak yapılan işi onaylamak olur ki buradakileri onayladığımı söyleyemem.






Etrafta dolanıp fotoğraflar çektik. K ve oğlunu, U’yu, hepsini bir arada... Ardından da genç Krişnacıların mantra ve danslarını izlemek için geniş bir salona geçtik. Burası hınca hınç insan kaynıyordu. Oturanlar genelde dernekte kalan yabancılardı. Diğerleri de bizim gibi gezginler ve Hindu dindarlar. Ayakta durup dansları izledik, söylenen mantraları dinledik. Kendinden geçmişçesine dans eden bu insanları en çok bizdeki Mevlevi törenlerinde dönen dervişlere benzettim. Sonuçta elleri havada, hoplaya zıplaya, dönerek dans etmelerinde bir benzerlik vardı. Tek fark buradakilerin dans ederken gülümsemeleri, oyun oynuyormuş gibi bir hale bürünmeleriydi. İnsanların dans ederek ya da bedenlerinin diliyle Tanrı’ya yaklaşma düşünceleri aslında pek de anlamsız değil. Beden hareket ettikçe beyin adrenalin salgılar, bazı hormonların seviyesi artar, beyne giden kan fazlalaşır, kalbin atışı sıklaşır. Bütün bunlar olurken insanın bir trans haline girmesinin, sıradan zamanlarda görmediği, tecrübe edemediği gerçeklikleri tecrübe etmesi de kaçınılmazdır. Bu Şamanlarda da vardır, İnkalarda da. Hatta diskoteğe gidip, deliler gibi dans eden gencin de gürültüden ve içkiden hırpalanmış ruhunda benzer bir izgeyi yakalamak olanaklıdır.

Ben bu biçimde birkaç dakika dans etsem, çıplak ayaklarımı mermerin serinliğinde evirsem çevirsem, bağıra bağıra Hare Krişna ya da “Ya Cemil Ya Allah, Ya Karib Ya Allah...” desem, bir süre sonra ben de inanmaya başlarım. Bir kısır döngüdür ibadet. İnsan inandığı için ibadet eder başlangıçta. Sonrasında ise ibadet ettiği için inanır. İbadetinin anlamlı olması için iman şarttır. Dolayısıyla inanmak bir zarurete dönüşür. Bu zaruret de insanı imana zorlar.








Hava karardığı için ve Agra’ya en az 50 km uzakta olduğumuz için bir iki resim daha çekip ayrılıyoruz dernekten. İnsan bu mermer cennetten çıkıp, sokağın gerçekliğiyle karşılaşınca bir tuhaf oluyor ister istemez. Bir yanda dans edip, Krişna’yı kutsayan Hindu şakirtler,iki adım ilerde karnım aç deyip eliyle karnını, kucağındaki eli yüzü pasaklı çocuğu gösteren bir kadın, on kadın, yüzlerce kadın... O dernekte kalıp, huzurlu bir yaşam sürdürmek için sokakları unutmaktan başka çare olmasa gerek. Ama nasıl huzura ereceksin dışarıda bunca adaletsizlik, bunca açlık varken? Krişna’nın bu insanlara bir faydası olsaydı, ruh açlığından önce karın açlığını gidermesi gerekmez miydi? Karnı aç bir insanın ruhunu ister Krişna’yla doldur, ister Yehova’yla... Bir gün dayanır, iki gün dayanır, üçüncü gün isyan eder. Ama bakıyoruz, Hindistan’da isyan denen hareket de pek yok. İnsanlar haddini bilsin diye toplumu kastlara bölmek, kastlar arasında geçişler olmasın diye aralarına haset tohumları ekmek, dikenli teller çekmek, bir kast tek başına güçlenmesin diye her birini daha ufak kastlara bölüp onları da birbirlerine karşı ayırımcı düşüncelerle beslemek... Eğer bunlar Krişna’nın işleriyse, işini iyi yapmış diyebilirim. Başka türlü nasıl tutarsın bir milyar Hindu’yu bu topraklarda isyan ettirmeden? Kast sistemi ve Hindu inanışlar elele vermişler ve sömürmüşler bu halkı yüzyıllarca. Belki İngilizlerin yaptığı sömürü bile bunun yanında az kalır çünkü sonunda İngilizlerin sömürge amacıyla geldiğini herkes biliyor. Düşman dışardan gelince onu düşmen olarak adlandırmak kolaydır.






Arabaya biniyoruz ve yola koyuluyoruz. K’nin oğlu bir ara soruyor babasına aklına takılan soruları.

-Baba, Krişna insan mıydı?
-Baba, Krişna nasıl Tanrı oldu?
-Baba, Krişna insanken Tanrı olabildiyse, ben de Tanrı olabilir miyim?

Sorular uzayıp gidiyor. Hatta U daha sonra çocuğun bu soruları üzerine bir şiir yazdı. O şiiri U'nun da izniyle buraya ekliyorum:


Ezber Bozan


Çocuk sorar babasına

“Baba, insan olarak mı doğdu Krişna?”

“Oğul,” der “senin benim gibi insan olarak ama,

Tanrı oldu sonra.”

Çocuk, “o zaman nasıl tanrı olabilir?!” diye şaştığında,

Konuyu değiştirdi softa baba.


Sorar çocuk babasına

“Baba, herşeyi ama herşeyi mi yaratmış yüce Mevla?”

“Oğul” der, “seni, beni, hepimizi, tabi ya!”

Şaştığında çocuk, dediğinde,

“Baba, Tanrı, herşeyi yaratansa,

Kim yarattı onu acaba?”

Konuyu değiştirdi softa baba.


Babasına sorar çocuk

“Uçabilir miyim ben bulutlara?”

“Olur mu yavrum” dedi baba, “uçak lazım onun’çin sana”

“Ne zaman icat olunmuş uçak, var mıydı Roma çağında?”

“Yoktu evladım, olur mu... Onun icadı yakın çağlarda.”

“O zaman nasıl olmuş da, yükselmiş İsa, bulutlara?”

Konuyu değiştirdi softa baba.

Israrcı oldu üç çocuk da,

Ama yıllar yılları kovaladıkça,

Unuttular eskiden sordukları soruları.

Şimdi onlar da hazırlar, yanıtlamaya,

Kendi çocuklarının sorularını,

Konuyu değiştirme sanatıyla.


Daha mantıklıdır çocuklar kimi zaman,

Analarından, babalarından.

Bu nedenle, bu dünyaya lazım olan,

Daha fazla ana-baba değil, daha fazla çocuk.


Ve hâlâ geç kalmış değiliz,

Çocuklaşarak yeniden, daha çok soru sorarak,

Doğru sorulara artık biz,

Doğru yanıtlar beklemeliyiz.

“Çocukla çocuk olunmaz” sözü,

“Büyükle büyük olunmaz” diye

Değişene kadar.

Büyükler, küçülene kadar,

Çocukla çocuklaşılana kadar...

UBG

31 Ocak 2011, Agra-Jaipur Treni’nde, Hindistan

Hiçbir yanıttan tatmin olmayan çocuk vurdukça vuruyor. En sonunda dayanamayan K, sorulan bir soruya yanıt vereceğine, bize dönüp “Bangkok’ta nerede kalacaksınız?” diye soruyor. Çocuk ısrar edecek gibi oluyor ama babası “Dur oğlum, misafirlerle konuşuyorum.” gibisinden hafif bir azarla geçiştiriyor. Çocuk elindeki Krişna oyuncağına dönüyor, K ile U okuldaki güç kavgaları üzerine konuşmaya başlıyorlar. Ben sessizce dinliyorum. Yol üzerinde bir Mc Donalds’a gidip (K’nin oğlunun tercihi) etsiz akşam yemeğimizi yiyoruz. K ve oğlu tavuk yiyorlar. Biz peynir tikka burger...

Agra’ya vardığımızda saat 8’e yaklaşıyor. K’nin bizim için ayarladığı otele gidiyoruz. Orada Muhammed Arşad adında (K’nin bizim için ayarladığı) müslüman bir aracıyla tanışıyoruz. Bize bir sürü teklif getiriyor. Jaipur’daki oteli ayarlıyoruz. Bizi Jaipur’da istasyondan alacak taksi şoförünü ve Jaipur-Delhi biletimizi de ayarlıyacağını söylüyor. Ben bu işleri hallettikten sonra yakında bir dükkandan SIM kartı alıyorum. Ardından dışarıda biraz oyalanıp odamıza çıkıyoruz. İlk gecekine göre çok daha temiz ve rahat bir oda. İki kişi aynı odada kalacağımız için çok da pahalıya gelmiyor kişi başı hesapta. Uzun bir günün bittiğine sevinerek yavaş yavaş uykuya dalıyorum.

-Yarın: Tac Mahal, Agra Kalesi ve Fatehpur Sikri ve Jaipur’a gidiş.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder