Bu Blogda Ara

26 Ekim 2013

Çin Mektupları 15 - Lu Xun

Bir haftadır yazamadım ama bol bol okudum. Bir yandan 20. yüzyıl Çin tarihi okuyorum, bir yandan da Lu Xun (Lu Şun) hakkında ne bulursam topluyorum, notlar alıyorum. Yorulduğum zamanlarda da kadim dostum Sait Faik’e dönüp, onun “her yerinden hayat fışkıran”  öyküleriyle dinleniyorum. Böylece geçiyor günler.

Sabah altı, akşam altı okuldayım. Öğlen aralarını daha iyi değerlendirmiş olabilmek için koşularımı ve Çince derslerimi okul saatine aldım. Böylece ne koşudan dolayı ne de Çince derslerinden dolayı (şimdilik birer saatten haftada iki gün) zaman kaybım oluyor. Tüm düşünsel (okuma, yazma, plan yapma, not alma) ve yaşamsal (eğlenme, gezinme, arkadaşlarla takılma, eşle vakit geçirme vb) faaliyetlerimi akşam altı ile uyumaya gideceğim on iki arasında yapmam gerekiyor. Bu da haliyle zor oluyor tabii.

Bugün Cumartesi. Sabahtan beri aralıksız okudum. Şimdi de bilgisayarın başına oturdum. Çin’in 20. Yüzyılda yetiştirdiği en büyük yazarlardan birisi olan Lu Xun (LX) hakkında yazacağım. LX, biz Türkiyeliler için unutulması neredeyse imkânsız bir tarih olan 1881 yılında doğuyor. 1936 yılında da veremden ölüyor. Asıl adı Zhou Shuren ama annesinin soyadı olan Lu’yu kalem adı olarak kullanıyor. Doğum yeri Shaoxing, komünist parti lideri Zhou Enlai ve kadın devrim şehidi Qiu Jiu ile aynı memleketten. Varlıklı bir aileden geliyor ama maalesef çocukluğu sırasında ailesinin sosyo-ekonomik statüsünün düşüşüne bizzat şahit oluyor.

Babası devlet memurluğu sınavlarını (bildiğimiz KPSS) defalarca denemesine rağmen geçemeyince Qing hanedanlığında hatırı sayılır bir memuriyeti olan dedesi duruma el atıyor ve babasının sınavı geçmesi için (sadece oğlu için değil, kentte yaşayan diğer zengin kafasızlar için de) yerel yetkililere rüşvet veriyor. Rüşvet o devirde de bu devirdekinden daha az yaygın değil. O derece ki dede parayı kendisi doğrudan vermiyor, uşağıyla gönderiyor. Uşak da safın önde gideni olsa gerek ki (belki de o devirde işler böyle yürüyordu, bilemem!) verdiği rüşvet karşılığında makbuz istiyor. Yetkili şahıs da makbuz hazırlamak için defteri tekrar açtığında o sırada odada bulunan bir başka yetkili parayı görüyor ve rüşvet olayı açığa çıkıyor. Bundan sonrası hep felaket, hep baş aşağı!

Lu Xun - 1930 (Kaynak: Wikipedia)
Dede Pekin’de yargılanıyor ve idama mahkûm ediliyor. Yalnız idam tarihi sürekli erteleniyor. Her bir erteleme için LX’nun ailesi Pekin’deki yetkililere rüşvet ödemek zorunda. İronik bir durum bu! Adamı rüşvet vermekten idama mahkûm edin sonra da idam olmasın diye adamın ailesinden rüşvet talep edin. “Benim memurum işini bilir.” lafını ilk söyleyen Demirel olmasa gerek.

Tabii, dedeyi hayatta tutmak için harcanan paranın haddi hesabı yok. Baba tüm bu olaylardan sonra iyice hayattan soğuyor, kendini içkiye veriyor, yataklara düşüyor. LX o zamanlar daha çocuk. Yaşı 5-6 falan. Babası ölmesin diye sürekli evdeki eşyaları mahalledeki tefeciye ipotek olarak veriyorlar. LX o günleri çok iyi hatırlıyor çünkü pek çok kere kendisi gidiyor tefeciye. Evdeki eşyaları satarak elde ettikleri paralarla geleneksel Çin ilaçları alıyorlar ama doğal olarak babanın sağlığı hiç de iyiye gitmiyor. Bir süre sonra da ölüyor. LX yıllar sonra yazacağı bir öyküde, tefecinin dükkânına giden bir çocuğu anlatmış ve yaşadığı utancı dile getirmiştir.

Bundan sonra LX bir süre klasik Çin eğitimine devam etse de gençlik yıllarını Nanjing’deki teknik lisede geçiriyor. Burada Huxley’in “Evrim ve Ahlak” kitabını okuyor. Kitaptan o kadar çok etkileniyor ki dağda bayırda her yerde bu kitabı okuyor. Ayrıca Mill’in “Özgürlük Üzerine”si ve devrin ilerici Çinli yazarları, genç LX üzerinde büyük bir etki bırakıyor.

Liseden sonra Qing hanedanının bursu ile Japonya’ya tıp eğitimi almaya gidiyor. İlk yıl Japonca hazırlık okurken sınıf arkadaşlarının sorumsuz ve lakayt davranışlarından çok rahatsız oluyor. Gittikten bir süre sonra da Mançurya izi taşıyan at kuyruğu saçını kesiyor. Malum, Qing hanedanı Çinli memurlara zorunlu kılıyordu bu at kuyruklarını ve sırf Japonya’daki Çinli öğrencileri izlesin diye memurlar gönderiyordu Japonya’ya . LX bu memur gittikten sonra –memur başka bir skandala karıştığı için- kesiyor saçındaki kuyruğu. Ben bu gecikmeyi de LX’nun tarafsızlık bağımlılığıyla ilişkilendiriyorum biraz. Konuyla ilgili paragraf şöyle:

Not long after his arrival in Tokyo, but after Xu Shoushang 許壽裳, his good friend and a fellow Shaoxinger, LX cut off his queue. His relative reluctance to do so may have been because of Yao Wenfu 姚文甫, a Qing official whose job it was to oversee the Chinese students. However, Zou Rong and several friends caught Yao with one of the female students in a compromising position and cut off his queue. Yao was forced to return to China, and this may have saved LX from any reaction to his own queue cutting. (Kaynak: http://mclc.osu.edu/rc/bios/lxbio.htm)

Japonya’da bir yıl okuduktan sonra başından geçen bir olay LX’u hekimlik kariyerinden vazgeçirip, yazarlık serüvenini başlatıyor: LX, Japonya-Rusya savaşı sırasında Rusya adına ajanlık yaptığı iddiasıyla kafası kesilerek idam edilen bir Çinli’nin görüntülerinin arkadaşlarında hiçbir insancıl tepki ortaya çıkarmadığını görünce bu konuda uzun uzun düşünüyor. Çinli öğrenciler sanki sirkte gösteri yapan bir hayvanı izliyor gibi duygusuzca bakıyorlar, kendi topraklarından bir insan gözleri önünde öldürülürken. Şunları yazıyor yıllar sonra yayınlanan bir kitabının önsözünde:

At the time, I hadn't seen any of my fellow Chinese in a long time, but one day some of them showed up in a slide. One, with his hands tied behind him, was in the middle of the picture; the others were gathered around him. Physically, they were as strong and healthy as anyone could ask, but their expressions revealed all too clearly that spiritually they were calloused and numb. According to the caption, the Chinese whose hands were bound had been spying on the Japanese military for the Russians. He was about to be decapitated as a 'public example.' The other Chinese gathered around him had come to enjoy the spectacle." (Lyell , pp 23) (Kaynak: wikipedia.org).

Bundan sonra anlıyor ki Çin’in ihtiyacı olan şey bilim değil, sanattır. Ancak sanatın insan ruhunu yüceltici gücüyle Çin halkı hak ettiği çağdaş insan seviyesine erişebilir. Bu nedenle yazmaya daha çok vakit ayırmaya karar veriyor. Tıp eğitimini yarıda bırakıp –Sevdiği ve saydığı hocasını kırmamak için ona biyoloji çalışacağım diyor.- Çin’e geri dönüyor. Bu arada Jules Verne’in romanlarını ve Rusya-Doğu Avrupa kökenli öyküleri çeviriyor. Bu çeviriler hiç satmayınca ve çıkardığı dergi istediği başarıyı elde edemeyince umudunu yitiriyor. Çin’in geleceği ve batılılaşması konularında denemeler kaleme alıyor. 1908’de Mançu hanedanını devirmeyi amaçlamış Guang Fu Hui örgütüne üye oluyor. (Gerçi bu iddiayı kabul etmeyen tarihçiler var.) 1909’dan itibaren okullarda öğretmenlik, yöneticilik, devlet memurluğu (eski metinleri kopyalama) işleri yapıyor. Bir yandan da öyküler ve denemeler yazıyor.

1911 devrimiyle umutlanıyor fakat bu umudu yavaş yavaş yerini yeise ve çaresizliğe bırakıyor. Bakıyor ki tek umut bağladığı cumhuriyet, istediği insan modelini yaratmakta pek etkili değil. Çin, politik devrime rağmen, insanları yine aç ve çaresiz, hayat nüfusun çoğu için yine çok zor. 1919’da göstericilerin vahşice öldürülmelerine şahit olunca (O kadar çok öğrenci tutuklanıyor ki hapishaneler dolduğu için üniversiteleri nezarethaneye/işkencehaneye çeviriyorlar.) artık tamamıyla vaz geçiyor cumhuriyetçi geçinenlerin vaatlerinden. Bu umutsuzluğunu tarihçi J D Spence şu anektotla dile getiriyor: 


Lu Xun clearly believed that the New Youth editors and writers must be feeling that same loneliness he had experienced after his failures in Japan. Yet at the same time he was ambivalent about whether it was any service to jolt the Chinese masses out of the complacency that such escapist literature seemed able to induce, since the reality they would have to face was so appalling. As he put it in a conversation with one other editor of New Youth, “Imagine an iron house without windows, absolutely indestructible, with many people fast asleep inside who will soon die of suffocation. Since they will die in their sleep, they will not feel any of the pain of death. Now if you cry aloud to wake a few of the lighter sleepers, making those unfortunate few suffer the agony of irrevocable death. Now if you cry aloud to wake a few of the lighter sleepers, making those unfortunate few suffer the agony of irrevocable death, do you think you are doing them a good turn?” The editor replied that one must, nevertheless, make the attempt, for one could not be sure that there was no chance of escape whatsoever for those trapped in the iron house. (The Gate of Heavenly Peace: The Chinese and Their Revolution by Jonathan D. Spence)

Bundan sonra sol akımlara daha çok yaklaşıyor ama asla komünist partiye üye olmuyor. Yazmaya, eleştirmeye devam ediyor. Öykülerinde halkın kullandığı dili baz almasıyla halk tarafından da el üstünde tutulan bir yazar haline geliyor. Ayrıca, seçtiği konular, tıpkı kendisini etkileyen Rus yazarlar (Gogol) gibi, onu toplumsal gerçekçiliğe yakın bir konuma yaklaştırıyor. Yarattığı karakterlerde halkın ikiyüzlülüğünü, sistem tarafından ezilen insanın çaresizlikten nasıl birbirini yiyen bireylere dönüştüğünü, feodal (ağalık) sisteminin şeytana dönüştürdüğü köylüleri anlatıyor.

Toplumsal gerçekçiliği o kadar cesur bir şekilde ön plana taşıyor ki ölümünden yıllar sonra Mao, onun için “Kültür devriminin başkomutanı” ifadesini kullanıyor. Hatta mezar taşının üzerindeki kaligrafiyi Mao bizzat kendisi yazıyor. Buna rağmen Mao’nun LX’un dolaylı anlatımını eleştirdiği zamanlar da oluyor.  Örneğin LX’un denemelerinden söz ettiği bir yerde “Bizler onun gibi lafı dolandırma ihtiyacı hissetmeyeceğiz. Ciğerlerimizin tüm gücüyle haykıracağız gerçeği. Devrim sonrası Çin’de saklama ihtiyacı olmayacak.” diyor.    

LX’un öyküleri (okuduklarımdan yola çıkarak), yoğun sembolizm içeren öyküler. Okuldaki öğrencilerime sordum. “Anlamıyoruz, çok ağır yazmış.” dediler. Gerçi, bu zamanın çocuklarının 100 yıl önceki Çin’in sorunlarını deşen öyküleri anlamalarını beklemek biraz ham hayalce olur. Hem de bu çocuklar fabrikatörlerin, doktorların, mühendislerin çocukları. Buna rağmen okullarda LX okumaları zorunlu. Yalnız LX çevirmenlerinden birisinin söylemine göre son yıllarda (1997) LX’un bazı denemeleri okul müfredatından çıkarılmış. Çevirmen, Komünist Partinin bu sansürü, gençlerin LX’dan sivri dilli olmayı öğrenmemeleri için yaptığını iddia ediyor. Böylesi uçuk bir ilişkilendirme bana pek inandırıcı gelmedi. İsteselerdi yıllar önce de yaparlardı LX’u müfredattan çıkarmayı, neden şimdi yapıyorlar? Komünist Parti ilk defa mı yanlış iş yapıyor bu ülkede? Hem bunca şey yazılıp çiziliyorken ülkede!

LX’un dili sembolik demiştim. Ben bunu biraz da onun arada kalmışlığına bağlıyorum. Komünist partiye bağlanamadı, cumhuriyetçilerde umduğunu bulamadı, milliyetçilere hiç yanaşmadı… Arafta kaldı bir bakıma. Yazar olarak niyetini tam olarak ortaya koymak ortada kalan birisi için zordur. Bu noktada sembolizm renkli bir kapı yaratır yazar için. O renklerle yapıt hedeften sapmaksızın karmaşıklaşır, birden fazla anlama bürünür. Herkesi mutlu edecek bir ortak metne dönüşür. Ayrıca, metnin kendine ait bir niyeti olduğu konusunda okuyucu ikna edilirse, yazarın büyüklüğünün tescili kaçınılmaz olur.

LX hiç kuşkusuz bir edebiyat ve kurgu ustasıdır, ve eleştirel konumunu korumak için hiçbir tarafa yanaşmamıştır (ya da hapse girmemek için, ya da yazdıklarında çok iddialı olmadığı için, ya da bize anlatılan LX ile yaşamış olan LX aynı kişi olmadığı için). Haksızlığa şahit olduğu zaman meydana çıkmış ve destek vermiştir. Erken ölümüyle de kültür devriminin olası ağır hakaretlerinden kurtulmuştur. Bu da bugün var olan LX kültünü izah eden etkenlerden birisidir. Maalesef en az onun kadar büyük bir yazar olan Lao She uzun yaşamış, kültür devrimini görmüş ve devrimi “adam dövmek” olarak anlayan azgın gençler tarafından tahkir edilmiş, sopalarla darp edilmiş, sokaklarda devrim karşıtı diye yürütülmüştür. Resmi kayıtlara göre de tüm bu aşağılamalara dayanamayıp 1966 yılında Taiping Gölünde intihar etmiştir.    

Emre Demir, Lu Xun hakkında “www.chinainyourhead.com” sayfasında yazdığı denemede, onu Ahmet Hamdi Tanpınar’a benzetmiş. Ben okuduğum biyografilerden ve öykülerden yola çıkarak bu görüşe katılmadığımı söyleyeceğim. Tanpınar büyük bir yazardır ama toplumsal gerçekçi bir tarafı yoktur. En büyük romanı diye andığımız Huzur’daki karakterlerin hemen hepsi üst ya da orta sınıftan insanlardır. Tartışılan konular doğu-batı ikilemi, aşk, şiir ve musikidir. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde de konu doğu-batı arasında kararsız kalmış ülkemizin şaşkın halleridir. Oysa evine ekmek götüremeyen işçinin derdi ne doğu-batıdır, ne de saatin tam olarak kaç olduğu.

LX’nun yarattığı karakterler (Bu karakterlerde rahip Arthur Smith’in “Chinese Characteristics” kitabının etkisi de büyüktür.) ayağı çıplak dilencidir, oğlunu devrim kavgasında yitirmiş bir kadındır, her türlü işe koşan uşaktır, hasta yavrusuna kana batırdığı ekmeği yediren cahil annedir… LX bunların öykülerini yazarken “Çinli” karakterini incelemiş, bir insanı Çinli yapan özellikleri olabilecek en sivri dille eleştirmiştir. Bir çeşit toplumu kendisiyle yüzleştirme işine girişmiştir. Türkçe edebiyatta LX’a yakın bir yazar arayacaksak ben Orhan Kemal’i öneririm. Bir Murtaza’dır çünkü LX’un Ah Q’su, “Bereketli Topraklar Üzerinde”deki Pehlivan Ali’dir “Bir Delinin Hatıra Defteri”nin ana karakteri. Orhan Kemal ile Lu Xun’un aralarından en büyük fark Orhan Kemal’in sembolizme gerek kalmayacak derecede safını belli etmiş olmasıdır. Hapiste yatmış, fabrikada işçilik yapmış, oğluna Nazım adını vermiş bir yazardır Orhan Kemal. Ne diye uğraşsın sembollerle? Çat çat anlatıyor işte halkın dramını, trajedisini...

Gün neredeyse bitti. İyi de oldu. Çin'de yaşadığım bir günü de böylesi önemli bir yazar için harcamış olmak güzel bir duygu. İleride de fırsat buldukça yazarım LX hakkında. Öykülerini bu aralar okuyorum. İçlerinden beğendiklerimi Türkçe’ye çevirip sayfama koyacağım. 

Aşağıdaki ağbağlarına tıklayarak bu büyük Çinli yazar/düşünür hakkında daha fazla bilgiye ulaşabilirsiniz.

Ayrıntılı Hayat Hikayesi: http://mclc.osu.edu/rc/bios/lxbio.htm


Yapıtlarının Bazıları (İngilizce): http://www.marxists.org/archive/lu-xun/index.htm

Lu Xun'un etkilendiği yapıtlardan birisi olan, 19. yüzyılda Çin'de yaşamış bir misyoner rahip tarafından yazılmış  "Chinese Characteristics" kitabı: http://library.uoregon.edu/ec/e-asia/read/asmith.pdf

Emre Bey'in Lu Xun hakkındaki yazısı: http://www.chinainyourhead.com/tanpinar-turkiye-ise-lu-xun-cindir/

Türkçe'de yayınlanan öykü seçkisi "Çığlık": http://www.idefix.com/kitap/ciglik-lu-sin/tanim.asp?sid=RUF6WGKAML3K4HT50HPR

Çığlık üzerine yazılmış bir eleştiri yazısı: http://www.kitapkokusu.net/index.php/c1/62-clk.html





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder